ILIMLI OLMAK

İslam tebliğcilerinin tebliğ görevini ifa ederken büyük bir hassasiyet göstererek insanlara yaklaşması gerekmektedir. Peygamberimiz (s.a.v.)’de dini tebliğ ederken oldukça dikkatli davranmış ve insanlara şefkatle yaklaşmıştır. Bu hususta Rabbimiz Âl-i İmran suresi 159. ayette peygamberimize şöyle buyuruyor: “O vakit Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi….”
    Peygamberimiz tebliğde ılımlı ve güzel bir yaklaşımda bulunurken İslam’ın esaslarını olduğu gibi tebliğ etmiştir. Müşriklerin yapmış oldukları işlerin yanlışlığını onların yüzlerine karşı tebliğ etmiştir. Bu gün için hele güzel ahlakı ve ortak değerleri işleyeyim ve onlarla ortak bir noktada hareket edelim, daha sonra diğer konulara geçerim demedi. Müşrikleri kendilerince vasıflandırdıkları şekilde değil, İslam’ın vasıflandırdığı bir Allah’a kulluk etmeye çağırdı. Şirk’i ve tağut’u anlatırken hükmün Allah’a ait olduğunu her zaman çekinmeden vurguladı. Yani nezaketle Hakkı her zaman ortaya koydu.
   Cenabı-ı Hak (c.c.) de bir Müslüman’ın yaklaşım tarzı hakkında şöyle buyuruyor: “İbrahim’de ve onunla beraber olanlarda, sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır. Onlar kavimlerine demişlerdi ki: ‘Biz sizden ve Allah’ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah’a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve öfke belirmiştir.’ Şu kadar var ki, İbrahim babasına: ‘Andolsun senin için mağfiret dileyeceğim. Fakat Allah’tan sana gelecek herhangi bir şeyi önlemeye gücüm yetmez.’ demişti. Müminler daima şöyle dediler: ‘Rabbimiz! Ancak Sana dayandık, Sana yöneldik; dönüş de ancak sanadır.’” (Mümtehine, 4)
    “Sana emrolunanı açıkça söyle ve ortak koşanlardan yüz çevir! (Seninle) alay edenlere karşı biz sana yeteriz. Onlar Allah ile beraber başka bir ilah edinenlerdir. (Kimin doğru olduğunu) yakında bilecekler!” Hicr 15/94-95-96
   Ilımlı bir yaklaşım hakkın güzel ifadelerle ortaya konulmasıdır. Yoksa ılımlı yaklaşımdan kasıt bir takım çevrelerin şirk, bidat ve hurafelerle doldurdukları bir din yapısını görmemezlikten gelmek demek değildir. Peygamberimiz, sahabesi ve daha sonra yaşayan âlimler hiçbir zaman hakikatleri ortaya koymaktan çekinmemiştir. Etraflarında ne kadar insanın olduğu ve gerçekleri söylemesi halinde insanların onun yanından uzaklaşabileceği endişesine kapılmamışlardır.
   Bazı çevreler ile ortak noktalarda buluşulabilir mi? Diye çok düşündüm. Ama bunun kısmen ve bazı cemaatler için mümkün olabileceğini anladım. Örneğin tabi oldukları âlime ait kitabın Allah tarafından yazdırıldığını iddia eden bir toplulukla anlaşmanın mümkün olamayacağını gördüm. Allah’ın yakınından ilahlar edinen ve onları Allah’ı sever gibi seven bir toplulukla anlaşmanın mümkün olamayacağını gördüm. Sadece Kuran’ı alıp, sünneti görmezden gelen bir toplulukla ortak noktada buluşmanın mümkün olamayacağını gördüm. Bunun birçok örneği verilebilir. Yıllar öncesinden gelen bir tecrübeyle ifade ediyorum ki, çeşitli cemaatler içerisinde bulunarak yanlışlıklara karşı mücadeleyi bizzat denedim. Ama bunun sadece taviz vermekten ve gerçekleri yumuşatmaktan öteye gitmediğini gördüm. Olumlu yaklaşalım, ılımlı olalım ve zamanla öğretelim diye diye yıllarımız geçti. Ama taviz veren hep biz olduk. Bu yaklaşımımızla karşı taraf inandıklarından hiç taviz vermediğini gördüm.
   Ortak nokta da buluşmak için gayret sarf edecek olunursa diğerlerinin yaptıklarını görmezden gelmekten başka çare bulunmamaktadır. Aksi halde göz göre göre yanlışlar ile ortak noktada durmak mümkün değildir. Yani bir kova su içerisine bir damla idrar damladığını görseniz, görmezden gelerek o suyu içmeniz mümkün değildir. Mutlaka tiksinir ve içemezsiniz. Ortak noktalardan kasıt güzel ahlaka yönelik tebliğ çalışması dersek bu ilk bakışta olumlu bir yaklaşım olarak kabul edilebilir. Ancak bir gün mutlaka ihtilaf edilen konular karşımıza çıkacak ve ayrılık yeniden ortaya çıkacaktır.
   Daha önceki dönemlerde ve günümüzde insanlara yaklaşımda ortak noktaları dikkate alarak çaba harcayanlar hakkı tebliğ ederken taviz vermek zorunda kalmışlardır. Çünkü diğerlerini gücendirmek ve onların değerlerine dil uzatmamak adına haktan ödün verilmek ya da yumuşatıcı tevillere gidilmek zorunda kalınmıştır. Hakk’ı savunanlar sırf tebliğ için olumlu yaklaşımlarda bulunmak adına büyük bir itina gösterirken, aynı davranış diğerlerinde görülmemektedir. Hatta biraz olsun kendi görüşlerine ters bir şey söylendiğinde hemen hakarete başvururlar. Sizi sapık ilan ederken hangi kategoriye girdiğinizi bile söylerler.
    Peygamberimiz (s.a.v.)’de sırf getirmiş olduğu inanç esasları yüzünden birçok sıkıntılar, dışlamalar, alay etmeler ve hatta işkenceler ile karşılaşmıştır. Onun sünnetine tabi olanlarda aynı sünneti mutlaka yaşayacaklardır.
    Peygamberimize Darü’n-Nedve’de söz sahibi olmayı teklif edenler, biraz senin dinine, biraz bizim dinimize göre yaşayalım diye teklif edenler, ondan bazı ortak noktalarda buluşmayı teklif ettiler. Ama peygamberimiz (s.a.v.) taviz vermeden Allah’ın dinini O’nun istediği şekilde ortaya koymaya çalıştı ve Hakkı batıl ile asla karıştırmadı.
   Hz. Peygamber (s.a.s), Kâbe’yi tavaf ederken Kureyş müşriklerinden yaşlı ve sözü geçen kimselerden bir grup yanına geldi:
- Sana bir teklifimiz olacak. Onda hem senin için, hem de bizim için iyilikler var!
- Teklifiniz nedir?
- Sen bizim ilahlarımız Lat ve Uzza’ya bir yıl tap! Biz de senin ilahına bir yıl tapalım. Böylece aramızda barış meydana gelsin. Senin taptığın bizim taptığımızdan daha hayırlı ise biz ondan nasibimizi almış oluruz. Eğer, bizim taptıklarımız daha doğru ise, sen de ondan nasibini almış olursun!
- Ben Allah’a ibadet ederken, kendisinden başkasına ortak koşmaktan Allah’a sığınırım!
Bu konuda Allah katından da şu ayetler indi:
   “(Ey Rasûlüm!) De ki: “Gökleri ve yeri yoktan var eden, (bütün yaratıkları) beslediği halde, beslenme ihtiyacı olmayan Allah’tan başkasını mı veli (dost ve işlerimi kendisi kendisine bıraktığım vekil) edineceğim?” (Yine) de ki: “Bana, Müslüman olanların ilki olmam emredildi ve aslâ müşriklerden olma! (buyuruldu.)” En’am 6/14
  “(Rasûlüm!) De ki: “Ey kâfirler!” (Ey, İslâm karşıtları!) Kafirun 109/01
  “Sizin tapmakta olduklarınıza ben tapmam.” 109/02
  “Siz de (aslında) benim ibâdet ettiğime ibâdet/kulluk edecek değilsiniz.” 109/03
  “Zaten ben sizin taptığınız şeylere aslâ tapacak değilim.”109/04
  ‘Allah var’ deseniz bile. [10/31; 23/84-89]
  “Siz de (aslında) benim ibâdet ettiğime ibadet/kulluk edenlerden değilsiniz.”109/05
  “Sizin (bâtıl) dîniniz size, benim (hak olan) dînim de banadır.” 109/06
  Bu ayetler müşriklere ve kâfirlere karşı takınılması gereken bir tavırdan bahsetmektedir. Ancak Allah’ın dinini tahrif eden ve onu Allah’ın ve Resulunün istediği bir şekilde değil de hevesleri doğrultusunda adeta başka bir din haline getirmiş batıl ehli kimseler için düşündüğümüzde Hak ile batıl arasında bir ortak nokta olamayacağını ortaya koymaktadır.
  Ilımlı yaklaşım adına şirk, bidat ve hurafeler görmezden gelinemez. Birçok âlim ve vaaz gördüm ki, sırf bulundukları makamı kaybetmemek adına ve etraflarında bulunan insanların dağılmaması adına haktan taviz veriyorlardı. Ama bu yaklaşımlar yüzünden gerçekler hep gizli kaldı. Bir diyanet yetkilisinin hadisçiler tarafından uydurma diye ortaya koyulan bir rivayet için kendisine gelen tepkiler yüzünden “Her ne kadar uydurma olsa da âlimlerimiz kitaplarında yazmış” diyerek bir uydurmaya sahip çıkmaya çalıştığını gördüğümde Hakkın nasıl batıl ile karıştırıldığına şahit oldum.
   Tarihte İbni Teymiyye gibi hakkı söylemekten çekinmeyen âlimler de oldu. İnsanların uzaklaşacağı endişesine kapılıp da herkesin memnun olacağı bir yola başvuranlar da oldu.
   Tekfircilik elbette kötü bir davranıştır ve büyük bir fitnedir. Ama kimseyi tekfir etmeden insanları Hakka davet ederken delilleri ile konuları izah etmekten de asla geri durmamak gerekmektedir. Yoksa bu şekildeki yaklaşımlar yüzünden batıl bir gün gelir Hak diye insanların karşısına çıkartılır. Hak çeşitli çekinceler yüzünden gizlenmektedir. Oysa bu dava Hakk’ı hiçbir kimseden çekinmeden ve gerektiğinde canını dahi ortaya koymaktan çekinmeyen insanlar ile başarıya ulaşacaktır. İlk bakışta ılımlı ve görmezden gelinen yaklaşımlar ile etrafınızda insan toplulukları oluşabilir. Bu nefislerin de hoşuna gidebilir. Ama bu gün olduğu gibi daha iman esaslarından dahi habersiz, hastalıklı bir itikada sahip, şirkin ve bidatlerin içinde yüzen, en küçük bir zorluk karşısında püsünen bir topluluk ortaya çıkar. Varsın az olsun ama sağlam bir toplum olsun. Bu nefislere hoş gelecek kalabalıklardan daha hayırlıdır. Allah onları mutlaka hedefe ulaştıracaktır.
.
Musab KÖYLÜOĞLU

0 yorum:

Yorum Gönder

Lütfen Müslümana yakışmayan küfür içerikli yorumlar yapmayınız.