HELAK OLAN TOPLUM

  İslam inancına göre insan yaratılmışların en şereflisidir. Aklı olan insan hayvanlarda olmayan özelliklere sahiptir. Allah (c.c.) insanı yaratırken öyle bir özellik vermiştir ki, insan meleklerden bile üstün olabilirken hayvanlardan bile aşağı olabilmekte, hatta aşağıların en aşağısı olabilmektedir. Bu hususlar bizzat Rabbimiz tarafından Kur’an’da bildirilmektedir.
   “Biz, gerçekten insanı en güzel bir biçimde yarattık. Sonra onu, aşağıların aşağısına indirdik.” Tin 95/4-5
  Hatta insanın hayvanlardan daha aşağı olabileceği, ne kadar zalim olduğu ve taşlardan bile daha katı, daha beter olabileceği ayetlerde Rabbimiz tarafından bildirilmektedir.
  “Bundan sonra kalpleriniz yine katılaştı; taş gibi, hatta daha katı. Çünkü taşlardan öyleleri vardır ki, onlardan ırmaklar fışkırır, öyleleri vardır ki yarılır, ondan sular çıkar, öyleleri de vardır ki, Allah korkusuyla yuvarlanır. Allah yapmakta olduklarınızdan gafil (habersiz) değildir.” Bakara 2/74
   “… Doğrusu insan, pek zalim ve nankördür.” İbrahim 14/34
  “Sakın okumazlık etme! Çünkü insan, muhakkak azıtır!…” (Alâk 96/6)
  “Şüphesiz biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de, onlar onu yüklenmek istemediler, ondan çekindiler. Onu insan yüklendi. Çünkü o çok zalimdir, çok cahildir.” Ahzab 33/ 72
   “Yoksa sen onların çoğunun işittiklerini veya anladıklarını (kavradıklarını) mı sanıyorsun? Onlar sırf hayvan gibi, hatta gidişçe (yolca) daha sapkındırlar. (dallun) “ Furkân 25/44
   İnsan zalimdir ve kan dökmeye meyilli bir tabiatı vardır. İnsan ilk yaratılacağı zaman Allah (c.c.) meleklere şöyle buyuruyor: “Hani Rabbin, Meleklere: “Muhakkak ben, yeryüzünde bir halife var edeceğim” demişti. Onlar da: “Biz seni övüp-yüceltir ve (sürekli) takdis edip dururken, orada fesat çıkaracak ve orada kanlar akıtacak birini mi var edeceksin?” dediler. (Allah:) “Şüphesiz, sizin bilmediğinizi ben bilirim.” dedi.” Bakara 2/30
   Yaratılışında kan dökmeye meyilli olan, hayvanlardan aşağı olabildiği gibi taş gibi kas katı ve hatta daha beter olabilen insanı insan yapan imandır, ibadettir, salih ameldir ve Allah’ın kendisine emrettiği şekilde nefsini ıslah etmektir. Bu vasıflardan uzaklaşan insan değersiz bir varlık haline gelir. Yani pislik üreten, etrafına zarar veren, katleden, sadece nefsi için yaşayan ve aşağıların en aşağısı bir varlık haline gelir. Allah katında hiçbir değeri olmaz. İnsanın hüsranda olduğu ve kurtulması için iman etmesi, salih amel işlemesi, bir birine hakkı ve sabrı tavsiye etmesi gerektiği Asr suresinde bildirilirken; Rad suresi 28. ayette de “Kalpler ancak Allah’ın zikriyle mutmain olur.” Buyrulmaktadır. Yani insan kalbinin hasta olduğu ve insanın bu hastalığına şifa bulması ve dünya hayatında huzur ile yaşamasının ancak Salih amel ve Allah’a kulluk ile mümkün olabileceği bildirilmektedir. Bu halden uzak yaşayan huzursuz, hasta ve bunalımlı bir kalbe sahip olan insan her türlü kötülüğü yapabilecektir. Allah’a kulluktan uzak yaşayan insanlar ne kadar bolluk içinde de yaşasalar ne kadar rahat içerisinde de olsalar mutlaka bir şeyler eksik olacaktır. Yaratılıştan gelen açlık doyurulmadığı için insanın içerisinde bunalan nefsi canavarlaşarak kontrol edilemez bir hale gelecektir. Bunun neticesinde de günümüzde de olduğu gibi kendisinden her türlü aşağılıklar sadır olan insanlar ortaya çıkacaktır.
   Allah (c.c.) insanları ve cinleri yalnız kendisine kulluk etmeleri için yaratmış ve kimin daha güzel amel işleyeceğini belirlemek ve bunun sonunda da hesaba çekip, ameline göre mükâfatlandırmak ya da cezalandırmak üzere dünyaya göndermiştir.
   “O, hanginizin daha güzel amel yapacağınızı denemek için ölümü de hayatı da takdir edip yaratandır.” (Mülk, 67/2).
   Allah (c.c.) gönderdiği elçileri ile insana nasıl yaşarsa kurtulacağını ve neler yaparsa azaba uğrayacağını ayrıntılı bir şekilde bildirmiştir. İnsana daima kurtuluş yolu gösterilmiş ve kurtulması teklif edilmiştir. Dileyen iman eder kurtulur. Dileyen de iman etmez ve azaba müstahak olur.
   İnsan görmediği halde Allah’a, Meleklere, Ahirete, Cennete, cehenneme ve bütün yaptıklarından hesaba çekileceği güne iman etmek ya da bunları kabul etmemek arasında bir tercih yapar. Tercih hakkı insana bırakılmıştır.
   Ahiret inancı insanın hayatını şekillendiren ve ona yön veren en önemli faktördür. İnsanı kötülük yapmaktan alıkoyan en önemli şey bir gün yaptığının sonsuz kudret sahibi Rab tarafından hesabının sorulacağına inanmaktır. Zerre kadar yapılan iyiliğin ve zerre kadar yapılan kötülüğün karşılık bulacağına gerçekten inanan bir insanın kötülük yapması mümkün değildir.
   “Artık kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse, onu görür; Kim de zerre ağırlığınca bir şer (kötülük) işlerse, o da onu görür.” Zilzal 99/7-8
   Ahiret ile insan arasındaki perdelerin kaldırılarak cennetin ve cehennemin bir an olsun insana gösterilmesi halinde şiddetli azabı gören insan asla hiçbir kötülük yapmayacaktır. Kimse onu secdeden kaldıramayacak ve hatta azabın korkusundan aklını kaybedecektir. Kendisini ebedi olan şiddetli bir azabın beklediğine görüyormuşçasına gerçekten inanan ve Allah ile karşılaşmayı uman bir insan bırakın kötülük yapmayı ahirette kendisini kurtarması için bütün servetini vermekten çekinmez o kurtulmak için her türlü fedakârlığı yapardı.
  Allah ile karşılaşmayı umarak salih amel işleyenler müjdelenmektedir.
   “Onlar, (mü’minler ise), hiç şüphesiz, Rableriyle karşılaşacaklarını ve (yine) hiç şüphesiz, O’na döneceklerini bilirler.” Bakara 2/46
   “İman edenler ve salih amellerde bulunanlar da, Rableri onları imanları dolayısıyla altından ırmaklar akan nimetlerle donatılmış cennetlere yöneltip-iletir (hidayet eder).” Yunus 10/9
   “İman edip salih amellerde bulunanları müjdele. Gerçekten onlar için altlarından ırmaklar akan cennetler vardır. Kendilerine rızık olarak bu ürünlerden her yedirildiğinde: “Bu daha önce de rızıklandığımızdır” derler. Bu onlara (dünyadakine) benzer olarak sunulmuştur. Orada onlar için tertemiz eşler vardır ve onlar orada süresiz kalacaklardır.” Bakara 2/25
   “Biz onların göğüslerinde kinden ne varsa çekip almışız. Altlarından ırmaklar akar. Derler ki: “Bizi buna ulaştıran Allah’a hamd olsun. Eğer Allah bize hidayet vermeseydi biz doğruya ermeyecektik. Andolsun Rabbimizin elçileri hak ile geldiler.” Onlara: “İşte bu yaptıklarınıza karşılık olarak mirasçı kılındığınız cennettir” diye seslenilecek.” A’raf 7/43
   “Onlar; altından ırmaklar akan Adn cennetleri onlarındır. Orada altın bileziklerle süslenirler. Hafif ipekten ve ağır işlenmiş atlastan yeşil elbiseler giyerler ve tahtlar üzerinde kurulup-dayanırlar. (Bu) Ne güzel sevap ve ne güzel destek.” Kehf 18/31
   “İşte onlar sabretmelerine karşılık (cennetin en gözde yerinde) odalarla ödüllendirilirler ve orda esenlik dileği ve selamla karşılanırlar.” Furkan 25/75
   “Orada taptaze-meyveler onların ve istek duydukları her şey onlarındır.” Yasin 36/57
   Hz. Ebu Hureyre (r.a.) anlatıyor: “Resûlullah (s.a.v.) buyurdular ki: “Allah Teâla hazretleri ferman etti ki: “Ben Azimu’ş-Şân, salih kullarım için gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve insanın hayal ve hatırından hiç geçmeyen nimetler hazırladım.” Ebu Hureyre ilaveten dedi ki: “Dilerseniz şu ayet-i kerimeyi okuyun. (Mealen): “Yaptıklarına karşılık Allah katında onlar için göz aydınlığı olacak ne mükâfatların saklandığını kimse bilemez” (Secde 17). Buhari, Bed’ü’l-Halk 8, Müslim, Cennet 2, (2824); Tirmizi, Tefsir, (3195).
   Ahirete iman ederek Salih amel işleyenler ile inkar ederek isyan dolu bir hayat yaşayanlar elbette birbirlerini görecekler ve iman edenler büyük bir mutluluk yaşarken iman etmeyenlerde büyük bir pişmanlık duyacaklardır.
   “Böyleyken kimi kimine yönelmiş olarak birbirlerine soruyorlar: Bir sözcü der ki: “Benim bir yakınım vardı.” Derdi ki: Sen de gerçekten (dirilişi) doğrulayanlardan mısın?
   Bizler öldüğümüz toprak ve kemikler olduğumuzda mı gerçekten biz mi (yeniden diriltilip sonra da) sorguya çekilecekmişiz? (Konuşan yanındakilere) Der ki: “Sizler (onun şimdi ne durumda olduğunu) biliyor musunuz?”
   Derken bakıverdi onu ‘çılgınca yanan ateşin’ tam ortasında gördü.
   Dedi ki: “Andolsun Allah’a neredeyse beni de (şu bulunduğun yere) düşürecektin.”
   Eğer Rabbimin nimeti olmasaydı muhakkak ben de (azab yerine getirilip) hazır bulundurulanlardan olacaktım.
   Şüphesiz bu, asıl büyük ‘kurtuluş ve mutluluğun’ ta kendisidir. Böylece çalışanlar da bunun bir benzeri için çalışmalıdır.” Saffat 37/50-61
   Allah ile karşılaşmayı ummayan, inkâr edip, kulluk etmeyen ve kötülüklerde bulunanlar ise kendilerini nelerin beklediği ile uyarılmaktadır.
   “Bizimle karşılaşmayı ummayanlar, dünya hayatına razı olanlar ve bununla tatmin olanlar ve bizim ayetlerimizden habersiz olanlar; İşte bunların, kazanmakta olduklarından dolayı barınma yerleri ateştir.” Yunus 10/7-8
   Kehf Suresinin 29. ayetinde mealen “Ve deki; hak, Rabbinizdendir. Öyle ise dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin. Biz zalimlere öyle bir cehennem hazırladık ki, onun duvarları kendilerini çepeçevre kuşatmıştır. (Susuzluktan) imdat dileyecek olsalar, imdatlarına erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir su ile cevap verilir. Ne fena bir içecek ve ne kötü bir dayanma yeri”
   “Andolsun ki; cin ve insanlardan birçoğunu cehennem için yarattık. Onların kalpleri vardır, onunla gerçeği anlamazlar; gözleri vardır, onlarla göremezler; kulakları vardır, ama onlarla işitmezler. İşte bunlar hayvan gibidirler, hatta daha şaşkın (dallun:sapık) dırlar. İşte gafiller bunlardır.” A’râf 7/179
   “Suçlu-günahkârlar ateşi görmüşlerdir, artık içine kendilerinin gireceklerini de anlamışlardır; ancak ondan bir kaçış yolu bulamamışlardır.” Kehf Suresi 18/53
   “İçine atıldıkları zaman, kaynayıp-feveran ederken onun korkunç homurtusunu işitirler.” Mülk Suresi 67/7
   “Orada onların bir inlemeleri vardır. Bunlar orada (sağır olup) bir şey de işitemezler.” Enbiya 21/100
   “Orada dişleri sırıtır halde iken ateş yüzlerini yalar.” Mü’minun 23/104
   “Fakat onlar o saati (kıyameti) de yalanladılar. Biz ise o saati yalanlayanlara çılgın alevli bir ateş hazırladık.” Furkan 25/11
   “Ki, cehennem ateşi uzak bir mesafeden kendilerine görününce, onun bir hışımlanmasını (kaynamasını) ve uğultusunu işitirler.” Furkan 25/12
   “Elleri boyunlarına bağlı olarak onun dar bir yerine atıldıkları zaman da, oracıkta yok olmayı isterler.” Furkan 25/13
   “(Onlara şöyle denilir) Bu gün bir yok olmayı değil, nice yok olmaları isteyin!” Furkan 25/14
   “De ki: Bu mu daha iyi, yoksa takva sahiplerine vaad olunan ebedilik cenneti mi? Çünkü orası, onlar için bir mükâfattır ve bir varış yeridir.” Furkan 25/15
   Nu’mân İbnu Beşir radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resûlullah (s.a.v.) buyurdular ki: “Cehennemliklerin azab cihetiyle en hafif olanı, ayağında ateşten bir nalın ve nalın bağı olan kimsedir ki, ayağındakiler sebebiyle, tıpkı tencerenin kaynaması gibi, başında dimağı kaynar. Öyle tahammülfersa bir azap duyar ki, azabca insanların en hafifi olduğu halde, kendinden şiddetli azab çeken olmadığını zanneder.”Buhari, Rikâk 8; Müslim, İman 363, (213); Tirmizi, Cehennem 12, (2607).
   Ebu’d-Derda (r.a.) anlatıyor: “Resûlullah (s.a.v.) buyurdular ki: “Cehennem ehline açlık musallat edilir. Bu, içinde bulundukları azaba eşit dereceye ulaşır. Açlığa karşı yardım talep ederler. Onlara besleyici olmayan ve açlığı gidermeyen darî’ (denen dikenli bir ot) verilir. Tekrar yiyecek isterler, bu sefer de boğazda tıkanıp kalan bir yiyecekle imdat edilir. (Bu da boğazlarında takılır kalır, ne ileri geçer, ne de geri gelir.) Derken, dünyada iken, bu durumda, bir içecekle takılan lokmaları kaydırdıklarını hatırlarlar ve bir içecek talep ederler. Kendilerine demir kancalar bulunan kaplarda kaynar sular verilir. Bu kaplar, yüzlerine yaklaştırılınca, yüzlerini dağlayıp atar. Su karınlarına girince, içerilerini param parça eder. Bu sefer de: “Cehennemin bekçilerini çağırın, ola ki azabımızı biraz hafifletir!” derler. Onları çağırırlar. Onlar gelince: “Size peygamberleriniz bu halleri açıklayan haberleri getirmemiş miydi?” derler. Onlar: “Evet getirmişti (ama dinlemedik)” derler. Bunun üzerine, bekçiler: “Siz isteyin durun! Kâfirlerin istekleri (burada) boşadır!” derler” (Mü’min 40/50).
   Cehennemlikler bekçilerden ümidi kesince: “(Cehenneme müvekkel melek) Mâlik’i çağırın!” derler. (Mâlik gelince): “Ey Mâlik, (söyle de) Rabbin bizim hakkımızda ölüme hükmetsin!” derler. Mâlik de onlara: “Hayır! (Siz burada canlı olarak ebedi) kalıcılarsınız!” diye cevap verecek” (Zuhruf 43/77). (Hadisin ravilerinden) A’meş rahimehullah der ki: “Bana bildirildi ki, cehennemliklerin Mâlik’e yalvarmaları ile Mâlik’in onlara verdiği cevap arasında bin yıllık zaman geçecektir. Cehennemlikler, bu sefer aralarında: “Rabbinize dua edin, sizin için O’ndan daha hayırlı kimse yok!” diyecekler ve elbirlik şöyle yakaracaklar: “Ey Rabbimiz, bedbahtlığımız bize galebe çalmıştı, biz gerçekten sapıtmış kimselerdik. Ey Rabbimiz bizi bundan çıkar. Eğer (yine) küfre dönersek artık hiç şüphesiz ki zâlimlerden oluruz” (Mü’minûn 106/107). Rab Teâlâ, onlara: “Cehennemin içine yıkılıp gidin! Bana bir şey söylemeyin!” diyecek” (Mü’minûn 106/108). Resûlullah devamla dedi ki: “Bu cevap üzerine, cehennem ehli her çeşit hayırdan ümitlerini keserler; hıçkırmaya, nedâmet etmeye, dövünüp yırtınmaya başlarlar.”Tirmizi, Cehennem 5, (2589).
   Hz. Ebu Hureyre (r.a.) anlatıyor: “Resûlullah (s.a.v.) buyurdular ki: “Cehennemliklerin tepelerine kaynar su dökülür. Bu su, vücutlarının içine nüfuz eder, öyle ki karınlarına kadar ulaşır; içlerinde ne var ne yok, söker atar ve ayaklarını delip geçer. Bu hâdise “Bununla karınlarının içinde ne varsa hepsi ve derileri eritilecektir” (Hacc 20) ayetinde zikri geçen eritme (es-Sahru) hâdisesidir. Sonra (eriyen cesetleri) eski haline iade edilir.”Tirmizi, Cehennem 4, (2585).
   Allah ve Rasulü tarafından vaat edilen bu olaylara inanan, bir gün kendisini bekleyen azabın ne kadar şiddetli olduğuna iman eden bir insan ne kötülük yapabilir. Veya salih amel işlemesi halinde cennette kendisini ne kadar büyür bir mutluluğun ve nimetlerin beklediğine iman eden bir kişiyi kim salih amelden geriye koyabilir. Yani şüphesiz ahireti görüyormuşçasına iman eden bir toplumda sorunlar kendiliğinden çözülecek ve toplum ıslah olacaktır.
   Bütün bu uyarılara rağmen iman etmeyen ve nefsini ıslat etmeyenler ise kimseye değil ancak kendilerine yazık edeceklerdir.
  İslam dininin bütün emirleri insanın dünya ve ahirette mutlu olmasını sağlayacak emirlerdir. Zina yasaklanmıştır, insanın toplumun ve neslin yararınadır. İçki yasaklanmıştır yine faydalı bir yasaktır. Kumar yasaklanmıştır, yine faydalı bir emirdir. Nice aileler ve ocaklar bu yüzden yıkılmıştır. Faizi, haksız kazancı, fuhşiyatı ve kumarı yasaklayan Allah (c.c.) kulları arasında adaletin sağlanmasını istemekte ve huzursuzluğu ise istememektedir. Özetlersek ne kadar yasaklanan ve yapılması emredilen şey varsa, hepsi insanın mutluluğu ve huzuru içindir. Bütün bu güzelliklere rağmen dinin emirlerini hayatlarına hâkim kılmayanlar. Nefislerine hoş gelen başka arayışlara girerek Allah’ın emirlerini tanımayarak bu dünyada mutlu olacaklarını, huzur bulacaklarını zannetmektedirler. Allah’ın emirlerini irtica olarak görmekte ve engel olmak için her türlü çabayı harcamaktadırlar.
   Laiklik inancını benimseyen, laikliği menfaatleri doğrultusunda kullananların ve hatta onu dahi yanlış anlayıp uygulamak isteyenlerin korkuları yüzünden İslam öcü gibi görülmektedir. Aslında bu yaklaşımdakilerin büyük bir çoğunluğu laikliğin bile ne anlama geldiğini bilmemekte, bilenlerde menfaatlerine göre yapacaklarını laikliğin arkasına gizlenerek yapmaktadırlar. Oysa laiklik insanların inancına karışmamak ve her dine eşit uzaklıkta olmak demektir. Bir Hıristiyan’ın ya da bir Yahudi’nin bile rahatça dinini yaşayabildiği ülkemizde büyük bir çoğunluğu oluşturan Müslümanlar inançlarını yaşamakta zorluk çekmektedirler.
   Gereksiz ve anlamsız korku içerisindeki bazı çevreler hurafeden uzak sahih ve temiz dinden bile rahatsızlık duymaktadırlar. Her söylemlerinde sapıklıktan, hurafeden ve irticadan bahsedenler, bunların kökünü kurutacak tertemiz sahih dinin eğitiminin verilmesinden dahi rahatsızlık duymaktadırlar. Bir şeyin yanlış öğrenilmesini engellemenin en doğru metodu, onun doğrusunu öğretmektir. İyi niyetli iseniz neden doğrusunu öğretmiyorsunuz? Zaten sapıklık ve hurafelerin bulaştığı dinden bu dinin aklı başında müntesipleri de rahatsız.
   Din korkusu yüzünden türlü türlü planlar yapanların tertemiz olan dinden hiçbir haberleri bulunmamakta, bilmediklerinin düşmanlığını yapmaktadırlar. Bu korkuları yüzünden ahiret inancından uzak, imansız, hiçbir hesap tanımayan bir neslin yetişmesine sebep olmaktadırlar. Bu çevreler din korkusu yüzünden hepimizin de içinde bulunduğu geminin altını delmektedirler. Ama bir türlü akletmedikleri bir gerçek var ki; bu gemi batışa doğru gidiyor. Ve batarsak hep birlikte batacağız. Allah’ın emirlerinden neden bu kadar korkuyor ona isyan ediyor ve hatta ona savaş açıyorsunuz? Böyleleri hakkında Allah (c.c.) şöyle buyuruyor: “İnsan görmez mi ki biz onu meniden yarattık. Bir de bakıyorsun ki apaçık düşman kesilmiş” Yâsîn 36/77
   “Onlara ne oluyor ki Kur’an’dan yüz çeviriyorlar? Sanki onlar arslandan kaçan ürkmüş yaban eşekleri gibi!” Müddessir, 49/51
  Hiçbir inanış müntesiplerinin yaptıkları yanlışlıkla değerlendirilemez. Teorideki hiç bir bilgi, yanlış uygulayanlar yüzünden doğruluğunu kaybetmez. Doğrular yanlış uygulanınca doğru olmaktan çıkmazlar. Sadece uygulamadaki hatalar yanlış olarak kabul edilebilir. Ama her ne hikmetse ortadaki kokuşmuşlukları bahane ederek irtica yaygarası koparanlar doğru dinin eğitiminden de rahatsızlık duymaktadırlar. Evet Müslümanlar içerisinde bir çok yanlış yola sapanlar var. Ama bunun mücadelesinin tek yolu; o da doğru olan dinin eğitiminin verilmesidir. Bunun dışındaki yaklaşımlarda iyi niyet aramak mümkün değildir.
   İnsanoğlu huzuru ve mutluluğu elinin tersi ile iterek, o kadar helal olan tertemiz nimeti bırakıp, Allah’ın yasakladığı koruluğun içindekilere, az ve pis olana ulaşmak istemektedir. Sonsuzluk karşısında hiç mesabesinde olan dünya hayatına razı olmaktadırlar. Oysa bu dünya hayatı çok kısadır ve kimseye kalmamıştır.
   İbn Mesûd (r.a.)’den rivayete göre Allah Resûlü (s.a.v.) buyurdu: “Ben dünyayı neyleyeyim! Benim dünya ile alâkam, bir ağacın altında oturup dinlendikten sonra kalkıp, orayı terkeden bir atlının bu durumu gibidir” Tirmizî
İnsanın hatasız olması mümkün değildir. Zaten Allah’ta bizden hatasızlık istememektedir. Önemli olan hatada ısrar etmemek ve tevbe etmektir. Yeter ki inkarcı olunmasın ve şirk koşulmasın.
  İnsanoğlu içinde Rabbine karşı günah işleyenler olduğu gibi büyük bir cüret ile Allah’a karşı savaş açanlar bile olmuştur. Bu insanların yüce yaratıcının azametli kudretinden habersizce ve isyan dolu yaşayışlarının sonunun ne olacağı hakkında bir endişeleri bulunmamaktadır. Şayet böyle bir endişeleri olsaydı elbette isyan ile değil itaat ile yaşarlardı. Uyarılara rağmen isyanda ısrar edenleri Allah (c.c.) şöyle uyarıyor: “…Allah’tan korkup-sakının ve gerçekten bilin ki, siz O’na döndürülüp-toplanacaksınız.” Bakara 2/203
   İnsan son nefesini verince dünyada ölürken ahirette dirilecek ve aradaki perdelerin açılmasıyla birlikte büyük azabı görünce büyük bir pişmanlık duyacaktır.
   “Onlar cehennemde, “Ey Rabbimiz! Bizi buradan çıkar ki, dünyada iken işlemekte olduğumuzdan başka ameller, salih ameller işleyelim” diye bağrışırlar. (Onlara şöyle denilir:) “Sizi, düşünüp öğüt alacak kimsenin düşünüp öğüt alabileceği kadar yaşatmadık mı? Size uyarıcı da gelmişti. Öyle ise tadın azabı. Çünkü zalimler için hiçbir yardımcı yoktur.” Fatır 35/37
   Bu uyarıların bilinmemesi, iman edilmemesi ve gerekli eğitimin verilmemesi nedeniyle toplum büyük bir hızla uçuruma doğru gitmektedir. Tağutlara kul olan ve İslam toplumlarının başında yönetici olan ahmak, korkak ve münafık idarecilerde Müslümanların İslam’dan uzaklaşarak her geçen gün tükenmesine ve uçuruma yuvarlanmasına sebep olmuşlardır. Dikte ettikleri İslam dışı kanunlar ile bu ümmete Yahudi ve Hıristiyanlardan daha fazla zarar vermişlerdir. Dışardan kâfirler, içerden de bu zalim münafıklar yıllardır Müslümanlara kan kusturmaktadırlar. Müslümanların damarlarına yıllardır pislik enjekte edile, edile bu ümmet içinde nüfus cüzdanında Müslüman yazıp da Yahudileşmiş ve Hıristiyanlaşmış ne olduğu belli olmayan insanlar türemiştir. Bu insanların bir iki nesil evveline gidildiğinde aslında Müslüman bir soydan geldiği görülecektir. Ancak yıllardır batı menşeli, İslam’dan uzak, oyalamacı ve dayatmacı eğitime tabi tutulan Müslüman halkların çocukları içerisinde böylelerinin türemesi çok normaldir. Bu insanlar Yahudiler ve Hıristiyanlar gibi düşünüp, onlar gibi yaşadıklarından haliyle onlardan İslam’a sevgi ve hizmet beklemek boş bir beklenti olacaktır. Hatta bırakın hizmet ve sevgi beklentisini, ele geçirdikleri mevkilerin gücünü Müslümanlara zulmedici her ne varsa uygulamaya koymakta kullanmaktadırlar. Bu insanların ümmet içindeki sayısı o kadar artmıştır ki, bütün köşe başlarına onlar oturmuş, ellerinde bulunan imkânları Müslümanlara zehir kusmakta, onları yozlaştırmada, köleleştirmede ve ahlaksızlaştırmada kullanmaktadırlar.
   İslam toplumları hiç bu dönemde olduğu kadar bir kültürel, eğitimsel, ahlaki ve ekonomik işgal ile karşılaşmamıştır. Öyle bir işgal ki dışardan kâfirler entrikalarını uygulamaya koyarken, içerden de adı Müslüman olan kâfirler Televizyon, gazete ve dergi gibi etkenleri kullanarak egemen güçlere olan köleliklerinin, yalakalıklarının gereğini yapmaktadırlar.
   Bir televizyon düşünün ki, nerde pislik film var, nerde ahlaksız program var, ekrana onu getiriyor. Müslümanların başına musallat olan ve ezen kafirler aleyhinde bir program yapmadığı gibi, bir takım insanların aşklarını haber yapmaktan zaman bulamadıkları için Müslümanların ezilmesini gündemlerine bile almamaktadırlar. Ama ne idüğü belirsiz insanların yaşayışları ve aşkları örnek diye gösterilmekte ülke gündemini meşgul etmektedir. Bu insanlar kimdir ve örnek olacak hangi yaşantıları var da ülke gündeminin ilk sıralarında yer almaktadırlar. Birinin kucağından ötekine atlayan, içki, kumar ve zinayı hayatlarının bir parçası kabul eden ne için yaşadığını dahi bilmeyen bu insanların saygınlığı ve sanatı bu mu? Yani sanatçı olmak için ve ülke gündeminde ilk sıralarda yer almak için onlar gibi mi yapmak gerekmektedir? Türkiye de sofrasında ikinci bir tabak yemeği bulamayan, hatta sadece ekmek parası bulmak için bir ay boyunca köle gibi çalışmak zorunda kalan insanların çocuklarına izlettirilen bu burjuva hayatların hangi gaye için ön plana çıkarıldığı gayet açıktır. Bu örnek gösterilen insanların yaptıkları, Müslüman toplumun uğrunda canını hiç çekinmeden verebileceği değerleriyle adeta alay edercesine televizyonlarda izlettirilmektedir. Bırakın Müslümanlığı insan olan birisinin bile asla kabul etmeyeceği bir şekilde orta malı olmuş kadınların hayatlarının her gün evimizin başköşesinde yer alması, yıllardır planlı olarak sürdürülen yozlaştırma çalışmalarının tezahürüdür.
   Çevrilen dizi filmler, sinema filmlerinde işlenen konular, hep Müslümanların kutsal değerlerini aşağılayıcı ve şiddete yönelik olarak seçilmektedir. Filmlerde seçilen sapık ve alay konusu şarlatan karakterlerin özellikle Allah’ın isimleri ile isimlendirilmeleri, zorda kalan bir kadının namusunu sattığı, aldatma, öldürme, çalma, çarpık ilişkiler ve seks üzerine yazılmış senaryolar ile filmleri hazırlayanların iyi niyetli olduklarını düşünmek mümkün değildir. Bu filmlerde ortaya konan senaryolar insanların bilinçaltına yerleştiğinden normal hayatta da aynen gerçekleşmektedir.
  Yeryüzünün beynelmilel alçaklarının ve kahpelerinin birbirleriyle olan zinalarını aşk, hayat tarzlarını da bu ümmete örnek hayat tarzıymış gibi televole programları ile gösteren bazı aşağılık medya organları hiç şüphe yok ki, içlerindeki zehri kusarak ümmeti her gün zehirlemektedirler. Bu aşağılık insanların beyefendi ve hanımefendi kabul edilip, örnek insanlar olarak gösterilerek, asıl saygı ve sevgiyi hak eden insanların geri plana itilmesi, açılıp, saçılmanın çağdaşlık, kapalı insanların da inançlarının gericilik sayılması gelinen noktanın ne kadar acı olduğunu gözler önüne sermektedir.
   Bir gazete düşünün ki, haberden çok fahişe resimleri ile donatılmış. Örnek alınan Avrupa da bile böyle çıplaklık alenen gazetelerde yer almazken söz konusu aşağılık mihraklar tarafından çıkarılan bu gazete paçavralarının bu pislik dolu müstehcenliği alenen yayınlamaları hangi iyi niyetle izah edilebilir?
  Açılmayı ve her yerini ortaya dökmeyi çağdaşlık olarak gören bu aşağılık insanların isimlerine bakıldığında Müslümanların isimlerini taşıdıkları görülecektir. Ancak şurası kesindir ki, bu insanların adı Mehmet de olsa, Ali de olsa, Emin de olsa, onlar kâfirlerin ta kendileridir.
   Kâfirlik Avrupa, Amerika ve İsrail’e ait bir olgu değil, vasıflarını taşıyan herkesin sahip olabileceği bir şeydir. Yani Müslüman’ım diyen gereğini yapacaktır. Şayet kâfir gibi davranıp ta, hala Müslüman olduğunu iddia ederse, bu durumda da münafık olur ki; bu daha kötü bir sıfattır. İşte bu zalimler, bu alçak hainler aşağılık gazetelerinde her türlü pisliği yayınlayarak yıllardır Müslüman mahallesinde salyangoz satmaktadırlar. Burada anlaşılması güç olan ise Allah’a ve Rasulüne iman ettiklerini iddia edenlerin bu tip gazete ve dergilere itibar etmeleri ve onlara para kazandırmalarıdır.
   Müslümanlar yıllardır dinlerinden yoksun bir eğitimle ahlaksızlaştırıldığı için, namus kavramı, sadakat, adalet ve utanma nedir öğretilmediği için geçmişte helak olan kavimlerin bütün vasıflarını taşıyan toplumlar haline gelmiştir. Livata, adaletsizlik, hayvan dövüştürme, zinanın her türlüsü, lezbiyenlik, çocuk pornosu, çocukları öldürme, tecavüz, intihar, hırsızlık, deyyusluk, hile, sahtekarlık, organ ticareti, uyuşturucu ticareti vb. işler artık Müslüman toplumlarda her gün boy göstermektedir. Artık; Şunu da görmemiştik denilebilecek yaşamamıştık diyebileceğimiz bir olay kalmamıştır. İnsanlar evlerinden dışarıya çıkarken büyük bir endişe ile çıkmakta, akşam evine kazasız, belasız dönebileceğinden emin olamamaktadır. Günümüzde insan gerçekten haddi aşmış ve çok tehlikeli bir yaratık haline gelmiştir.
   İslam hiçbir kötülüğe ve fuhşiyata asla müsaade etmez. Hakkıyla iman edenden asla kötülük beklenemez. Ancak İslam’ı bilmeden ama İslam’dan habersiz olarak yaşayan Müslümanlar adeta İslam’ın önünde perde olmaktadırlar. Bu insanlara bakıp ta İslam’ın güzelliklerini göremeyenler bu perde arkasındaki güzellikleri göremediklerinden İslam’a savaş açmaktadırlar. Oysa İslam bütün bu kötülüklere savaş açmıştır.
   Tarihte Dünyanın en güçlü ordularına karşı savaşarak her şeyini feda edip, Çanakkale geçilmez dedirten bir milletin çocukları büyük bir işgal altında bulunmaktadır. Savaş meydanında geçilemeyen Çanakkale maalesef bu gün geçilmiş, ülkenin her bir yanı manen ve ahlaken işgal edilmiştir.
   Buldukları her fırsatta İslam’a ve Müslümanlara saldıran batı aşığı ve Amerikan uşağı mihraklar efendileri tarafından kendilerine biçilen görevi ifa etmekte çok başarılı oldular. Ve onlardan başka bir davranış beklemek safdillik olur. Asıl üzücü olan Müslümanların bu oyunlar karşısında hiçbir şey yapmadan gaflet içinde yaşamalarıdır.
   Bütün bu çalışmalar neticesinde Müslüman toplumlar öyle bir asimilasyona uğradı ki; adeta Hıristiyanlaştı, adeta Yahudileşti ve hatta ateistleşerek en küçük bir endişe taşımadan anlamsız bir varlık olarak hayat sürdürmektedir.
   Buradan çağrımız şudur ki: Gelin aklımızı başımıza toplayalım gerçek manada iman edelim ve kardeşler olalım, sevelim, sevilelim inanın bu dünya kimseye kalmaz. Gözlerimizi kapattığımızda hiçbir pişmanlık işe yaramayacak. İnsanları gerçek İslam ile tanıştıralım ve onlara bu eğitimi vermekten korkmayalım. Kötülüklerden kurtulmanın ve toplumsal huzurun tek yolu budur. Her insanın kalbine bir bekçi koymadıkça kötülükleri engellemek mümkün değildir. Bunun tek yolu da ahiret inancıdır. Bu inanç insanlara verilmez ise insanın bu dünyada huzur içerisinde yaşaması mümkün değildir.
   Hep birlikte birbirimizi anlamaya çalışalım herkes inancını yaşasın kimse bir başkasını inancı yüzünden zorlamasın. Şayet bu halde anlamsız bir inatla devam edersek bir gün hepimiz bundan zarar göreceğiz. Ama iş işten geçmiş olacak.
.
Musab  KÖYLÜOĞLU
Bu yazı daha önce counter kişi tarafından okundu.

0 yorum:

Yorum Gönder

Lütfen Müslümana yakışmayan küfür içerikli yorumlar yapmayınız.