KADIN VE TOPLUM

  Allah (c.c) bütün yaratıklarını çift yaratmıştır. İnsanda çift yaratılmıştır.
  “Ve her şeyden iki çift yarattık. Tâ ki, düşünesiniz.”
[1]
   Öyle bir yaratılış ki; her çift canlı bir birine bağımlı olarak yaratılmıştır. Erkek olmadan dişinin, dişi olmadan erkeğin yaşaması, mahlukatın düzeninin devam etmesi mümkün değildir. Tek olmak ancak Allah’a mahsustur.İnsanoğlu da erkek ve kadın olarak çift yaratılmış ve bir biri için dünya hayatında dost, arkadaş; hatta bununda ötesinde tek vücut olmuştur.
   “O gökleri ve yeri yaratan, sizin için kendi cinsinizden eşler kılmıştır, hayvanlardan da çiftler yaratmıştır Bu sûretle çoğalmanızı sağlamıştır. Onun misli gibi bir şey yoktur ve O hakkıyla işiticidir, görücüdür.” [2]
   “Ve o’nun âyetlerindendir ki, sizin için nefislerinizden zevceler yaratmış, onlara ısınasınız diye ve aranızda bir sevgi ve merhamet yapmıştır. Şüphe yok ki, tefekkür edecek olan bir kavim için bunda elbette ibretler vardır.” [3]
   Allah erkek ve kadınlara öyle özellikler vermiştir ki, her çift tam anlamıyla biri birini tamamlar.
    Erkek: Biraz sert mizaçlı, anatomik yapı olarak biraz daha kuvvetli, koruma ve yönetme içgüdüsü olan bir varlıktır.
    Kadın: Erkeğe göre biraz daha yumuşak başlı, yapı olarak zayıf, korunmaya ve yönetilmeye muhtaç bir varlıktır.
    Kadın ve erkek biri birine istekli ve arzulu olarak yani aralarında bir mıknatıs çekimi olan bir yapıda yaratılmışlardır.Toplumların çekirdeğini bu ikili oluşturur. Bu çekirdek yapının bir biri ile uyumu ne kadar iyi olursa toplumların huzuru ve mutluluğu da o kadar iyi olur.Erkek ve kadın arasındaki cinsellik, sevgi ve hisleri insanlığın başlangıcından günümüze kadar öyle boyutlara ulaşmıştır ki bu uğurda insanlar bir birini öldürmüş, hatta ülkeler bir biriyle savaşmış ve İnsanlar bu uğurda her türlü kötülüğü yapmışlardır.
   Kadın diğer canlıların dişilerinden farklı olarak her hali ve yapısıyla erkeğin ilgi alanına girer. Bu nedenle yarattıklarının yapısını çok iyi bilen Allah (c.c) kadınlara örtünmelerine hatta konuşmalarına bile sınır koymalarını emretmiştir. Çünkü kadının yapısını her haliyle erkeği cezp eder.
   “Ve mümin kadınlara da söyle: Gözlerini sakınsınlar ve avret mahallerini muhafaza etsinler ve ziynetlerini açmasınlar, onlardan her zahir olanı müstesna ve baş örtülerini yakalarının üzerine sarkıtsınlar ve ziynetlerini açıvermesinler.”[4]
   İnsanı ilk yaratılışından beri Allah (c.c) bir nizam içerisinde yaşatmak istemiştir. İnsanları imtihan eden Allah (c.c) ona cüzi bir irade vermiş; Eğriyi, doğruyu ayırt edecek melekeler vermiştir. Emirlerini Peygamberleri vasıtasıyla göndermiş ve bu emirlere uyulması yada uyulmaması hususunda imtihana tabi tutmuştur.Bu nizam içinde kadın, erkek arasındaki yaşam tarzını belirlemiştir.
   Bu nizama uyan toplumlar daima mutlu olmuştur. Ancak zamanla bozulan, Allah (c.c)’ın emirlerinden uzaklaşan kavimlerde ve toplumlarda bu kadar istek ve arzu kaynağı olan kadın artık cinsel bir meta olarak görülmüş, asaletini yitirmiş, aşağılanmış ve ezilmiştir.
   İslam’ın ilk doğduğu dönemde kadınların durumu çok acı idi. Kadınlar cinsel ihtiyacın karşılandığı, zenginlerin eğlence sofralarında meze olan ve bu aşağılanmayı istemeyen babaların vicdan azabı çekse de diri, diri toprağa gömdüğü bir varlıktı. İslam bu durumdaki kadını kurtararak ona şeref, iffet ve insan olmanın erdemlerini kazandırdı.
   İslam’ın zuhurundan sonra şeref ve iffet kazanan kadın Müslümanların dinden uzaklaşmaları ile dünya hakimiyetini ele geçiren küfür ehli tarafından tekrar her şeyini kayıp etti.
   Kadın toplumun en önemli temel taşını oluşturur. Kadınlarının ahlaki seviyesi yüksek olan toplumlar daima başarıya ulaşmıştır. Şayet bu ahlaki seviye düşmüş ise o toplumlar yok olmaya mahkum olmuştur.İslam kadına şeref ve iffet kazandırırken küfür ise kadını aşağılamıştır.İslam’da kadın anadır, bacıdır en mukaddes değerlerden biridir ve gerektiğinde onun ırzı ve namussu uğrunda can verilir. İslam dışı toplumlarda ise cinsel ihtiyacın tatmin edildiği namussunun ve iffetinin ayaklar altına alındığı bir varlık olmuştur. Bu günün dünyasında kadının kullanılmadığı yer yoktur. Kadınlar satılmakta, bunun için genelevler açılmakta onun cinselliği her türlü reklam alanında kullanılmaktadır. Piyasaya çıkarılan ve moda diye yutturulan, kadının her türlü cazibesini ön plana çıkaran kıyafetler üretilmekte ve bu kıyafetler tam anlamıyla kadını cinsel tahrik unsuru haline getirmektedir.
   Kadını aşağılayan düzenler bütün bu yozlaşmanın, aşağılamanın zeminini hazırlayan onlar değilmiş gibi birde kadına şeref ve iffet kazandıran İslam’a dil uzatarak suçlamaktadır.Oysa İslam’da kadın mukaddestir.Kadın asla satılmaz, asla bir teşhir ve reklam aracı değildir. Ancak kocasına aittir. Başkalarına süslenmez ve başkalarını tahrik etmez.Müslüman kadının kıyafetini gericilik ile suçlayan ahmaklar, çıplaklığı çağdaşlık saymakta, kadının aşağılanması genel evlerde pazarlanması, sokakların panayır yerine dönmesi ve kadınların her türlü mahremiyetinin kullanılarak ortaya dökülmesini çağdaşlık saymaktadır.
    Kadın Rabbi’ne yaklaşarak ondan korkmalı kendisine saygınlık kazandıran İslam’a yönelmelidir.Ancak kocasına ait olmalı ve geçek kimliğine bürünmelidir. Efendimiz (s.a.v) Kadınlar sizler için Allah’ın emanetidir buyuruyor.Emanete sahip çıkmak Müslüman’ın en önemli vasıflarındandır. Hele hele bu emanet sahibi Allah (c.c) olunca daha da önem kazanır. Erkekler Allah’ın bu emanetine sahip çıkmalı zayıf ve korunmaya muhtaç olan eşini başkalarına teşhir etmemeli onun her alanda yetişmesini sağlayarak bilinçli bir mümine kadın olması, iffetini koruyabilmesi için gayret sarf etmelidir.
    Pırlanta, altın, yakut gibi maddeler tabiatta çok az bulunduğu için değerlidir. Eğer kömür madeni gibi çok bulunabilen maddeler olsalardı bu kadar değer kazanmazlardı. Kadında kapanınca iffetini koruyunca aynı pırlanta gibi değer kazanır. Açılınca ve iffetini yitirince de değerini kaybeder. Bu günün dünyasında kadının gizli, saklı ve mahremi hiç bir şeyi kalmamış her şeyi teşhir edilerek aşağılanmıştır.
    İslam örtünmeyi iman eden kadınlardan istemektedir. Fıkhen cariyelerin örtünmesi gerekmez. İslam kadına şeref ve saygınlık kazandırdığı için onu ayırmaktadır. Yani örtünmek sadece cinselliğin gizlenmesi için değildir. Müslüman toplumlarda kadının dejenerasyon ve gayri Müslimlerin kimliğine bürünmesi üzerindeki etkenler şunlardır.
   1- İslam’dan uzaklaşmanın beraberinde getirdiği cahiliyet
   2- Eğitimsizlik
   3- Dünyanın globalleşmesiyle gayri Müslimler ile iç içe girmenin neticesindeki etkileşim
  4- Televizyon, gazete ve mecmuanın etkileri ile gayri Müslimlerin çıkardığı moda rüzgarının Müslüman toplumlardaki etkisi
   5- Eşini kıskanmayan erkeklerin türemesi
   6- İslam’dan uzaklaşan insanların hayat tarzının zamanla toplumda kabul gömesi ve diğerlerinin gün geçtikçe onlardan etkileşimi
   Bütün bu faktörler 200 yılık bir zaman içinde misyonerlerin sistemli çalışmalarının neticesidir. Maraş’ta Kurtuluş Savaşı döneminde kadının örtüsünü zorla indiremeyen kafirler bu gün bunu hiç zorlanmadan başarmışlardır. Çünkü o zaman ki gibi namusunu koruyacak sütçü imaların sayısı çok azalmıştır. Bir zamanlar uğrunda can verilen namus değerlerinin ölçüleri değişmiştir. Bunu görmek için cadde ve sokaklara bakmak yeterlidir. Sokakları dolduran bu insanlar anası, bacısı, halası, teyzesi, yeğeni yada herhangi bir yakınıdır.
   Bu bozulmanın önüne geçmek Müslümanlar kendini düzeltmedikçe Rabbinin emirlerini, namus ölçülerini yeniden kendilerine kriter edinmedikçe mümkün olmayacaktır. İnsanlar Müslüman olduğunu iddia ediyorsa hayat tarzını da İslam’a göre belirlemelidir. Şayet Müslüman değilseler söyleyecek bir şey yok; Allah hidayet versin demekten başka.
 .
.
Mus’ab KÖYLÜOĞLU

[1]Zariyat 51/49
[2]Şura 42/11
[3]Rum 30/21
[4]Nur 24/31

0 yorum:

Yorum Gönder

Lütfen Müslümana yakışmayan küfür içerikli yorumlar yapmayınız.

ÖVÜLME VE TEKEBBÜR

  İslam’ın özünün özüne tâbî olduklarını, İslam’ın batınını yaşadıklarını ve bu doğrultuda nefisle mücadele yaptıklarını söyleyen, kamil insan olma yolunda bir takım terbiye metotları kullanan tasavvuf erbabının Kuran ve sünnete ne derece uyduğu bir tarafa,bu yolun mensuplarının bazılarına kazandırdıkları arasında tekebbürün olduğu gayet açık bir şekilde görülecektir.
    Mürşit, mürit ilişkisi öyle bir temel üzerine kurulmuştur ki; Mürşit olağan üstü bir varlık, mürit ise onun yolunda köle,fakir ve aciz bir varlıktır.(hatta mürit kendi nefsini bir tezek gibi görmelidir) .Müritler hep mürşitlerini örnek aldıklarını söylerler ama mürşidinin seviyesine gelen bir elin parmakları kadardır. Ayrıca “biz kimiz ki” edebiyatı ile onun gibi olmak için pek de gayret göstermezler ve mürşidleri onların kurtuluşu için yeterlidir.
    Tasavvufta bazı mertebeler vardır. Bu mertebelere varanlar hep kendinden aşağıdakilere burun kıvırırlar, tevazu kazanacakları yerde bir tekebbürün içerisine girerek sofuluk taslayıp, diğer insanları beğenmezler. Bid’at ve hurafelerin dolduğu bu topluluklar nefislerini öldürdüklerini iddia ediyorlar ancak kendilerine yapılan olağan üstü övgü dolu söylemlerin önüne de geçmiyorlar.
    Aşırı tevazu da aslında tekebbürün değişik bir versiyonudur. Şöyle ki; sıradan insanların yanında herhangi bir tavrını değiştirmeyen birisi kendi tarikatı ve kendi gurubu içinde değişik söylemler ve tavırlar içerisine giriyorsa aşırı alçak gönüllü, edepli gösterişler yapıyorsa, aşırı tevazu gösteriyorsa bu aslında bir tekebbürdür. Çünkü burada bilinçaltında ne kadar edepli, ne kadar derin bir derviş olduğu izlenimini verme isteği vardır.

    Birazcık namaz kılan, zikir yapan ve birkaç kelime de kulaktan dolma bilgi edinen hemen bir tekebbürün içine girer ve kendisinde olağan üstü hallerin zuhur etmesini ister. Çünkü insanlara sunulan kamil Müslüman modeli olağan üstü ,esrarengiz hallere sahip birisi olarak tanıtıldığı için bu yola talip olanlar bu hallerin kendisinde olmasını ister ve bunu evliyalığın bir sonucu olduğunu, Kamil Müslüman’ın bunlarla olunabileceğini zannetmektedir.
    Halbuki ideal Müslüman’a Peygamberin yaptıklarını yapmak, onun ahlakı ile ahlaklanmak yeterlidir. Zaten böyle bir ahlâka sahip olmak büyük bir meziyettir.
    Allah (c.c.) büyüklenenleri ve övünenleri sevmez;
    ” Ve insanlara avurdunu şişirme, ve yeryüzünde çalımla yürüme, şüphe yok ki, Allah hiçbir böbürleneni, öğüneni sevmez.” Al-i İmran 3/18
 .
.
Mus’ab KÖYLÜOĞLU

0 yorum:

Yorum Gönder

Lütfen Müslümana yakışmayan küfür içerikli yorumlar yapmayınız.

BİRLİK VE BERABERLİK SAĞLANMALI

 
Toplumları bir arada bulunduran unsurlar vardır. Her toplum ya da cemaat kendine has ortak paydalar üzerinde birleşir. Kimi inancı, kimi ırkı, kimi kültürü ve kimide menfaatleri bakımından ortak payda da bir araya gelirler. Bizim toplumumuzda birçok etnik guruptan ve cemaatten oluşmaktadır. Irk farkı, mezhep farkı ve cemaat farkı toplumumuzun farklılıklarını ortaya koymaktadır. Türk toplumu çeşitli ırk ve inanç farkı olan bir mozaik bir yapıya sahip olan bir toplumdur. Mirasını devraldığımız Osmanlıda da aynı mozaik yapı toplumu oluşturmaktaydı. Ancak Osmanlı İmparatorluğu belirli bir ırkın savunuculuğunu yapmıyordu. Devlet yönetiminde her hangi bir ırkın hakimiyeti söz konusu değildi. Osmanlı devletinin temelini İslam birliği ve ümmetçilik anlayışı oluşturmaktaydı. Bünyesinde Müslim olsun, gayri Müslim olsun birçok toplumu barındıran Osmanlı bu yapıyı bozacak bir yaklaşım ve politika içerisine girmiyordu. Bu yüzden birçok ırktan oluşan toplumları bir arada tutabiliyordu. Ta ki, Fransa da başlayıp, tüm dünyayı saran ulusçuluk hareketi başlayana kadar.
  Bu ulusçuluk hareketi tüm dünyada yayılmaya başladı ve birçok ırkı bünyesinde barındıran Osmanlı bu hareketten büyük zarar gördü. Her etnik gurup dış etkenlerin kışkırtmasıyla, misyonerlerin çeşitli planlarıyla ve ortaya koydukları bir takım oyunlarla bağımsızlık davası gütmeye başladılar. Ve bunun neticesinde de bölünme ve parçalanma başladı. Ümmetin birliğini sağlayan halife de ortadan kalkınca Müslümanlar birbirinden koptular.
   Gelelim toplumların inanç noktasındaki bölünmelerine; Bu bölünme ve parçalanmadaki en büyük etken İslam’ı bilmemek, gerektiği gibi anlamamak ve birliği sağlayan faktörlerden uzaklaşmaktır.
   İslam toplumlarını bölen hususların en başında; mezhepler ayrılığı, ırk ayrılığı, siyasi ayrılık ve diyalog eksikliği gelmektedir.
   Toplumumuzun şu an için yaşadığı sıkıntıların en önemli nedenlerinin başında ırkçılık akımı gelmektedir. Müslümanlar İslam’ı bilmemektedir. Allah’ını, peygamberini ve onların emirlerini bilmeden, sadece kulaktan dolma bilgilerle dinlerini öğrenen Müslümanlar İslam’ın yasakladığı ırkçılığın peşinden gitmektedirler.
    Bakınız Allah ve Resulü ırkçılık hakkında ne emrediyor:
    Cenab-ı Hak (c.c.) şöyle buyuruyor: “Mü’minler ancak kardeştir.” Hucurat 10
   İman edenler ancak kardeştir ve aralarında her hangi bir ayrılık söz konusu olmamalıdır. Ama ne yazık ki, Müslümanlar gelinen noktada büyük ayrılıklar içerisinde bulunmaktadır.
   Allah’ın resulü (s.a.v.) şöyle buyuruyor: “Kim itaatten çıkar, cematten ayrılır (ve bu halde ölürse) cahiliye ölümü ile ölmüş olur. Kim de körü körüne çekilmiş (ummiyye) bir bayrak altında savaşır, asabiyet (ırkçılık) için gazaplanır veya asabiyete çağırır veya asabiyete yardım eder, bu esnada da öldürülürse bu ölüm de cahiliye ölümüdür. Kim ümmetimin üzerine gelip iyi olana da, kötü olana da ayırım yapmadan vurur, mü’min olanlarına hürmet tanımaz, ahid sahibine verdiği sözü de yerine getirmezse o benden değildir, ben de ondan değilim.” [1]
    Cübeyr b. Mutîm (r.a.)’den rivayete göre Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Asabiyet (kavmiyetçilik) dâvâsına kalkan, onu yaymaya çalışan, bu dâvâ yolunda mücâdeleye girişen bizden değildir” [2]
   Ebu Hureyre (r.a.)’den rivayet edildiğine göre Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “…Bir kimseyi ameli geri bırakmışsa, nesebi, soyu onu kurtaramaz, yükseltemez, ilerletemez” [3]
   Böyle övünenler hakkında Resulullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor: “Eğer bir adamın cahiliyenin adetlerine göre baba ve dedeleriyle övündüğünü görürseniz ona; “Babanın erkeklik organını ısır” deyin. [4]
   Peygamberimiz (s.a.v.) de şöyle buyuruyor: “Ey Müslümanlar! Allah (c.c.) cahiliye ayıbını ve babalarla övünmeyi giderdi. İnsanlar ya takvalı bir mü’min ya mutsuz bir facir olurlar. Siz Adem’in oğullarısınız. Adem ise topraktan yaratıldı. Cehennem odunu olmalarına rağmen kendileri ile övünen kişileri terk etmek gerekir. Böyle yapmayan kimseler burnunu pisliğe sürten bok böceğinden daha aşağı kimseler olurlar.”[5]
   Vasile İbnu’l-Eska’ radıyallahu anh anlatıyor: “Ey Allah’ın Resûlü dedim, asabiyet nedir?” “Asabiyet, buyurdular, zulümde kavmine yardım etmendir.”[6]
   Cündeb İbnu Abdillah (r.a.) anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Kim ummiyye (gayesi İslam olmayan) bir bayrak altında bir asabiyete yardım ederken öldürülürse onun ölümü, cahiliye ölümü üzeredir.” [7]
   Hz. Peygamber (s.a.v.) Mekke’nin fethinde Kâbe’yi tavaf ettikten sonra yaptıkları bir konuşmada şöyle buyurmuştu: “Sizden cahiliyet ayıplarını ve büyüklenmelerini uzaklaştıran Allah’a hamdolsun. Ey insanlar! Tüm insanlar iki gruba ayrılır. Bir grup iyilik yapan, iyi olan ve kötülüklerden sakınanlardır ki, bunlar Allah nazarında değerli olan kimselerdir. İkinci grup ise günahkâr, isyankâr olanlardır ki, bunlar da Allah nazarında değersiz olanlardır. Yoksa insanların hepsi Hz. Adem’in çocuklarıdır. Allah da Adem’i topraktan yaratmıştır.”[8]
    “Öyle milletler gelecek ki, ölmüş babaları ile övüneceklerdir. İşte onlar cehennemin kömürleridir. Ve onlar, Allah katında pisliği burnu ile yuvarlayan böceklerden daha basittir!.. Allah sizden cahiliyet devrinin övünmesini ve babalarla büyüklenmeyi kaldırmıştır. İnsanlar iki gruptur: ya muttaki mümin ya da perişan kafir! Bütün insanlar Âdem’in çocuklarıdır. Âdem de topraktan yaratılmıştır.”[9]
   Resulullah (s.a.v.) buyurdular ki: “Kim itaatten çıkar, cematten ayrılır (ve bu halde ölürse) cahiliye ölümü ile ölmüş olur. Kim de körü körüne çekilmiş (ummiyye) bir bayrak altında savaşır, asabiyet (ırkçılık) için gadablanır veya asabiyete çağırır veya asabiyete yardım eder ve bu esnada da öldürülürse bu ölüm de cahiliye ölümüdür. Kim ümmetimin üzerine gelip iyi olana da, kötü olana da ayırım yapmadan vurur, mü`min olanlarına hürmet tanımaz, ahid sahibine verdiği sözü de yerine getirmezse o benden değildir, ben de ondan değilim.”[10]
    Bölünme ve parçalanmanın dinimizde reddedildiğini şu emirlerden açıkça anlıyoruz.
    Yüce yaratıcımız Allah(c.c.) Kur’an’da, Peygamberimiz (s.a.v.)’de hadislerinde cemaat olmak ve bölünüp parçalanmamak üzere Müslümanlara öğüt vermektedir.
   Konuyla alâkalı olarak Kur’an da Cenâb-ı Hak (c.c.) şöyle buyuruyor:
    “Ve hepiniz Allah Teâlâ’nın ipine sımsıkı sarılınız ve birbirinizden ayrılmayınız. Ve Allah Teâlâ’nın üzerinizde olan nîmetini de hatırlayınız ki, siz birbirinize düşmanlar iken sonra Allah Teâlâ kalplerinizi birleştirdi de onun nîmeti sebebiyle kardeşler oluverdiniz ve sizler ateşten bir çukur kenarında iken sizi ondan çekip kurtardı. İşte Allah Teâlâ âyetlerini sizlere açıklar, tâ ki hidayete erebilesiniz.”[11]
    “Allah’a ve Resulüne itaat edin birbirinizle çekişmeyin, sonra korku ile zaafa düşersiniz; rüzgarınız kesilip gider.”[12]
    “O kimseler ki dinlerini parçaladılar ve fırka, fırka oldular. Onlardan her taife kendi yanında olan ile sevinicidirler.”[13]
    “Ve eğer Rabbin dilese idi, elbette bütün insanları bir tek ümmet kılardı. Fakat onlar ihtilâf eden kimseler olmaktan geri durmayacaklardır. Ancak Rabbinin rahmet kıldığı kişiler bundan müstesnadır.” [14]
    “Ve kendilerine apaçık deliller geldikten sonra, ayrılık çıkarıp ihtilâfa düşenler gibi de olmayın. onlar için büyük bir azap vardır.”[15]
   İslam hiçbir kimsenin üstün olmadığını, üstünlüğün ancak takva ile olabileceğini öğütler. Yukarda da geçen ayet ve hadislerden de anlaşılacağı üzere Böyle bir öğüt insanların bölünmesini, üstünlük taslamasını engeller. Bu öğütleri alanlar ırkçılık, mezhepçilik ve cemaatçilik davası peşinde koşamaz. Bunu yaparsa Allah’a ve Resulüne isyan etmiş olacağını bilir.
   O halde İslam bunları emrettiğine göre neden Müslümanlar bir birine düşman olmakta ve çatışmaktadır? Neden Müslümanlar bir araya gelememektedir?
   İslam’ın emirlerinde bir eksiklik olmadığına göre Müslümanlarda bir problem var demektir. Müslümanlar önceliklerinin başına İslam’ı değil ırkını ya da başka bir ideolojisini almış bulunmaktadır. Müslümanların hayatında öncelikli emir koyucu şayet İslam olsaydı elbette bu günkü gibi bölünme ve parçalanmaların olmaması gerekirdi. Müminler kardeş ise nedir bu Türk-Kürt davası? Neden Müslümanlar böyle birbirine düşüyor? Müslümanlar bunu Allah’ın ve Resulünün onca uyarısına rağmen nasıl yapabilmektedir? Öyle ırkçılık yapan Türkler ve Kürtler var ki; bunu anlamak ve kabul etmek mümkün değil. Masum insanların olduğu otobüsleri yakanları alkışlayan bir insan Müslüman olabilir mi? Masum insanlara zarar verenlere sevgi besleyenler bunu İslam’ın neresine sığdırmaktadırlar. Oysa İslam inancının esaslarından biri de Allah için sevmek ve Allah için buğzetmektir. Şimdi hayatımızı şöyle bir gözden geçirelim sevdiklerimizi ve buğzettiklerimizi. Acaba yaptıklarımız bu ölçüye sığıyor mu?
   İnsanlara zulmeden, masum insanları katleden, yeryüzünde fesat çıkaran ve İslam ile alakası bulunmayan insanların ve ideolojilerin sevgisini muhabbetini yüreklerinde besleyenler bunun hesabını Allah’a nasıl verecekler. Bir Müslüman zulüm kimden gelirse gelsin kabul etmez ve karşısında durur. Müslüman yeryüzünde fesat çıkarmaz. Allah’a iman etmeyen, ve O’nun resulünü kendisine rehber edinmemiş bir takım ideolojileri ve önderlerini asla kendisine mürşid kabul edemez. Asla onun yolundan gidemez. Oysa bu gün Müslümanlar yolunu şaşırdığından rehberini ve mürşidini karıştırmış bir halde nereye gittiğini bilmemektedir. Müslümanlar bir takım ideolojilerin etkisinde kalarak kendisine başka yollar bulmuştur. Ama bu yolların ucunun cehenneme çıkacağının farkına da varamamaktadır.
   Kâfirlerin büyük planları neticesinde bu günkü duruma gelen Müslümanlar büyük bir yanılgının içerisinde debelenmektedir.
   Müslüman toplumların başında idareci olan insanlara da buradan sesleniyorum! Birlik ve beraberlik için gerçek manada bir çözüm var. Ve bu ancak ve ancak ortak payda olan İslam’a dönmekle mümkün olabilecektir. Gelin tabuları yıkalım, korkuları bir taraf bırakalım. Gerçek manada İslam’ın güzelliklerini insanlara öğretelim. İslam çok güzeldir. İslam merhamettir. İslam güzel ahlaktır. İslam herkesin emin olarak güven içerisinde yaşayabileceği emirler içermektedir. İslam’ı gerçek manada hayatına hakim kılan bir toplumda asla kötülük zuhur etmez. Şayet kötülük zuhur ediyorsa bu asla İslam değildir. İslam’ı bir öcü gibi görmekten vazgeçmelidir. İslam’ı yanlış anlayıp, yanlış lanse edenler örnek gösterilemez. O halde bir takım korkuları bir tarafa bırakıp ve yüzümüzü ortak payda olan İslam’a döndürmekten başka çare bulunmamaktadır.
    Cemaatçilik ve bölünmeleri önlemenin yolu
    İslam bölünmeyi ve parçalanmayı yasaklar. Bütün emirleri cemaat olarak yaşamayı kapsar. Ancak Müslümanlar günümüzde ırk, mezhep ve siyasi ayrılıklar yüzünden büyük bir parçalanma içerisindedir. Bunun en önemli nedeni İslam’dan uzaklaşmak ve İslam’ı gerektiği gibi anlamamaktır. Müslümanlar gerçek manada Kuran ve sünnete tabi olmadıkça bu bölünmelerin önüne geçmek mümkün olmayacaktır. Bu, sözde değil özde olmalıdır. Bir takım tabuların artık yıkılması ve bu yanlış gidişattan dönülmesi gerekmektedir. Birlik ve beraberlik için bu ümmetin ilkinin tuttukları yolu aynen takip etmek gerekmektedir.
    İmam Mâlik (Allah ona rahmet etsin) bu konuda büyük bir kâideyi şu sözleriyle ortaya koymaktadır: “Bu ümmetin başı ne ile düzelmişse, sonu da ancak onunla düzelir. O gün din olmayan hiçbir şey bugün de din olamaz.”[16]
   Başka yollar ayrılık, bölünme, bidat ve hurafeyi beraberinde getirmektedir.
   Kuran ve sünnet Müslümanların ortak paydası olduğu halde ve yönelmesi gereken yegâne kaynak olduğu halde ayrılıkların ve hizipçiliğin olması Müslümanların Kuran ve sünnete tam manasıyla yapışmadığını ve savsakladığını göstermektedir. Kuran ve sünnet sadece laftan ibaret olmuş ve sadece dilimize doladığımız olgular haline gelmiştir. Burada insanın aklına şu sorular geliyor; Hiç Kuran ne diyor diye okuyup, anlamayan bir toplum Kuran’a yapışmış olabilir mi? Kuran’ı hayatına hakim kılabilir mi? Allah’ın emirlerini bilmeyen bir Müslüman O’na nasıl itaat edebilir? Peygamberin sünnetini bilmeyen ve peygamberini tanımayan bir Müslüman nasıl onun sünnetine yapışıp, hayatında sünnete uygun işler yapabilir ki? Yani Müslümanların bu günkü söylemleri kuru laftan ibaret olmakta ve gırtlaktan aşağıya inmemektedir.
   O halde bölünmeyi ve hizipçiliği önlemenin tek yolu İmam Malik’in dediği gibi bu ümmetin ilkinin tuttuğu yolu tutmaktır. Dilimize doladığımız Kuran ve sünneti okuyup, öğrenmemiz ve hayatımızı ona göre şekillendirmemiz gerekmektedir.
    Ehl-i sünnet ve’l Cemaat yolunun önderlerinin hataları
    Kendilerini Allah’ın ve resulünün yolunun tebliğcileri ve savunucuları olarak gören Müslümanların da birlik ve beraberlik hususunda oldukça büyük yanlışlıkları bulunmaktadır. Bu yanlışlıkları başkalarında görünce eleştirenler daha beterini kendileri yapmaktadırlar. Tarikatları ve bir takım cemaatleri taassupla, cahillikle ve bidatçilikle suçlarken kendilerinin yaptığı hataları görmeyenler hiçbir yol kat edemezler. Birbirlerinde gördükleri en küçük bir hatayı büyüterek ayrılık sebebi sayanlar, birbirlerine sırtını dönenler ve birbirlerinin arkasından atanlar sünneti yaşadıklarını ve savunduklarını söyleyemezler. Aldıkları eğitimle böbürlenenlerin, birkaç ayet ve hadisi insanlar içerisinde böbürlene böbürlene anlatanların ve âlimlik taslayanların bu ümmetin birliğini sağlamaları mümkün değildir. Bu tip insanlar kendilerini gözden geçirsinler. Acaba Allah için mi tebliğ yapıyorlar yoksa bana ne kadar da bilgili desinler ya da sözüm dinlensin diye mi konuşuyorlar. Müslüman ne kadar âlim olursa olsun böbürlenmez. İnsanlar arasından mütevazı olur.
    Müslüman hata araştırmak yerine kendi hatalarını araştırmalı ve gördüğü en küçük bir hatada hemen eleştiri yoluna gitmemelidir. Birliğe ve beraberliğe zarar verecek davranış ve hareketlerden kaçınmalıdır. Şayet bir Müslüman ehl-i sünnet yolunu tuttuğunu iddia ediyorsa Allah için kendisini bir gözden geçirsin ve en küçük hataları bahane ederek ayrılığa sebep olacak işlerden kaçınsın.
    Sadece birkaç hareket yapmakla ve görüntülerini değiştirerek ehl-i sünnet olduklarını iddia edenlere ve Müslümanları değerlendirenlere gelince; bu kardeşlerce sanki selef-i salihin yolu sadece namazda elleri kaldırmak, fatihadan sonra sesli amin demek ve secdede parmakları oynatmaktan ibaretmiş gibi davranılmaktadır. Peygamberin onca sünnetini getirip, birkaç harekete bağlamak doğru değildir. Bu hareketleri yaparsan selefisin yapmazsan değilsin şeklindeki tavırlar yanlış davranışlardır. Bazı kardeşlerin kastettiğim hareketler için yalnız kılarken göstermedikleri titizliği cemaat içerisinde iken itina yapmaları Allah korusun riya tehlikesini beraberinde getirmektedir.
    Müslümanları dış görünüşüne, saçına, sakalına ve giyim tarzına göre değerlendirmemelidir. Her insanın bulunduğu konum aynı olmayabilir. İçinden çıkamadığı bir çevre ve fırsat bulamadığı imkanlar içerisinde bulunabilir. Bu noktada dış görünüşle âlimlik edalarıyla ortada dolaşan ama ilimden ve ihlastan uzak insanları da çokça görmek mümkün.
   Müslüman kendisine gelen her Müslüman kardeşi ile layıkı ile ilgilenmeli, insanları mevkisi makamı ve dış görüntüsü ile değerlendirmemelidir. Bir kardeşimiz şöyle bir şeyle karşılaşıyor ve anlatıyor: “Kilometrelerce yol kat ederek ilimce ilerde olan bir hocamızı ziyarete gittim. Heyecanla yola çıktım ve kendisi ile sohbet etme imkanı bulacağım için sevinçliydim. Hocanın işyerine varınca çok soğuk bir tavırla karşılaştım. Baktım ki bu soğuk tavır değişmiyor, bende kalkıp gitmek zorunda kaldım. Ve onca yolu büyük bir hayal kırıklığı için aldığımın pişmanlığı içerisinde geri döndüm.”
   Yine bizzat yaşadığım bir ziyareti burada anlatayım. Bir hoca efendiyi saatlerce yol aldıktan sonra ziyarete gitmiştim. Biraz araştırmadan sonra ikametgahına ulaştım. Selamlaşmalardan sonra kapı ağzında garip bir bakışla buyur etmeyi bile kerhen yapan bakışlarla karşılaşınca şaşkınlık yaşadım. Soğuk bir şekilde buyur edildiğim yerde karşılaştığım soğuk tavırlar devam edince kısa bir süre sonra orayı terk etmem gerektiğini anladım ve çıktım.
   Şimdi soruyorum bir insan onca yolu sırf Allah için kat etmiş ve size gelmiş, ama siz onu sünnette yeri olmayan bir tavırla karşılıyorsunuz.
   Allah aşkına söyler misiniz bunun neresi sünnet? Bunun neresi peygamber ahlakı? Şimdi o hoca efendiye sormak lazım; kardeşim senin derdin ne? İstediğin kadar ilme sahip ol. Sana böyle davranma hakkını kim verdi? Bunun hesabını Allah’a nasıl vereceksin? Ya bu tavırları terk et ya da ortada hocalık taslama. Bırakın hocalığı, âlimliği, sıradan bir Müslüman’ın dahi yapmayacağı davranışları yapıp da, sünnetten bahseden bu tip insanların tebliğ hareketine hiçbir faydası olamayacağı gibi birlik ve beraberliğe de çok zararları olacaktır. Bazı kardeşler böyle insanlar için huyu böyle ne yapalım diyorlar. Ama bu yaklaşım da doğru değil. Böyle insanlara buradan öğüt veriyorum: Huyun ne olursa olsun Allah için değişeceksin. Güler yüzlü değilsen zorla yüzünü güldüreceksin. Nefsine zor da gelse kendini Allah için değiştireceksin. Müslüman teslim olur diyorsak o halde sende olumsuz davranışlarını bırakıp İslam’ın güzelliklerine zorla da olsa teslim olacaksın. Ya da bu yoldan çekileceksin ki, yolun önü tıkanmasın.
   Hep eleştirilen insanların, durmadan Müslümanların hatalarını bahane ederek ayrılıkçı bir yaklaşım ortaya koyanların ümmetin birlik ve beraberliği önündeki engel olduklarını unutmamaları gerekir. Bu da Allah katında onlar için yüklenilecek bir vebal olacaktır.
   İlim-der tarafından yapılan toplantıların birlik ve beraberlik anlamında çok faydalı ve hayırlı olacağını düşünüyorum. Müslümanlar böyle birlik ve beraberliği pekiştirici faaliyetler ile tanışıp, kenetlenecektir. Rabbimiz bizi ıslah etsin ve kalplerimizi birleştirsin.
   Başka bir hata da ilim ile böbürlenmedir. Bazı Müslümanlar ilim elde ettikçe kibir içerisine girmekte. Bulduğu her fırsatta ilmi sorular ile üstünlük kurmaya çalışmakta karşısındakine bak bende ilim var şeklinde bir tavır ortaya koymaktadır. Kibir Allah’ın asla sevmediği ve Müslüman’a yakışmayan bir davranıştır. İlmin ne kadar olduğu değil Allah için nasıl kullanıldığı önemlidir. Nice insanlar var ki kendisinde bulunan ilmi başkasına aktaramamakta ve gafil bir hayat yaşamaktadır. Tebliğ yapmamakta Allah’ın dinini kendisine dert etmemektedir. Bu ilim hiçbir işe yaramadı gibi sahibini de elbette Allah katında vebal altına sokacaktır. Yani ilim ile kibirlenmeyi bir tarafa bırakıp, Allah’ın rızası için çalışmalıdır.
    Cemaatleri eleştirirken, birlik ve beraberliği Allah’ın ve Resulünün emrettiğini en çok savunanlar olduğumuz halde, Türkiye genelinde daha doğru dürüst bir tane tesise bile sahip değiliz. Ama eleştirdiğimiz cemaatlere baktığımızda muhteşem tesislere ve imkanlara sahip olduklarını görüyoruz. Çalışmalarındaki ve yardımlaşmalarındaki ihlaslarına, birlik, beraberlik ve gayretlerine şahit oluyoruz. Diğer taraftan ehl-i sünnet yolu üzerinde olduğunu iddia edenlerin ise sağda solda konuşmaktan ve sağa sola burun kıvırmaktan başka bir şey yapmadığını görünce de üzülmekten kendimizi alamıyoruz.
   Sözün özü artık samimiyete, ihlasa ve gayrete ihtiyacımız var. Bu işe gönül vermiş gayretli, Allah yolunda tozu dumana katacak tebliğcilere ve mücahidlere ihtiyacımız var. Allah için çok çalışmamız gerekmektedir. Allah aşkına artık bırakalım boş lafları ve Allah yolunda gayret gösterelim.
.
Ebu Muhammed Musab KÖYLÜOĞLU.

[1] Müslim, İmâret 53, (1848); Nesâî, Tahrim 28, (7,123); İbnu Mâce, Fiten 7, (3948).
[2] Ebû Davud, Edeb 112, Müslim, imare 57; Ahmed İbn Hanbel, II, 488; İbn Mâce, Fiten 3948
[3](İbn Mâce, Mukaddime 17, hadis no: 225)
[4] Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.5, Sh.136-Tirmizi
[5] Ebu Dâvud-Edep,110-111, Ahmed bin Hanbel, 2/524
[6] Ebu Davud, Edeb 121, (5519).
[7] Müslim, İmaret 57, (1850); Nesai, Tahrim 28, (7, 123).
[8] (Beyhaki, Tirmizi)
[9](Tirmizi, Beyhaki, Ebu Davud)
[10] (Ravi: Ebu Hüreyre Hadis No:1729) İbni Mace-Fitne-3948
[11] Al-i İmran 3/103
[12] El-Enfal 8/46
[13] Er-Rum 30/32
[14] Hud 11/118-119
[15] Al-i İmran 3/105
[16] Kadı İyâd;” eş-Şifâ”. Cilt: 2, sayfa: 88

0 yorum:

Yorum Gönder

Lütfen Müslümana yakışmayan küfür içerikli yorumlar yapmayınız.

MÜSLÜMANLARIN DÜŞTÜĞÜ HAL

 İslam’ın ortaya çıktığı dönemden günümüze kadar 14 asır geçmiştir. Peygamberimiz, Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer’den sonra kargaşa ve ayrılıklar ortaya çıkmış ve ehlibeyt’in katledilmesiyle daha da derinleşmiştir. Bu ayrılıklar öyle boyutlara ulaştı ki, artık Müslüman, Müslüman’ın kanını akıtmayı karşısındakini kafir olarak gördüğü için helal kabul etti.
   Bu kargaşa bölünme ve parçalanmada münafıkların ve dini yanlış anlayanların çok büyük bir payı bulunmaktadır. Bunlar geçmişten günümüze kadar hiç eksik olmamıştır ve olmayacaktır da. Bu ümmet içinde türeyen münafıkların ve dini yanlış anlayan saptırıcı imamların Müslümanlara verdiği zararı ne Yahudiler ne de Hıristiyanlar vermemiştir. Münafıklar soktukları nifakla, dini yanlış anlayanlar da İslam’ı olması gereken mecradan çıkarıp, bozulmuş, bidat ve hurafelerle dolu bir din haline getirmişlerdir. Bunun neticesinde dünya üzerinde bulunan yaklaşık 2 milyar Müslüman ismen Müslüman olmuş, paramparça olmuş, birbirinden habersiz, ve hatta birbirini öldürmekte bir sakınca görmeyen Müslümanlar haline gelmiştir. Bunun en son örneği Irak’ta yaşanmaktadır.
   Aynı kıbleye yönelen Şiiler ve Suniler Amerika’nın ve İsrail’in oyunlarına alet olarak birbirlerini katletmektedir. Rabbi, kitabı ve peygamberi aynı olan bu insanlar nasıl oluyor da bu derece derin ayrılıklar ve kin beslemektedir. Bunun üzerinde düşünüldüğünde Kur’an’a Resulullah’ın penceresinden bakmamanın ve İslam düşmanlarının aralarına soktukları nifak tohumlarının en önemli etkenler olduğu görülmektedir. İki tarafında sünnetine uyduğunu söylediği peygambere nasıl hesap vereceklerini düşünmeleri gerekmektedir.
   Vücuduna bombayı sarıp çoluk, çocuk, kadın ve yaşlı ayırmadan kalabalıklar içine dalarak kendisini de etrafındakileri de patlatarak Allah’ı ve Peygamberi nasıl razı edebilirler. Bu komplo olayların çoğunu Amerika’nın provoke ettiği biliniyor. Ancak anlaşılması güç olan onlara alet olan, yaptıkları eylemi şahadet eylemi olarak gören zavallılar ahirette cennet yerine hiç de ummadıkları bir muamele ile karşılaşacaklardır.
   Bunun dışında tağutlara kul olan ve İslam toplumlarının başında yönetici olan ahmak, korkak ve münafık idareciler, Müslümanların İslam’dan uzaklaşması adına ne gerekiyorsa yapmışlardır. Dikte ettikleri İslam dışı kanunlar bu ümmete Yahudi ve Hıristiyanlardan daha fazla zarar vermişlerdir. Dışardan kafirler, içerden de bu zalim münafık idareciler yıllardır Müslümanlara kan kusturmaktadırlar. Müslümanların damarlarına yıllardır pislik Yahudi ve Hıristiyan kanı enjekte edile, edile bu ümmet içinde nüfus cüzdanında Müslüman yazıp da Yahudileşmiş ve Hıristiyanlaşmış ne olduğu belli olmayan insanlar türemiştir. Bu insanların bir iki nesil evveline gidildiğinde aslında Müslüman bir soydan geldiği görülecektir. Ancak yıllardır batı menşeli, İslam’dan uzak, oyalamacı ve dayatmacı eğitime tabi tutulan Müslüman halkların çocukları içerisinde böylelerinin türemesi çok normaldir. Bu insanlar Yahudiler ve Hıristiyanlar gibi düşünüp, onlar gibi yaşadıklarından haliyle İslam’a sevgi ve hizmet beklemek boş bir beklenti olacaktır. Hatta bırakın hizmet ve sevgi beklentisini, ele geçirdikleri mevkilerin gücünü Müslümanlara zulmedici her ne varsa uygulamaya koymakta kullanmaktadırlar. Bu insanların ümmet içindeki sayısı o kadar artmıştır ki, bütün köşe başlarına onlar oturmuş, ellerinde bulunan imkanları Müslümanlara zehir kusmakta, onları yozlaştırmada, köleleştirmede ve ahlaksızlaştırmada kullanmaktadırlar.
   İslam toplumları hiç bu dönemde olduğu kadar bir kültürel, eğitimsel, ahlaki ve ekonomik işgal ile karşılaşmamıştır. Öyle bir işgal ki dışardan kafirler entrikalarını uygulamaya koyarken, içerden de adı Müslüman olan kafirler Televizyon, gazete ve dergi gibi etkenleri kullanarak egemen güçlere olan köleliklerinin, yalakalıklarının gereğini yapmaktadırlar.
   Bir televizyon düşünün ki, nerde pislik film var, nerde ahlaksız program var ekrana onu koyuyor. Müslümanların başına musallat olan ve onları ezen kafirler aleyhinde bir program yapmadığı gibi onların ezilmesini, Hülya ….., Sibel … ve Kaya…. gibilerin aşklarını haber yapmaktan zaman bulamadıkları için gündemlerine almamaktadırlar. Bu insanlar kimdir ve örnek olacak hangi yaşantıları var da ülke gündeminin ilk sıralarında yer almaktadır. Birinin kucağından ötekine atlayan, içki, kumar ve zinayı hayatlarının bir parçası kabul eden ne için yaşadığını dahi bilmeyen bu insanların saygınlığı ve sanatı bu mu? Yani sanatçı olmak için ve ülke gündeminde ilk sıralarda yer almak için onlar gibi mi yapmak lazım? Türkiye de sofrasında ikinci bir tabak yemeği bulamayan, hatta sadece ekmek parası bulmak için bir ay boyunca çalışmak zorunda kalan insanların çocuklarına izlettirilen bu burjuva hayatların hangi gaye için ön plana çıkarıldığı gayet açıktır. Bu örnek gösterilen insanların yaptıkları, Müslüman toplumun uğrunda canını hiç çekinmeden verebileceği değerleriyle adeta alay edercesine televizyonlarda izlettirilmektedir. Bırakın Müslümanlığı insan olan birisinin asla kabul etmeyeceği bir şekilde orta malı olmuş bu kadınların hayatlarının her gün evimizin baş köşesinde yer alması, yıllardır planlı olarak sürdürülen yozlaştırma çalışmalarının tezahürüdür.
   Çevrilen dizi filmler, sinema filmlerinde işlenen konular hep Müslümanların kutsal değerlerini aşağılayıcı ve yok etmeye yönelik olarak seçilmektedir. Filmlerde seçilen sapık ve alay konusu şarlatan karakterlerin özellikle Allah’ın isimleri ile isimlendirilmeleri, zorda kalan bir kadının namusunu sattığı, aldatma, öldürme, çalma ve seks üzerine yazılmış senaryolar ile filmleri hazırlayanların iyi niyetli olduklarını düşünmek mümkün değildir.
   Yer yüzünün beynelmilel alçaklarının ve orospularının birbirleriyle olan zinalarını aşk, hayat tarzlarını da bu ümmete örnek hayat tarzlarıymış gibi televole programları ile gösteren bu bazı aşağılık medya organları hiç şüphe yok ki içlerindeki zehri kusarak ümmeti her gün zehirlemişlerdir. Bu aşağılık insanların beyefendi ve hanımefendi kabul edilip, örnek insanlar olarak gösterilerek, asıl saygı ve sevgiyi hak eden insanların geri plana itilmesi gelinen noktanın ne kadar acı olduğunu gözler önüne sermektedir.
   Bir gazete düşünün ki, haberden çok fahişe resimleri ile donatılmış. Örnek aldıkları Avrupa da böyle açık, saçık resim olan gazete alenen satılmazken bu aşağılık mihraklar tarafından çıkarılan bu gazete dedikleri porno paçavraları ile Müslümanları ahlaksızlaştırmaktadır.
   Açılmayı ve her yerini ortaya dökmeyi çağdaşlık olarak gören bu aşağılık insanların isimlerine bakıldığında Müslümanların isimlerini taşıdıkları görülecektir. Ancak şurası kesindir ki bu insanların adı Mehmet de olsa, Ali de olsa, Emin de olsa, onlar kafirlerin ta kendileridir.
   Kafirlik Avrupa, Amerika ve İsrail’e ait bir olgu değil vasıflarını taşıyan herkesin sahip olabileceği bir şeydir. Yani Müslüman’ım diyen gereğini yapacak şayet kafir gibi davranıp ta hala Müslüman olduğunu iddia ederse, bu durumda da münafık olur ki; bu daha kötü bir sıfattır.
   İşte bu zalimler, bu alçak hainler aşağılık gazetelerinde her türlü pisliği yayınlayarak yıllardır Müslüman mahallesinde salyangoz satmaktadırlar. Burada anlaşılması güç olan ise Müslüman olduğunu iddia edenlerin bu tip gazete ve dergilere itibar etmeleri ve onlara para kazandırmalarıdır.
   Müslümanlar yıllardır dinlerinden yoksun bir eğitimle ahlaksızlaştırıldığı için, namus kavramı, sadakat, adalet ve utanma nedir öğretilmediği için geçmişte helak olan kavimlerin bütün vasıflarını taşıyan toplumlar haline gelmiştir. Livata, adaletsizlik, hayvan dövüştürme, zinanın her türlüsü, lezbiyenlik, çocuk pornosu, çocukları öldürme, tecavüz, intihar, hırsızlık, deyyusluk, hile, sahtekarlık, organ ticareti, uyuşturucu ticareti vb. işler artık Müslüman toplumlarda her gün boy göstermektedir. Bu hal ile yaşayan Müslümanlar adeta İslam’ın önünde perde olmaktadırlar. Bu insanlara bakıp ta İslam’ın güzelliklerini göremeyenler bu perde arkasını göremediklerinden İslam’a savaş açmaktadırlar. Oysa İslam bütün bu kötülüklere savaş açmıştır.
   Tarihte Dünyanın en güçlü ordularına karşı savaşarak her şeyini feda edip, Çanakkale geçilmez dedirten bir milletin çocukları büyük bir işgal altında bulunmaktadır. Savaş meydanında geçilemeyen Çanakkale maalesef geçilmiş, ülkenin her bir yanı işgal edilmiştir.
   Buldukları her fırsatta İslam’a ve Müslümanlara saldıran batı aşığı ve Amerikan uşağı mihraklar efendileri tarafından kendilerine biçilen görevi ifa etmekte çok başarılı oldular. Ve onlardan başka bir davranış beklemek safdillik olur. Asıl üzücü olan Müslümanların bu oyunlar karşısında hiçbir şey yapmadan yaşamalarıdır. Oysa Allah (c.c.) her Müslüman üzerine her alanda cihadı farz kılmıştır.
   Bütün bu çalışmalar neticesinde Müslüman toplumlar öyle bir asimilasyona uğradı ki; adeta Hıristiyanlaştı, adeta Yahudileşti ve anlamsız bir varlık olarak hayat sürdürmektedir.
 .
.
Ebu Muhammed Musab Köylüoğlu

0 yorum:

Yorum Gönder

Lütfen Müslümana yakışmayan küfür içerikli yorumlar yapmayınız.