ILIMLI OLMAK

İslam tebliğcilerinin tebliğ görevini ifa ederken büyük bir hassasiyet göstererek insanlara yaklaşması gerekmektedir. Peygamberimiz (s.a.v.)’de dini tebliğ ederken oldukça dikkatli davranmış ve insanlara şefkatle yaklaşmıştır. Bu hususta Rabbimiz Âl-i İmran suresi 159. ayette peygamberimize şöyle buyuruyor: “O vakit Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi….”
    Peygamberimiz tebliğde ılımlı ve güzel bir yaklaşımda bulunurken İslam’ın esaslarını olduğu gibi tebliğ etmiştir. Müşriklerin yapmış oldukları işlerin yanlışlığını onların yüzlerine karşı tebliğ etmiştir. Bu gün için hele güzel ahlakı ve ortak değerleri işleyeyim ve onlarla ortak bir noktada hareket edelim, daha sonra diğer konulara geçerim demedi. Müşrikleri kendilerince vasıflandırdıkları şekilde değil, İslam’ın vasıflandırdığı bir Allah’a kulluk etmeye çağırdı. Şirk’i ve tağut’u anlatırken hükmün Allah’a ait olduğunu her zaman çekinmeden vurguladı. Yani nezaketle Hakkı her zaman ortaya koydu.
   Cenabı-ı Hak (c.c.) de bir Müslüman’ın yaklaşım tarzı hakkında şöyle buyuruyor: “İbrahim’de ve onunla beraber olanlarda, sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır. Onlar kavimlerine demişlerdi ki: ‘Biz sizden ve Allah’ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah’a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve öfke belirmiştir.’ Şu kadar var ki, İbrahim babasına: ‘Andolsun senin için mağfiret dileyeceğim. Fakat Allah’tan sana gelecek herhangi bir şeyi önlemeye gücüm yetmez.’ demişti. Müminler daima şöyle dediler: ‘Rabbimiz! Ancak Sana dayandık, Sana yöneldik; dönüş de ancak sanadır.’” (Mümtehine, 4)
    “Sana emrolunanı açıkça söyle ve ortak koşanlardan yüz çevir! (Seninle) alay edenlere karşı biz sana yeteriz. Onlar Allah ile beraber başka bir ilah edinenlerdir. (Kimin doğru olduğunu) yakında bilecekler!” Hicr 15/94-95-96
   Ilımlı bir yaklaşım hakkın güzel ifadelerle ortaya konulmasıdır. Yoksa ılımlı yaklaşımdan kasıt bir takım çevrelerin şirk, bidat ve hurafelerle doldurdukları bir din yapısını görmemezlikten gelmek demek değildir. Peygamberimiz, sahabesi ve daha sonra yaşayan âlimler hiçbir zaman hakikatleri ortaya koymaktan çekinmemiştir. Etraflarında ne kadar insanın olduğu ve gerçekleri söylemesi halinde insanların onun yanından uzaklaşabileceği endişesine kapılmamışlardır.
   Bazı çevreler ile ortak noktalarda buluşulabilir mi? Diye çok düşündüm. Ama bunun kısmen ve bazı cemaatler için mümkün olabileceğini anladım. Örneğin tabi oldukları âlime ait kitabın Allah tarafından yazdırıldığını iddia eden bir toplulukla anlaşmanın mümkün olamayacağını gördüm. Allah’ın yakınından ilahlar edinen ve onları Allah’ı sever gibi seven bir toplulukla anlaşmanın mümkün olamayacağını gördüm. Sadece Kuran’ı alıp, sünneti görmezden gelen bir toplulukla ortak noktada buluşmanın mümkün olamayacağını gördüm. Bunun birçok örneği verilebilir. Yıllar öncesinden gelen bir tecrübeyle ifade ediyorum ki, çeşitli cemaatler içerisinde bulunarak yanlışlıklara karşı mücadeleyi bizzat denedim. Ama bunun sadece taviz vermekten ve gerçekleri yumuşatmaktan öteye gitmediğini gördüm. Olumlu yaklaşalım, ılımlı olalım ve zamanla öğretelim diye diye yıllarımız geçti. Ama taviz veren hep biz olduk. Bu yaklaşımımızla karşı taraf inandıklarından hiç taviz vermediğini gördüm.
   Ortak nokta da buluşmak için gayret sarf edecek olunursa diğerlerinin yaptıklarını görmezden gelmekten başka çare bulunmamaktadır. Aksi halde göz göre göre yanlışlar ile ortak noktada durmak mümkün değildir. Yani bir kova su içerisine bir damla idrar damladığını görseniz, görmezden gelerek o suyu içmeniz mümkün değildir. Mutlaka tiksinir ve içemezsiniz. Ortak noktalardan kasıt güzel ahlaka yönelik tebliğ çalışması dersek bu ilk bakışta olumlu bir yaklaşım olarak kabul edilebilir. Ancak bir gün mutlaka ihtilaf edilen konular karşımıza çıkacak ve ayrılık yeniden ortaya çıkacaktır.
   Daha önceki dönemlerde ve günümüzde insanlara yaklaşımda ortak noktaları dikkate alarak çaba harcayanlar hakkı tebliğ ederken taviz vermek zorunda kalmışlardır. Çünkü diğerlerini gücendirmek ve onların değerlerine dil uzatmamak adına haktan ödün verilmek ya da yumuşatıcı tevillere gidilmek zorunda kalınmıştır. Hakk’ı savunanlar sırf tebliğ için olumlu yaklaşımlarda bulunmak adına büyük bir itina gösterirken, aynı davranış diğerlerinde görülmemektedir. Hatta biraz olsun kendi görüşlerine ters bir şey söylendiğinde hemen hakarete başvururlar. Sizi sapık ilan ederken hangi kategoriye girdiğinizi bile söylerler.
    Peygamberimiz (s.a.v.)’de sırf getirmiş olduğu inanç esasları yüzünden birçok sıkıntılar, dışlamalar, alay etmeler ve hatta işkenceler ile karşılaşmıştır. Onun sünnetine tabi olanlarda aynı sünneti mutlaka yaşayacaklardır.
    Peygamberimize Darü’n-Nedve’de söz sahibi olmayı teklif edenler, biraz senin dinine, biraz bizim dinimize göre yaşayalım diye teklif edenler, ondan bazı ortak noktalarda buluşmayı teklif ettiler. Ama peygamberimiz (s.a.v.) taviz vermeden Allah’ın dinini O’nun istediği şekilde ortaya koymaya çalıştı ve Hakkı batıl ile asla karıştırmadı.
   Hz. Peygamber (s.a.s), Kâbe’yi tavaf ederken Kureyş müşriklerinden yaşlı ve sözü geçen kimselerden bir grup yanına geldi:
- Sana bir teklifimiz olacak. Onda hem senin için, hem de bizim için iyilikler var!
- Teklifiniz nedir?
- Sen bizim ilahlarımız Lat ve Uzza’ya bir yıl tap! Biz de senin ilahına bir yıl tapalım. Böylece aramızda barış meydana gelsin. Senin taptığın bizim taptığımızdan daha hayırlı ise biz ondan nasibimizi almış oluruz. Eğer, bizim taptıklarımız daha doğru ise, sen de ondan nasibini almış olursun!
- Ben Allah’a ibadet ederken, kendisinden başkasına ortak koşmaktan Allah’a sığınırım!
Bu konuda Allah katından da şu ayetler indi:
   “(Ey Rasûlüm!) De ki: “Gökleri ve yeri yoktan var eden, (bütün yaratıkları) beslediği halde, beslenme ihtiyacı olmayan Allah’tan başkasını mı veli (dost ve işlerimi kendisi kendisine bıraktığım vekil) edineceğim?” (Yine) de ki: “Bana, Müslüman olanların ilki olmam emredildi ve aslâ müşriklerden olma! (buyuruldu.)” En’am 6/14
  “(Rasûlüm!) De ki: “Ey kâfirler!” (Ey, İslâm karşıtları!) Kafirun 109/01
  “Sizin tapmakta olduklarınıza ben tapmam.” 109/02
  “Siz de (aslında) benim ibâdet ettiğime ibâdet/kulluk edecek değilsiniz.” 109/03
  “Zaten ben sizin taptığınız şeylere aslâ tapacak değilim.”109/04
  ‘Allah var’ deseniz bile. [10/31; 23/84-89]
  “Siz de (aslında) benim ibâdet ettiğime ibadet/kulluk edenlerden değilsiniz.”109/05
  “Sizin (bâtıl) dîniniz size, benim (hak olan) dînim de banadır.” 109/06
  Bu ayetler müşriklere ve kâfirlere karşı takınılması gereken bir tavırdan bahsetmektedir. Ancak Allah’ın dinini tahrif eden ve onu Allah’ın ve Resulunün istediği bir şekilde değil de hevesleri doğrultusunda adeta başka bir din haline getirmiş batıl ehli kimseler için düşündüğümüzde Hak ile batıl arasında bir ortak nokta olamayacağını ortaya koymaktadır.
  Ilımlı yaklaşım adına şirk, bidat ve hurafeler görmezden gelinemez. Birçok âlim ve vaaz gördüm ki, sırf bulundukları makamı kaybetmemek adına ve etraflarında bulunan insanların dağılmaması adına haktan taviz veriyorlardı. Ama bu yaklaşımlar yüzünden gerçekler hep gizli kaldı. Bir diyanet yetkilisinin hadisçiler tarafından uydurma diye ortaya koyulan bir rivayet için kendisine gelen tepkiler yüzünden “Her ne kadar uydurma olsa da âlimlerimiz kitaplarında yazmış” diyerek bir uydurmaya sahip çıkmaya çalıştığını gördüğümde Hakkın nasıl batıl ile karıştırıldığına şahit oldum.
   Tarihte İbni Teymiyye gibi hakkı söylemekten çekinmeyen âlimler de oldu. İnsanların uzaklaşacağı endişesine kapılıp da herkesin memnun olacağı bir yola başvuranlar da oldu.
   Tekfircilik elbette kötü bir davranıştır ve büyük bir fitnedir. Ama kimseyi tekfir etmeden insanları Hakka davet ederken delilleri ile konuları izah etmekten de asla geri durmamak gerekmektedir. Yoksa bu şekildeki yaklaşımlar yüzünden batıl bir gün gelir Hak diye insanların karşısına çıkartılır. Hak çeşitli çekinceler yüzünden gizlenmektedir. Oysa bu dava Hakk’ı hiçbir kimseden çekinmeden ve gerektiğinde canını dahi ortaya koymaktan çekinmeyen insanlar ile başarıya ulaşacaktır. İlk bakışta ılımlı ve görmezden gelinen yaklaşımlar ile etrafınızda insan toplulukları oluşabilir. Bu nefislerin de hoşuna gidebilir. Ama bu gün olduğu gibi daha iman esaslarından dahi habersiz, hastalıklı bir itikada sahip, şirkin ve bidatlerin içinde yüzen, en küçük bir zorluk karşısında püsünen bir topluluk ortaya çıkar. Varsın az olsun ama sağlam bir toplum olsun. Bu nefislere hoş gelecek kalabalıklardan daha hayırlıdır. Allah onları mutlaka hedefe ulaştıracaktır.
.
Musab KÖYLÜOĞLU

0 yorum:

Yorum Gönder

Lütfen Müslümana yakışmayan küfür içerikli yorumlar yapmayınız.

ELEŞTİRİ İLE HAKARETİN FARKI

 
Birinin eleştirilmesi ile ona hakaret edilmesi çok farklı şeylerdir. Eleştiri yapılan işteki eksikleri ya da yanlışlıkları ilmen ortaya koyarak usulü dairesinde izahatlar yapmak farklıdır. Söz konusu işe sebep olan kişinin şahsına çeşitli sıfatlandırmalar yapmak farklıdır. Şeyhlerinin de bir insan olduğunu ve onların da hata yapabileceğini söyleyenler, şeyhlerine yapılan en küçük bir eleştiriye şiddetle karşı çıkarak o hatanın asla şeyhlerine nispet edilmesini istemezler. Şeyhin söyledikleri onlar için asla muhalefet edilmeyecek bir emirdir. Çok kere şahit olmuşumdur ki; Kuran ve sünnete ters nice işler şeyh yaptığı için bir hikmeti vardır diye caiz görülmüştür. Eleştiride bulunduğum insanların cahil fanatik taraftarları Kuran ve sünnetten apaçık ortaya koyduğum delilleri arkalarına atarak şeyhlerini savunmaya geçmiş ve beni sapıklıkla, hakaret etmekle tarikat düşmanı olmakla suçlamıştır. Oysa ne tarikatın ne de insanların şahsıyla bizim bir alıp, veremediğimiz yok. Bizim derdimiz dinimizi doğru anlayıp, doğru yaşamaya çalışmak ve dinimize bulaşan yanlışlıklardan uzaklaşmaktır. Biz insanları hep buna çağırdık.
   Bazı zatların eserleri hakkında yaptığım eleştirilere şiddetle karşı çıkan ve yıllarca insanlara önderlik yapmış bir hoca efendinin ortaya koyduğum deliller karşısında söyleyecek bir söz bulamaması insanların bir takım eserleri ve alimleri ne kadar bilgisizce yücelttiklerini ortaya koymaktadır. Yüceltmelerde bulunan insanlara, meşhur olmuş ve büyük evliya olarak bilinen bir takım zatların kitabını hiç okudun mu diye sorduğumuzda ise okumadım ama çok büyük bir evliya olarak biliyorum demesi de başka bir hastalığımızı ortaya koymaktadır. Yani birileri büyük bir alim, büyük bir evliya diyor ve onlar hakkında bir takım uydurma hikayeler anlatıyor. Ve insanlarda yeterince bilmedikleri bu insanları gün geçtikçe daha da yüceltmeye devam ediyor. Onlara inanmak, onların görüşlerini nerdeyse amentünün esaslarındanmış gibi kabul etmek gerekiyor. Onların eleştirisini yapmayı bırakın, bunu söz konusu dahi yaptığınız anda sizin helak olmanız artık kaçınılmaz olmuştur. Yakında Allah’ın sizi cezalandıracağı ve ateşle oynadığınız için bir gün ateşin sizi yakacağı gönüllü fanatik savunucular tarafından size hep hatırlatılır. Bundan sonra başınıza bir bela gelmesi, ağzınızın, burnunuzun yamulması veya başınıza bir felaket gelmesi beklenir. Başınıza bir musibet geldiği zaman da Allah’ın cezalandırdığı, saadatın kılıcının kestiği, mübareğe ya da evliyaya dil uzattığınız için cezalandırıldığınız yakıştırılması yapılır. Bu cahillerin din anlayışı işte böyle saçmalıklarla şekillenir.
 
 
MUSAB KÖYLÜOĞLU

0 yorum:

Yorum Gönder

Lütfen Müslümana yakışmayan küfür içerikli yorumlar yapmayınız.

RABITA BELGESELİ (HD Kalite)


0 yorum:

Yorum Gönder

Lütfen Müslümana yakışmayan küfür içerikli yorumlar yapmayınız.

DÜNYA YENİ BİR OSMANLIYA MUHTAÇTIR.

 
 İslam aleminin tarihinde önemli başarılarla adı geçen, İslam sancağını üç kıtaya ulaştıran, İslam’ın yayılmasında büyük hizmetleri bulunan Osmanlı İmparatorluğu artık Müslümanların hayallerini süslemektedir.
    Osmanlı İmparatorluğu, her ne kadar eleştirilecek yanları olsa da hatalarıyla beraber ümmetin birliğini sağlayan halife ve devlet yapısıyla yıkılış dönemleri haricinde dünya üzerinde güçlü bir şekilde yüzyıllarca hüküm sürmüştür. Bir çok toplumu içinde barındıran etnik yapısına rağmen farklı toplumları bir arada tutmayı başarmıştır. Osmanlının sancağını diktiği yerlere adalet, huzur ve hizmet götürmesi bünyesinde barındırdığı toplumların hayranlığını kazanmasına neden olmuştur. Huzur ve adaletin yerleştiği toplumlar içinde farklı dinlere mensup olanlar İslam’ın adaletine şahit oldukları için hayranlıkla İslam dini ile müşerref olmuşlardır. Osmanlı asıl fethi toprak kazanmakla değil götürdüğü adalet ve zulmetmeyen şefkatli yönetimiyle gönülleri kazanmakla yapmıştır. İslam en büyük gelişimini bu anlayışla Osmanlı İmparatorluğu döneminde görmüştür.
   Osmanlı İmparatorluğunun gücünün ve adaletinin perde arkasındaki gerçek elbetteki, İslam’dı. Çünkü İslam bütünüyle İnsan hakları evrensel beyannamesidir. İslam’ın üzerinde insana hak ve özgürlük veren başka bir sistem bulunmamaktadır. Osmanlı İslam şeriatı ile sunduğu bu hak ve adalet sayesinde Müslim olsun, gayri Müslim olsun zulme engel olmuş ve zalimlerin hep önünü kesmiştir. Bir çok kereler Hıristiyan alemi birleşerek saldırmış ancak Osmanlıyı devirmeye muvaffak olamamıştır. Savaş alanında başarılı olamayan Hıristiyan alemi, ajanları ve misyonerleri vasıtasıyla Osmanlı içerisine soktuğu tefrika ile, yıllarca planlı bir şekilde yapılan hile ve desiselerle imparatorluğu yıpratmışlardır.
   Bu çalışmalar neticesinde İslam’a bulaştırılan Şirk, bidat, hurafe ve uydurma hadisler Müslümanların her geçen gün kan kaybetmesine neden olmuştur. Bozulan İslam’i anlayış Müslümanların şirk’e ve hurafelere bulaşmalarına neden olmuştur. Son dönem itibariyle tevhidden uzaklaşarak hurafelere bulaşan Osmanlıdan Cenab-ı Hak (c.c.) gücünü almıştır. Yıpranan ve gücünü kaybeden devlet yapısı bir yana ümmetinde İslam’dan uzaklaşması, farklı sistemlerden medet ummaları neticesinde Allah (c.c.) eğriyi doğruyu bir birinden ayırt edecekleri idraklerini almıştır.
   “Ey iman edenler! Siz Allahı sayar haramlardan sakınırsanız Allah size hakkı batıldan ayırd edecek bir anlayış kuvveti verir, sizin günahlarınızı örter, sizi affeder. Allah büyük lütuf sahibidir.”Enfal 8/29
    Bu nedenle Osmanlı ve bünyesinde barındırdığı toplumlar için en öncelikli değer İslam olmaktan uzaklaşmış, başka öncelikler ortaya çıkmıştır. Bu öncelikler arasında ilk sırayı ırkçılık, batı hayranlığı ve mezhepçilik almıştır. Bu etkenler nedeniyle adaletten uzaklaşılmış, huzur ortamı yok olmuştur.
    “Bu bir topluluk iyi gidişini değiştirmedikçe, Allah’ın da verdiği nimeti değiştirmeyeceğinden ve Allah’ın işten ve bilen olmasındandır.”Enfal 8/53
    “Bir millet kendini bozmadıkça Allah onların durumunu değiştirmez. Allah bir milletin fenalığını dileyince artık onun önüne geçilmez. Onlar için Allah’tan başka hami de bulunmaz.”Rad13/11
   İngilizlerin ve diğer İslam düşmanlarının ayartmasıyla batılı hayranlığı, ırk ve mezhebe dayalı devlet kurma ve bağımsızlık peşinde koşanlar Osmanlıya ihanet etmiş, içerden ve dışardan buldukları destekle İmparatorluğun parçalanmasında büyük rol oynamışlardır. Haçlı seferleriyle Osmanlıyı yıkamayan Hıristiyan alemi soktukları tefrikayla sonunda emellerine ulaşmışlardır.
   Osmanlının bağrından kopan, güya bağımsızlığını ilan ederek devlet kuran toplumlar. Gerçekte hiçbir zaman bağımsız olmamışlar, işbirliği yaptıkları egemen güçlerin sömürgesi olmuşlardır. Bu egemen güçlerin kuklaları devlet yönetimindeki yerini almış, onların emirleri doğrultusunda saltanatlarını devam ettirme karşılığında halklarına zulmedici kanunlar çıkarmışlardır. Büyük bir sevinç ve heyecanla bağımsızlık ilan ederek küçük olsun benim olsun anlayışıyla kurulan bu devletlerin halkları hayır gördükleri şeyde şer olduğunu daha sonraları anlayabildiler. Egemen güçler ve kuklalarının yıllardır uyguladıkları Allah’tan uzak zulüm kanunları, katliamlar ve despotluklar kıymeti bilinmeyen Osmanlının ne kadar da gerekli olduğunu hatırlatmış ancak iş işten geçmiştir. İslam alemi hala kendini toparlayamamaktadır.
   Günümüz dünyasının despot ve zalim egemen gücü Amerika, İnsanlık aleminin baş belası İsrail ve küfür düzeninin gücünü elinde bulunduran bütün gayri İslam’i , gayri insani ve gayri ahlaki güçler dünyayı kana bulayarak saldıkları korku, İslam’ı yok etmek adına çıkardıkları kanunlarla zulümlerine devam etmektedirler. Tabiri caiz ise köpeksiz köy buldular elleri değneksiz gezmektedirler.
   Irk ayrılığı, mezhep ve cemaat ayrılığılı vb. etkenlerle gücünü kaybeden ve kendisine güç veren bütün değerlerini yitiren İslam alemi de bu zalim güçlere bırakın karşı çıkmayı; korkularından kendi kardeşlerini daha iyi ezmeleri için lojistik destek sağlamaktadır. Ordularına üs vermekte, kapılarını sonuna kadar açmakta ve hava sahalarını kullandırmaktadırlar.
   Bir zamanlar Osmanlının atının üzengisini öpen, kapısında hizmet etmeyi şeref sayanlar maalesef bu gün üzengilerini öptürmekte, İslam toplumunun önderleri de aman dilemek için sıraya girmektedir. Bir zamanlar Fransa da peyda olan dansı bir emriyle yasaklayacak kadar korkulan, daha ordusu yola çıkmadan korkusunun en ücra köşelerine kadar ulaştığı Avrupa bu gün her ne pahasına olursa olsun kapısında köle olmaya razı olunan bir güç haline gelmiştir.
   Bu nedenle Osmanlı ruhunun tekrar diriltilmesi, İslam ahlakının yerleşmesi, birlik, beraberliğin sağlanması için zorunlu olmuştur.
   Dünya ve en önemlisi İslam alemi diriliş ve kurtuluşu için, zulümlerin bitmesi adaletin sağlanması için yeni bir Osmanlıya muhtaçtır. Bunun sağlanmasında en öncelikli mesele İslam’ın doğru anlaşılması ve tevhidin yerleşmesidir. Bunun neticesinde Cenab-ı Hak (c.c.) İslam’a yeniden zafer kapılarını açacaktır. Bunda hiçbir şüphe yoktur. Çünkü bunu yaradan vaad etmektedir. Ve onun vaadinde asla şaşma olmaz.
.
.
Musab KÖYLÜOĞLU

0 yorum:

Yorum Gönder

Lütfen Müslümana yakışmayan küfür içerikli yorumlar yapmayınız.

SAPTIRICI İMAMLAR

  İmam kelime olarak önde olan, öne geçen manasına gelir. Geçmişten günümüze kadar ilmi açıdan kendisini yetiştirmiş, ameliyle örnek olmuş ve insanları Allah’ın (c.c.) rızasını kazanmaya sevk edici imamlar elbette olmuştur. Bu insanlar Allah’ın (c.c.) kitabının ve peygamberin sünnetinin savunucusu olmuşlardır. 14 asırlık İslam tarihinde yaşamış, peygambere varis olma görevini ilmi ve ameliyle en üst düzeye çıkarmış, ümmeti aydınlatıcı ve hidayete sevk edici birçok imamlar yaşamıştır. Allah onlardan razı olsun. Onlar ilmi çalışmaları ile dine hizmet etmişler ve dine karıştırılmaya çalışılan şirk, bid’at ve hurafelerin tespitinde büyük hizmette bulunmuşlar, ümmetin bu tehlikelerden uzaklaşmasını sağlamışlardır. Kuran’ın tefsiri, fıkıh usulü, hadisi şeriflerin tespiti ve İslam tarihinin değerlendirilmesi üzerine yaptıkları ilmi çalışmalarla büyük hizmetlerde bulunmuşlardır.
   Bununla birlikte bir de saptırıcı imamlar ortaya çıkmış ve bu saptırıcı imamlar gerek tâğut korkusu, gerek yanlış inanışlar ve gerekse İslam düşmanlığı nedeniyle Allah’ın (c.c.) dininde hep tahrifata yol açmışlardır. Kimileri tâğut’un düzeninde, tâğut’un bekâsı uğrunda Allah’ın (c.c.) emrini gizlemişler yada bu emirleri yumuşatarak yanlış bir imanın yerleşmesine sebep olmuşlardır. Kimileri atalarından, cemaatlerinden ve takip ettikleri büyüklerinden gördüklerini sorgusuz doğru kabul edip, onlar yaptıysa doğrudur anlayışıyla aynen devam ettirmişlerdir. Tabi İslam düşmanları da boş durmamış, İslam’ı birçok Müslüman’dan iyi bilen âlim misyonerler yetiştirip, Müslümanları haktan saptırma, bid’at ve hurafelere daldırma noktasında büyük başarılar elde etmişlerdir.
   İslam tarihinde ümmeti şirk, bid’at ve hurafelere sevk edici imamlar da olmuştur. Bu imamların kimi zaman kendi hataları, kimi zamanda sonraki nesillerin onları tabulaştırması ümmeti yanlışa sürüklemiştir. Bazen de İslam’dan önceki inançlarının etkileriyle dine yeni şeyler sokanlar olmuş, bazen de kapıldıkları felsefi akımların etkileri ile kelimeler, kavramlar içine gömülmüşler ve fikirleriyle ümmeti de bu bataklığa sürüklemişlerdir. Bazıları da şeytanın kulaklarına fısıldamasını velayet vahyi diye uydurmuş yada ilham zannetmişler ve dine yaptıkları montajla inananları dalalete sürüklemişlerdir.
   “Çünkü o iftiracılar şeytanlara kulak verirler, esasen onların çoğu yalancıdırlar.”[1]
   “Böylece biz her peygambere, insan ve cin şeytanlarını düşman yaptık. Onlardan kimi kimine, aldatmak için birtakım yaldızlı sözler fısıldayıp telkin ederler. Eğer Rabbin dileseydi, bunu yapamazlardı. O halde onları, düzmekte oldukları yalanlarıyla baş başa bırak!”[2]
   “Ben onları ne göklerin ve yerin yaratılışına, ne de kendilerinin yaratılışına şahit tuttum. Saptıranları da hiçbir zaman yardımcı edinmiş değilim.” Kehf 18/51
   Sureti hak’tan görünen bu imamlar halk içinde büyük saygınlık kazandıkları için insanlarda onların yaptıklarında hikmetler aramışlardır. Şeytanın kulaklarına fısıldadığı bu tip saptırıcı imamların verdikleri zararı bu dine kimse vermemiştir. Sıradan bir insanın dine yeni bir şey sokması mümkün değildir. Çünkü kimse onu dinlemez. Ancak imam kabul edilen, sözüne itibar edilen birisi dine bid’at ve hurafeleri kolayca monte edebilir. Bununla beraber dine sokulan bir bid’ati de tecrit edebilir. Yani dine zarar gelmişse yanlış yola sapmış imamlardan gelmiştir.
   Peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyor ki; “Sizin için Deccal’den daha çok Deccal olmayanlardan korkarım.”
   “Onlar kimlerdir?” diye sorduklarında
    “Saptırıcı imamlardır.”[3] Buyurmuştur.
   Günümüzde ortaya çıkan bazı insanlar var ki; tabi oldukları cemaatin fanatiği olmuşlardır. Fazla bir bilgileri olmamasına rağmen cemaatleri içerisinde âlim olarak yer edinmiş ve itibar görmüşlerdir. İnsanların anlamadığı ölçüde ve Arapça lügavi süslemelerin olduğu sohbetleri çok severler. Çünkü bu onların insanlar arasındaki saygınlığını artırmaktadır.
   “İnsanlardan öylesi vardır ki, bilgisizce Allah yolundan saptırmak ve o yolu eğlenceye almak için, eğlencelik asılsız ve faydasız sözleri satın alır. İşte onlar için aşağılayıcı bir azap vardır.” Lokman 31/6
   Bazıları vardır Kuran ve sünnet ölçülerinde kendilerini uyaran insanları ya cahillikle yada sapıklıkla suçlarlar. Hak kendilerine apaçık ortaya konulmasına rağmen cemaatleri içerisindeki yerlerini kaybetmemek için hala yanlışta ısrar ederler. Kendi görüşlerinden farklı olarak ilmi gerçekleri ortaya koyanlara bilgisizce karşı çıkarak onları sapık ilan ederler. İlmi alt yapıları oldukça zayıf olmasına rağmen büyük bir âlim edasında insanları hakka davet ettiklerini zannederler. Ve hakka çağıranları dahi saptırmakla suçlarlar. Onlar tarafından sapık olarak damgalanan insanların görüşlerinin ne olduğu dahi önemli değildir artık insanlar için. Bu âlim zannedilen cahiller tarafından sapık olarak damgalandınız mı? Artık bir daha yanınıza yaklaşılmaktan dahi korkulur. Bundan sonra sizin söylediğiniz ne Kur’an nede sünnetin hiçbir önemi yoktur.
   Bir takım insanlar var ki; imam olmuşlardır. Toplum içerisinde imamlığın kendilerine kazandırdığı itibar ile yaşarlar. Bulundukları ortamlarda onlara saygı duyulur, başköşeye oturtulur. Söylediklerinin ilmi değer taşıyıp, taşımaması halk için fazla önemli değildir. Zaten bunu tartacak ilme sahip insanlar da çok az olduğundan meydan onlara kalmıştır. İnsanların babalarından duydukları, cemaatlerin menfaatlerine ters düşmeyen, suya sabuna dokunmayan bir tarzda dini anlattıkları sürece ne söyleseler alınır ve kabul edilir. Ama ne zaman ki insanların babalarından gördükleri dine ters bir eleştiri, bağlı bulundukları cemaate, imama ve şeyhe eleştiri yapılır; işte o zaman hemen o kimselere sapık damgası vurulur.
    “Ey iman edenler, şurası bir gerçektir ki, hahamlar ile rahiplerin bir çoğu insanların mallarını haksız yere yerler ve Allah yolundan saptırırlar….” Tövbe 9/34
   Bu ayetin Hahamlar ve Rahipleri anlattığı ve bizi ilgilendirmediği düşünülebilir mi? Yani Müslümanlar içerisinde onların mallarını haksız yere yiyen din adamları olmadı mı? İnsanları Allah’ın tertemiz yolundan saptıranlar olmadı mı? Bu ayetler Hahamları ve Rahipleri ilgilendiriyorsa Allah niye Müslümanlara bunları anlatsın? Kuran’da geçmiş kavimlerden de bahsediliyor. O ayetler de bizi ilgilendirmiyor mu demek lazım. Allah (c.c.) bu ayetler ile bizim de aynı hatalara düşebileceğimiz uyarısında bulunmaktadır.
   Bu ayetin tefsirinde Mevdudi şöyle diyor: “Bu dini önderler şu iki günahtan dolayı suçludurlar: Birincisi, bunlar aslı esası olmayan fetvalar satarak, rüşvet, hediye ve mükâfatlar alarak halkın elindeki serveti yiyip tüketirler. Aynı şekilde bu kimseler, halkı kendilerinden, henüz hayattayken kurtuluş ve beratlarını satın almaya teşvik eden ve ölümlerini, evlenmelerini bu cennet ‘tekelciler’inin koyduğu bir fiyatı ödemeye bağımlı kılan dini tören ve düzenlemeler icad ederler. Bu günaha ilaveten ikinci olarak da, kendi çıkarları için çeşitli sapıklıklara meydan vermek ve her hakiki tebliğ yolu üzerine âlimane hilelerini “muttaki” gibiymişcesine şüphelerini dikmek suretiyle insanları Allah yolundan alıkoyarlar.”
  Müslümanlar içerisinde de âlimane cahillikler peydah ederek Allah’ın dininden sapmalara neden olmaktadırlar. Bunlar bizzat Allah’ın yolundan alıkoymazlar. Ama yaptıkları bidatler ile günün birinde temiz şeriatin yolundan saptırmış olurlar.
   Cahil imamların bilgisizlikleri sadece kendilerini değil kendisini takip eden cemaatlerine de büyük zararlar vermektedir. Onlar sapık ilan ettikleri insanların, hakkı tebliğini bilmeden engellemiş olurlar.
   Bu tip cahillerin verdiği zararı bu dine kimse vermemiştir. Hakkı tebliğ edenlerin önündeki en büyük engellerin başında bu saptırıcılar gelmektedir.
.
.
Ebu Muhammed Musab KÖYLÜOĞLU

[1] Şuara 26/223
[2] En’am 6/ 112
[3] Ahmed bin Hanbel

0 yorum:

Yorum Gönder

Lütfen Müslümana yakışmayan küfür içerikli yorumlar yapmayınız.

KABİRLERİ TAVAF ETMEK

   
Türbelerde yapılan sapıklıklardan bir tanesi de türbedeki yatan kişinin kabrinin tavaf edilmesidir. Özellikle Şia mezhebine ve Alevilere mensup insanlar tarafından ehli beytin ve imamların kabirleri tavaf edilmektedir. Ehli Beyt’in kabirlerini mescid edinerek oralarda ağıtlar yakmakta kabirleri tavaf ederek, ellerini yüzlerini sürüp öpmekte ve kabirde bulunanlardan yalvararak yardım talebinde bulunmaktadırlar. Yerlerde sürüne sürüne girdikleri türbelerde çeşitli aşırılıklar yapmaktadırlar.
    Bu davranışların şirk olduğunda en küçük bir tereddüt bulunmamaktadır. İslam bu sapıklıklara savaş açmıştır. Tevhidin özünde şirk olan bu davranışlarla mücadele vardır. Bu yapılanların İslam ile hiç bir alakası bulunmamaktadır. Bu sapık davranışların yapıldığı kabirlere ziyaretin önlenmesi ve yasaklanması gerekmektedir. Mevcut türbelerin, özellikle tüm İslam alemince meşhur olmuş İslam büyüklerine ait olanların yıkılması çok zor olduğuna göre hiç olmazsa bundan sonra türbe yapılmasına müsaade edilmemelidir. Böyle bir işi başarmak için her şeyden önce Müslümanların, türbenin dinde olmadığına inandırılması ile sağlam bir itikad ve siyasi güce sahip olmak gerekmektedir. Yoksa böyle bir işe kalkışan birisinin kafir ilan edilmesi ve İslam toplumlarında oluşacak infialin ve iç savaşların önüne geçmek mümkün olmayacaktır. Hatta bu öylesine yerleşmiş bir bidattir ki, dinin ana esasları gibi yerleşmiştir. Bu bidatin ortadan kaldırılması dinin ana esaslarından birinin inkarı gibi kabul edilecek hale gelmiştir. Örneğin Irak savaşında yüz binlerce Müslüman’ın öldürülmesine sadece üzülmekle yetinen diğer Müslümanlar. Ehli Beytin ve İmam Ebu Hanife gibi alimlerin türbelerinin zarar görmesiyle büyük bir infial meydana getirmişlerdir. Yani türbeler artık tapınılan birer put haline gelmiş bulunmaktadır.
.
.
.
Ebu Muhammed Musab Köylüoğlu

0 yorum:

Yorum Gönder

Lütfen Müslümana yakışmayan küfür içerikli yorumlar yapmayınız.

EZAN DUASINDAKİ BİDATLER

 
  Dinimize bulaştırılan bidatleri çıkaranların ve onların peşinden gidenlerin yapmış oldukları savunma genelde Ya bidat-i hasene olarak görme ya da ne sakıncası var ki şeklinde olmaktadır. Bütün bu anlayışlar yüzünden İslam’a bir çok yenilikler bulaştırılmıştır.
   Bazıları bidat’in iyi olan ve kötü olan diye ikiye ayrıldığını iddia ediyorlar. Halbuki Peygamberimiz böyle bir ayrım yapmıyor. Üzerinde emri olmayan bir işin reddolunacağını söylüyor. Bunun aksi olursa o zaman her önüne gelen bir şeyler uydurup, dine yeni bir şey sokar ve artık din aslından uzaklaşıp tanınmaz bir hale gelir. Nitekim böyle de olmuştur.
  Bu bidatleri çıkaranlar Allah (c.c.): 
 
وَمَا اتيكُمُ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهيكُمْ عَنْهُ فَانْتَهُوا وَاتَّقُوا اللّهَ اِنَّ اللّهَ شَديدُ الْعِقَابِ


“ Size Peygamber ne verirse artık onu alınız ve sizi neden menettiyse hemen ona nihayet veriniz ve Allah’tan korkunuz. Şüphe yok ki: Allah, azabı şiddetli olandır.”
[1]

 
 
قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّهَ فَاتَّبِعُونى يُحْبِبْكُمُ اللّهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللّهُ غَفُورٌ رَحيمٌ


“Resulüm deki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki, Allah’ta sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.”

Peygamberimiz (s.a.v.)’de
“Her yenilik bidattir her bidatte sapıklıktır.”[3]
Buyurduğu halde sakınca görmedikleri bir çok bidati dinimiz içerisine sokarak tahrif etmişlerdir.
Ezan Duası:
Câbir radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allahumme Rebbe hazihi’d-da’veti’t-tamme. Vesselatil kâimeti ati Muhammedenil vesilete vel fazilete, vebashu makamen Mahmudenillezi veadteh.”
Kim ezanı işittiği zaman: “Ey şu eksiksiz davetin ve kılınacak namazın rabbi Allah’ım! Muhammed’e vesîleyi ve fazîleti ver. Onu, kendisine vaadettiğin makâm-ı mahmûda ulaştır.” diye dua ederse, kıyamet gününde o kimseye şefâatim vâcip olur.” [4]
 
Ezan duasındaki bidat: 
 
الدَّرَجَة الرَّفيع، فيما يقال بعد الأذان

“Yüksek Derecelere”
[5]
 
Ezan Duasındaki “Edderecetürrafia” (yüksek Dereceye) ibaresi ezan dualarının rivayetleri içinde mevcut değildir ve duayı da bu ibareyi ekleyerek okumak bidattir.
Hadis Ulemasından;
İmamı Abdul Fettah Ebu Gudde,Acluni,Aliyyul kari,Deyba’,Sehavi,veZerkani ezan duasının rivayetleri içinde böyle bir ibarenin bulunmadığını söylerler. Buhari, İmamı Ahmet veSünenlerdeki rivayetlerde;
“Allahümme rabbe hazihid-da’veti’t tamme ve’s-salatil kaime atiMuhammeden el-vesilete vel fazilete veb’a’shu makamen mahmudenillezi ve adteh”
 
 
 
Ebu Muhammed Musab KÖYLÜOĞLU
 
 
 

[1]Haşr 59/7
[2]Al-i İmran 3/31
[3]Müslim
[4] Buhârî, Ezân 8
[5] Keşfül hafa-Acluni-sy.483 hd.no(1289) Makasıd-Sehavi-sy.254 hd.no(484) Masnu Aliyyul kari-sy.100-hd.no(132) Mevzuat-Aliyyul kari-sy.198-hd.no(202) Muhtasarı Makasıd-Zerkani-sy.142-hd.no(467) Temyiz-Deyba’-sy.95

0 yorum:

Yorum Gönder

Lütfen Müslümana yakışmayan küfür içerikli yorumlar yapmayınız.