BİRLİK VE BERABERLİK SAĞLANMALI

 
Toplumları bir arada bulunduran unsurlar vardır. Her toplum ya da cemaat kendine has ortak paydalar üzerinde birleşir. Kimi inancı, kimi ırkı, kimi kültürü ve kimide menfaatleri bakımından ortak payda da bir araya gelirler. Bizim toplumumuzda birçok etnik guruptan ve cemaatten oluşmaktadır. Irk farkı, mezhep farkı ve cemaat farkı toplumumuzun farklılıklarını ortaya koymaktadır. Türk toplumu çeşitli ırk ve inanç farkı olan bir mozaik bir yapıya sahip olan bir toplumdur. Mirasını devraldığımız Osmanlıda da aynı mozaik yapı toplumu oluşturmaktaydı. Ancak Osmanlı İmparatorluğu belirli bir ırkın savunuculuğunu yapmıyordu. Devlet yönetiminde her hangi bir ırkın hakimiyeti söz konusu değildi. Osmanlı devletinin temelini İslam birliği ve ümmetçilik anlayışı oluşturmaktaydı. Bünyesinde Müslim olsun, gayri Müslim olsun birçok toplumu barındıran Osmanlı bu yapıyı bozacak bir yaklaşım ve politika içerisine girmiyordu. Bu yüzden birçok ırktan oluşan toplumları bir arada tutabiliyordu. Ta ki, Fransa da başlayıp, tüm dünyayı saran ulusçuluk hareketi başlayana kadar.
  Bu ulusçuluk hareketi tüm dünyada yayılmaya başladı ve birçok ırkı bünyesinde barındıran Osmanlı bu hareketten büyük zarar gördü. Her etnik gurup dış etkenlerin kışkırtmasıyla, misyonerlerin çeşitli planlarıyla ve ortaya koydukları bir takım oyunlarla bağımsızlık davası gütmeye başladılar. Ve bunun neticesinde de bölünme ve parçalanma başladı. Ümmetin birliğini sağlayan halife de ortadan kalkınca Müslümanlar birbirinden koptular.
   Gelelim toplumların inanç noktasındaki bölünmelerine; Bu bölünme ve parçalanmadaki en büyük etken İslam’ı bilmemek, gerektiği gibi anlamamak ve birliği sağlayan faktörlerden uzaklaşmaktır.
   İslam toplumlarını bölen hususların en başında; mezhepler ayrılığı, ırk ayrılığı, siyasi ayrılık ve diyalog eksikliği gelmektedir.
   Toplumumuzun şu an için yaşadığı sıkıntıların en önemli nedenlerinin başında ırkçılık akımı gelmektedir. Müslümanlar İslam’ı bilmemektedir. Allah’ını, peygamberini ve onların emirlerini bilmeden, sadece kulaktan dolma bilgilerle dinlerini öğrenen Müslümanlar İslam’ın yasakladığı ırkçılığın peşinden gitmektedirler.
    Bakınız Allah ve Resulü ırkçılık hakkında ne emrediyor:
    Cenab-ı Hak (c.c.) şöyle buyuruyor: “Mü’minler ancak kardeştir.” Hucurat 10
   İman edenler ancak kardeştir ve aralarında her hangi bir ayrılık söz konusu olmamalıdır. Ama ne yazık ki, Müslümanlar gelinen noktada büyük ayrılıklar içerisinde bulunmaktadır.
   Allah’ın resulü (s.a.v.) şöyle buyuruyor: “Kim itaatten çıkar, cematten ayrılır (ve bu halde ölürse) cahiliye ölümü ile ölmüş olur. Kim de körü körüne çekilmiş (ummiyye) bir bayrak altında savaşır, asabiyet (ırkçılık) için gazaplanır veya asabiyete çağırır veya asabiyete yardım eder, bu esnada da öldürülürse bu ölüm de cahiliye ölümüdür. Kim ümmetimin üzerine gelip iyi olana da, kötü olana da ayırım yapmadan vurur, mü’min olanlarına hürmet tanımaz, ahid sahibine verdiği sözü de yerine getirmezse o benden değildir, ben de ondan değilim.” [1]
    Cübeyr b. Mutîm (r.a.)’den rivayete göre Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Asabiyet (kavmiyetçilik) dâvâsına kalkan, onu yaymaya çalışan, bu dâvâ yolunda mücâdeleye girişen bizden değildir” [2]
   Ebu Hureyre (r.a.)’den rivayet edildiğine göre Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “…Bir kimseyi ameli geri bırakmışsa, nesebi, soyu onu kurtaramaz, yükseltemez, ilerletemez” [3]
   Böyle övünenler hakkında Resulullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor: “Eğer bir adamın cahiliyenin adetlerine göre baba ve dedeleriyle övündüğünü görürseniz ona; “Babanın erkeklik organını ısır” deyin. [4]
   Peygamberimiz (s.a.v.) de şöyle buyuruyor: “Ey Müslümanlar! Allah (c.c.) cahiliye ayıbını ve babalarla övünmeyi giderdi. İnsanlar ya takvalı bir mü’min ya mutsuz bir facir olurlar. Siz Adem’in oğullarısınız. Adem ise topraktan yaratıldı. Cehennem odunu olmalarına rağmen kendileri ile övünen kişileri terk etmek gerekir. Böyle yapmayan kimseler burnunu pisliğe sürten bok böceğinden daha aşağı kimseler olurlar.”[5]
   Vasile İbnu’l-Eska’ radıyallahu anh anlatıyor: “Ey Allah’ın Resûlü dedim, asabiyet nedir?” “Asabiyet, buyurdular, zulümde kavmine yardım etmendir.”[6]
   Cündeb İbnu Abdillah (r.a.) anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Kim ummiyye (gayesi İslam olmayan) bir bayrak altında bir asabiyete yardım ederken öldürülürse onun ölümü, cahiliye ölümü üzeredir.” [7]
   Hz. Peygamber (s.a.v.) Mekke’nin fethinde Kâbe’yi tavaf ettikten sonra yaptıkları bir konuşmada şöyle buyurmuştu: “Sizden cahiliyet ayıplarını ve büyüklenmelerini uzaklaştıran Allah’a hamdolsun. Ey insanlar! Tüm insanlar iki gruba ayrılır. Bir grup iyilik yapan, iyi olan ve kötülüklerden sakınanlardır ki, bunlar Allah nazarında değerli olan kimselerdir. İkinci grup ise günahkâr, isyankâr olanlardır ki, bunlar da Allah nazarında değersiz olanlardır. Yoksa insanların hepsi Hz. Adem’in çocuklarıdır. Allah da Adem’i topraktan yaratmıştır.”[8]
    “Öyle milletler gelecek ki, ölmüş babaları ile övüneceklerdir. İşte onlar cehennemin kömürleridir. Ve onlar, Allah katında pisliği burnu ile yuvarlayan böceklerden daha basittir!.. Allah sizden cahiliyet devrinin övünmesini ve babalarla büyüklenmeyi kaldırmıştır. İnsanlar iki gruptur: ya muttaki mümin ya da perişan kafir! Bütün insanlar Âdem’in çocuklarıdır. Âdem de topraktan yaratılmıştır.”[9]
   Resulullah (s.a.v.) buyurdular ki: “Kim itaatten çıkar, cematten ayrılır (ve bu halde ölürse) cahiliye ölümü ile ölmüş olur. Kim de körü körüne çekilmiş (ummiyye) bir bayrak altında savaşır, asabiyet (ırkçılık) için gadablanır veya asabiyete çağırır veya asabiyete yardım eder ve bu esnada da öldürülürse bu ölüm de cahiliye ölümüdür. Kim ümmetimin üzerine gelip iyi olana da, kötü olana da ayırım yapmadan vurur, mü`min olanlarına hürmet tanımaz, ahid sahibine verdiği sözü de yerine getirmezse o benden değildir, ben de ondan değilim.”[10]
    Bölünme ve parçalanmanın dinimizde reddedildiğini şu emirlerden açıkça anlıyoruz.
    Yüce yaratıcımız Allah(c.c.) Kur’an’da, Peygamberimiz (s.a.v.)’de hadislerinde cemaat olmak ve bölünüp parçalanmamak üzere Müslümanlara öğüt vermektedir.
   Konuyla alâkalı olarak Kur’an da Cenâb-ı Hak (c.c.) şöyle buyuruyor:
    “Ve hepiniz Allah Teâlâ’nın ipine sımsıkı sarılınız ve birbirinizden ayrılmayınız. Ve Allah Teâlâ’nın üzerinizde olan nîmetini de hatırlayınız ki, siz birbirinize düşmanlar iken sonra Allah Teâlâ kalplerinizi birleştirdi de onun nîmeti sebebiyle kardeşler oluverdiniz ve sizler ateşten bir çukur kenarında iken sizi ondan çekip kurtardı. İşte Allah Teâlâ âyetlerini sizlere açıklar, tâ ki hidayete erebilesiniz.”[11]
    “Allah’a ve Resulüne itaat edin birbirinizle çekişmeyin, sonra korku ile zaafa düşersiniz; rüzgarınız kesilip gider.”[12]
    “O kimseler ki dinlerini parçaladılar ve fırka, fırka oldular. Onlardan her taife kendi yanında olan ile sevinicidirler.”[13]
    “Ve eğer Rabbin dilese idi, elbette bütün insanları bir tek ümmet kılardı. Fakat onlar ihtilâf eden kimseler olmaktan geri durmayacaklardır. Ancak Rabbinin rahmet kıldığı kişiler bundan müstesnadır.” [14]
    “Ve kendilerine apaçık deliller geldikten sonra, ayrılık çıkarıp ihtilâfa düşenler gibi de olmayın. onlar için büyük bir azap vardır.”[15]
   İslam hiçbir kimsenin üstün olmadığını, üstünlüğün ancak takva ile olabileceğini öğütler. Yukarda da geçen ayet ve hadislerden de anlaşılacağı üzere Böyle bir öğüt insanların bölünmesini, üstünlük taslamasını engeller. Bu öğütleri alanlar ırkçılık, mezhepçilik ve cemaatçilik davası peşinde koşamaz. Bunu yaparsa Allah’a ve Resulüne isyan etmiş olacağını bilir.
   O halde İslam bunları emrettiğine göre neden Müslümanlar bir birine düşman olmakta ve çatışmaktadır? Neden Müslümanlar bir araya gelememektedir?
   İslam’ın emirlerinde bir eksiklik olmadığına göre Müslümanlarda bir problem var demektir. Müslümanlar önceliklerinin başına İslam’ı değil ırkını ya da başka bir ideolojisini almış bulunmaktadır. Müslümanların hayatında öncelikli emir koyucu şayet İslam olsaydı elbette bu günkü gibi bölünme ve parçalanmaların olmaması gerekirdi. Müminler kardeş ise nedir bu Türk-Kürt davası? Neden Müslümanlar böyle birbirine düşüyor? Müslümanlar bunu Allah’ın ve Resulünün onca uyarısına rağmen nasıl yapabilmektedir? Öyle ırkçılık yapan Türkler ve Kürtler var ki; bunu anlamak ve kabul etmek mümkün değil. Masum insanların olduğu otobüsleri yakanları alkışlayan bir insan Müslüman olabilir mi? Masum insanlara zarar verenlere sevgi besleyenler bunu İslam’ın neresine sığdırmaktadırlar. Oysa İslam inancının esaslarından biri de Allah için sevmek ve Allah için buğzetmektir. Şimdi hayatımızı şöyle bir gözden geçirelim sevdiklerimizi ve buğzettiklerimizi. Acaba yaptıklarımız bu ölçüye sığıyor mu?
   İnsanlara zulmeden, masum insanları katleden, yeryüzünde fesat çıkaran ve İslam ile alakası bulunmayan insanların ve ideolojilerin sevgisini muhabbetini yüreklerinde besleyenler bunun hesabını Allah’a nasıl verecekler. Bir Müslüman zulüm kimden gelirse gelsin kabul etmez ve karşısında durur. Müslüman yeryüzünde fesat çıkarmaz. Allah’a iman etmeyen, ve O’nun resulünü kendisine rehber edinmemiş bir takım ideolojileri ve önderlerini asla kendisine mürşid kabul edemez. Asla onun yolundan gidemez. Oysa bu gün Müslümanlar yolunu şaşırdığından rehberini ve mürşidini karıştırmış bir halde nereye gittiğini bilmemektedir. Müslümanlar bir takım ideolojilerin etkisinde kalarak kendisine başka yollar bulmuştur. Ama bu yolların ucunun cehenneme çıkacağının farkına da varamamaktadır.
   Kâfirlerin büyük planları neticesinde bu günkü duruma gelen Müslümanlar büyük bir yanılgının içerisinde debelenmektedir.
   Müslüman toplumların başında idareci olan insanlara da buradan sesleniyorum! Birlik ve beraberlik için gerçek manada bir çözüm var. Ve bu ancak ve ancak ortak payda olan İslam’a dönmekle mümkün olabilecektir. Gelin tabuları yıkalım, korkuları bir taraf bırakalım. Gerçek manada İslam’ın güzelliklerini insanlara öğretelim. İslam çok güzeldir. İslam merhamettir. İslam güzel ahlaktır. İslam herkesin emin olarak güven içerisinde yaşayabileceği emirler içermektedir. İslam’ı gerçek manada hayatına hakim kılan bir toplumda asla kötülük zuhur etmez. Şayet kötülük zuhur ediyorsa bu asla İslam değildir. İslam’ı bir öcü gibi görmekten vazgeçmelidir. İslam’ı yanlış anlayıp, yanlış lanse edenler örnek gösterilemez. O halde bir takım korkuları bir tarafa bırakıp ve yüzümüzü ortak payda olan İslam’a döndürmekten başka çare bulunmamaktadır.
    Cemaatçilik ve bölünmeleri önlemenin yolu
    İslam bölünmeyi ve parçalanmayı yasaklar. Bütün emirleri cemaat olarak yaşamayı kapsar. Ancak Müslümanlar günümüzde ırk, mezhep ve siyasi ayrılıklar yüzünden büyük bir parçalanma içerisindedir. Bunun en önemli nedeni İslam’dan uzaklaşmak ve İslam’ı gerektiği gibi anlamamaktır. Müslümanlar gerçek manada Kuran ve sünnete tabi olmadıkça bu bölünmelerin önüne geçmek mümkün olmayacaktır. Bu, sözde değil özde olmalıdır. Bir takım tabuların artık yıkılması ve bu yanlış gidişattan dönülmesi gerekmektedir. Birlik ve beraberlik için bu ümmetin ilkinin tuttukları yolu aynen takip etmek gerekmektedir.
    İmam Mâlik (Allah ona rahmet etsin) bu konuda büyük bir kâideyi şu sözleriyle ortaya koymaktadır: “Bu ümmetin başı ne ile düzelmişse, sonu da ancak onunla düzelir. O gün din olmayan hiçbir şey bugün de din olamaz.”[16]
   Başka yollar ayrılık, bölünme, bidat ve hurafeyi beraberinde getirmektedir.
   Kuran ve sünnet Müslümanların ortak paydası olduğu halde ve yönelmesi gereken yegâne kaynak olduğu halde ayrılıkların ve hizipçiliğin olması Müslümanların Kuran ve sünnete tam manasıyla yapışmadığını ve savsakladığını göstermektedir. Kuran ve sünnet sadece laftan ibaret olmuş ve sadece dilimize doladığımız olgular haline gelmiştir. Burada insanın aklına şu sorular geliyor; Hiç Kuran ne diyor diye okuyup, anlamayan bir toplum Kuran’a yapışmış olabilir mi? Kuran’ı hayatına hakim kılabilir mi? Allah’ın emirlerini bilmeyen bir Müslüman O’na nasıl itaat edebilir? Peygamberin sünnetini bilmeyen ve peygamberini tanımayan bir Müslüman nasıl onun sünnetine yapışıp, hayatında sünnete uygun işler yapabilir ki? Yani Müslümanların bu günkü söylemleri kuru laftan ibaret olmakta ve gırtlaktan aşağıya inmemektedir.
   O halde bölünmeyi ve hizipçiliği önlemenin tek yolu İmam Malik’in dediği gibi bu ümmetin ilkinin tuttuğu yolu tutmaktır. Dilimize doladığımız Kuran ve sünneti okuyup, öğrenmemiz ve hayatımızı ona göre şekillendirmemiz gerekmektedir.
    Ehl-i sünnet ve’l Cemaat yolunun önderlerinin hataları
    Kendilerini Allah’ın ve resulünün yolunun tebliğcileri ve savunucuları olarak gören Müslümanların da birlik ve beraberlik hususunda oldukça büyük yanlışlıkları bulunmaktadır. Bu yanlışlıkları başkalarında görünce eleştirenler daha beterini kendileri yapmaktadırlar. Tarikatları ve bir takım cemaatleri taassupla, cahillikle ve bidatçilikle suçlarken kendilerinin yaptığı hataları görmeyenler hiçbir yol kat edemezler. Birbirlerinde gördükleri en küçük bir hatayı büyüterek ayrılık sebebi sayanlar, birbirlerine sırtını dönenler ve birbirlerinin arkasından atanlar sünneti yaşadıklarını ve savunduklarını söyleyemezler. Aldıkları eğitimle böbürlenenlerin, birkaç ayet ve hadisi insanlar içerisinde böbürlene böbürlene anlatanların ve âlimlik taslayanların bu ümmetin birliğini sağlamaları mümkün değildir. Bu tip insanlar kendilerini gözden geçirsinler. Acaba Allah için mi tebliğ yapıyorlar yoksa bana ne kadar da bilgili desinler ya da sözüm dinlensin diye mi konuşuyorlar. Müslüman ne kadar âlim olursa olsun böbürlenmez. İnsanlar arasından mütevazı olur.
    Müslüman hata araştırmak yerine kendi hatalarını araştırmalı ve gördüğü en küçük bir hatada hemen eleştiri yoluna gitmemelidir. Birliğe ve beraberliğe zarar verecek davranış ve hareketlerden kaçınmalıdır. Şayet bir Müslüman ehl-i sünnet yolunu tuttuğunu iddia ediyorsa Allah için kendisini bir gözden geçirsin ve en küçük hataları bahane ederek ayrılığa sebep olacak işlerden kaçınsın.
    Sadece birkaç hareket yapmakla ve görüntülerini değiştirerek ehl-i sünnet olduklarını iddia edenlere ve Müslümanları değerlendirenlere gelince; bu kardeşlerce sanki selef-i salihin yolu sadece namazda elleri kaldırmak, fatihadan sonra sesli amin demek ve secdede parmakları oynatmaktan ibaretmiş gibi davranılmaktadır. Peygamberin onca sünnetini getirip, birkaç harekete bağlamak doğru değildir. Bu hareketleri yaparsan selefisin yapmazsan değilsin şeklindeki tavırlar yanlış davranışlardır. Bazı kardeşlerin kastettiğim hareketler için yalnız kılarken göstermedikleri titizliği cemaat içerisinde iken itina yapmaları Allah korusun riya tehlikesini beraberinde getirmektedir.
    Müslümanları dış görünüşüne, saçına, sakalına ve giyim tarzına göre değerlendirmemelidir. Her insanın bulunduğu konum aynı olmayabilir. İçinden çıkamadığı bir çevre ve fırsat bulamadığı imkanlar içerisinde bulunabilir. Bu noktada dış görünüşle âlimlik edalarıyla ortada dolaşan ama ilimden ve ihlastan uzak insanları da çokça görmek mümkün.
   Müslüman kendisine gelen her Müslüman kardeşi ile layıkı ile ilgilenmeli, insanları mevkisi makamı ve dış görüntüsü ile değerlendirmemelidir. Bir kardeşimiz şöyle bir şeyle karşılaşıyor ve anlatıyor: “Kilometrelerce yol kat ederek ilimce ilerde olan bir hocamızı ziyarete gittim. Heyecanla yola çıktım ve kendisi ile sohbet etme imkanı bulacağım için sevinçliydim. Hocanın işyerine varınca çok soğuk bir tavırla karşılaştım. Baktım ki bu soğuk tavır değişmiyor, bende kalkıp gitmek zorunda kaldım. Ve onca yolu büyük bir hayal kırıklığı için aldığımın pişmanlığı içerisinde geri döndüm.”
   Yine bizzat yaşadığım bir ziyareti burada anlatayım. Bir hoca efendiyi saatlerce yol aldıktan sonra ziyarete gitmiştim. Biraz araştırmadan sonra ikametgahına ulaştım. Selamlaşmalardan sonra kapı ağzında garip bir bakışla buyur etmeyi bile kerhen yapan bakışlarla karşılaşınca şaşkınlık yaşadım. Soğuk bir şekilde buyur edildiğim yerde karşılaştığım soğuk tavırlar devam edince kısa bir süre sonra orayı terk etmem gerektiğini anladım ve çıktım.
   Şimdi soruyorum bir insan onca yolu sırf Allah için kat etmiş ve size gelmiş, ama siz onu sünnette yeri olmayan bir tavırla karşılıyorsunuz.
   Allah aşkına söyler misiniz bunun neresi sünnet? Bunun neresi peygamber ahlakı? Şimdi o hoca efendiye sormak lazım; kardeşim senin derdin ne? İstediğin kadar ilme sahip ol. Sana böyle davranma hakkını kim verdi? Bunun hesabını Allah’a nasıl vereceksin? Ya bu tavırları terk et ya da ortada hocalık taslama. Bırakın hocalığı, âlimliği, sıradan bir Müslüman’ın dahi yapmayacağı davranışları yapıp da, sünnetten bahseden bu tip insanların tebliğ hareketine hiçbir faydası olamayacağı gibi birlik ve beraberliğe de çok zararları olacaktır. Bazı kardeşler böyle insanlar için huyu böyle ne yapalım diyorlar. Ama bu yaklaşım da doğru değil. Böyle insanlara buradan öğüt veriyorum: Huyun ne olursa olsun Allah için değişeceksin. Güler yüzlü değilsen zorla yüzünü güldüreceksin. Nefsine zor da gelse kendini Allah için değiştireceksin. Müslüman teslim olur diyorsak o halde sende olumsuz davranışlarını bırakıp İslam’ın güzelliklerine zorla da olsa teslim olacaksın. Ya da bu yoldan çekileceksin ki, yolun önü tıkanmasın.
   Hep eleştirilen insanların, durmadan Müslümanların hatalarını bahane ederek ayrılıkçı bir yaklaşım ortaya koyanların ümmetin birlik ve beraberliği önündeki engel olduklarını unutmamaları gerekir. Bu da Allah katında onlar için yüklenilecek bir vebal olacaktır.
   İlim-der tarafından yapılan toplantıların birlik ve beraberlik anlamında çok faydalı ve hayırlı olacağını düşünüyorum. Müslümanlar böyle birlik ve beraberliği pekiştirici faaliyetler ile tanışıp, kenetlenecektir. Rabbimiz bizi ıslah etsin ve kalplerimizi birleştirsin.
   Başka bir hata da ilim ile böbürlenmedir. Bazı Müslümanlar ilim elde ettikçe kibir içerisine girmekte. Bulduğu her fırsatta ilmi sorular ile üstünlük kurmaya çalışmakta karşısındakine bak bende ilim var şeklinde bir tavır ortaya koymaktadır. Kibir Allah’ın asla sevmediği ve Müslüman’a yakışmayan bir davranıştır. İlmin ne kadar olduğu değil Allah için nasıl kullanıldığı önemlidir. Nice insanlar var ki kendisinde bulunan ilmi başkasına aktaramamakta ve gafil bir hayat yaşamaktadır. Tebliğ yapmamakta Allah’ın dinini kendisine dert etmemektedir. Bu ilim hiçbir işe yaramadı gibi sahibini de elbette Allah katında vebal altına sokacaktır. Yani ilim ile kibirlenmeyi bir tarafa bırakıp, Allah’ın rızası için çalışmalıdır.
    Cemaatleri eleştirirken, birlik ve beraberliği Allah’ın ve Resulünün emrettiğini en çok savunanlar olduğumuz halde, Türkiye genelinde daha doğru dürüst bir tane tesise bile sahip değiliz. Ama eleştirdiğimiz cemaatlere baktığımızda muhteşem tesislere ve imkanlara sahip olduklarını görüyoruz. Çalışmalarındaki ve yardımlaşmalarındaki ihlaslarına, birlik, beraberlik ve gayretlerine şahit oluyoruz. Diğer taraftan ehl-i sünnet yolu üzerinde olduğunu iddia edenlerin ise sağda solda konuşmaktan ve sağa sola burun kıvırmaktan başka bir şey yapmadığını görünce de üzülmekten kendimizi alamıyoruz.
   Sözün özü artık samimiyete, ihlasa ve gayrete ihtiyacımız var. Bu işe gönül vermiş gayretli, Allah yolunda tozu dumana katacak tebliğcilere ve mücahidlere ihtiyacımız var. Allah için çok çalışmamız gerekmektedir. Allah aşkına artık bırakalım boş lafları ve Allah yolunda gayret gösterelim.
.
Ebu Muhammed Musab KÖYLÜOĞLU.

[1] Müslim, İmâret 53, (1848); Nesâî, Tahrim 28, (7,123); İbnu Mâce, Fiten 7, (3948).
[2] Ebû Davud, Edeb 112, Müslim, imare 57; Ahmed İbn Hanbel, II, 488; İbn Mâce, Fiten 3948
[3](İbn Mâce, Mukaddime 17, hadis no: 225)
[4] Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.5, Sh.136-Tirmizi
[5] Ebu Dâvud-Edep,110-111, Ahmed bin Hanbel, 2/524
[6] Ebu Davud, Edeb 121, (5519).
[7] Müslim, İmaret 57, (1850); Nesai, Tahrim 28, (7, 123).
[8] (Beyhaki, Tirmizi)
[9](Tirmizi, Beyhaki, Ebu Davud)
[10] (Ravi: Ebu Hüreyre Hadis No:1729) İbni Mace-Fitne-3948
[11] Al-i İmran 3/103
[12] El-Enfal 8/46
[13] Er-Rum 30/32
[14] Hud 11/118-119
[15] Al-i İmran 3/105
[16] Kadı İyâd;” eş-Şifâ”. Cilt: 2, sayfa: 88

0 yorum:

Yorum Gönder

Lütfen Müslümana yakışmayan küfür içerikli yorumlar yapmayınız.