TEMİME (Muska): Nazar değmesin diye takılan nazarlık, boncuk, kemik muska ve tılsım gibi nazarı (göz değmesini) savması için asılan şeylere temime denir.
Kendisine bir fayda verdiğine veya kendisinden bir zararı giderdiğine inanarak ve kalbi bunlara bağlı kalarak bir şeyler takan kimseye, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, istediği hiçbir işini Allah Teâlâ'nın tamamlamaması için bedduâ etmiştir.
   Ukbe b. Âmir Radiyallahu anh’den  rivâyet olunduğuna göre o şöyle demiştir: "Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'i şöyle derken işittim:  “Her kim, (kendisine fayda verdiğine veya kendisinden zararı giderdiğine inanarak) muska takarsa, Allah, hayatta onun hiçbir işini tamamlamasın."[1]
   Nazar ve etkileri inkar edilmez bir gerçektir. Bazı insanların çok beğendikleri insanlara veya mallara, bakışlarıyla ve sözleriyle farkına varmadan zarar verebilmektedir. Günlük hayatımızda, durup dururken bardağımızın kırıldığına, vazomuzun veya aynamızın çatladığına, yeni aldığımız ve üzerine titrediğimiz bir eşyanın durup dururken bozulduğuna şahit olmuşuzdur. Kendimizi çok sıhhatli ve zinde hissettiğiniz bir anımızda birdenbire halsizleşip, sebepsiz bir yere hastalandığınız olmuştur. Köy yerlerinde, gösterişli bir atın nazar isabet etmesiyle çatladığına dair halk arasında çeşitli olaylar anlatılır.
   Günümüzde birçok Müslüman kendisine isabet edebilecek nazara karşı bir takım batıl yollara başvurmakta ve şirk’e düşmektedir.
   Korunma tedbirleri olarak çocuklara, at, dana, inek, ev, dükkan, otomobil vb. gibi eşyaya nazar boncuğu, at nalı, üzerlik otundan yapılan kolyeler takılmakta özellikle çocuklara kurt, ayı, kartal, leylek gibi hayvanların diş, tırnak ve kemiklerinden yapılan nazarlıklar takılmaktadır. Böylece nazarın isabetinden korunulacağına inanılmaktadır. Nazar isabetinden kurtulmak için nazar muskaları takılmakta, kurşun veya mum döktürülmekte, nefesi keskin hocalara okutulmaktadır. Bazı yörelerimizde de tuz çatılmakta, un yakılmakta ve üzerlik otu yakılarak dumanı ile tütsü yapılmaktadır.
   İslam toplumu içerisine giren bu hastalık, çığırından çıkarak şirk boyutuna varacak şekilde yerleşmiştir. İnsanlar nazar değmemesi, belaların def olması ve kendisine isabet edecek musibetlere, karşı geleceğini düşünerek kendisine temime gibi sığıntılar aramaktadır. Temime’nin çocuklara, hayvanlara, evlere, arabalara vs. eşyaya gelebilecek zararlara karşı kalkan olacağına inanılmaktadır. Bu nedenle nazarın isabetinden ve etkisinden korunmak üzere insanlar olmadık tedbirlere başvurmaktadırlar.
   Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor: "Kim, muska (temîme) takarsa, Allah'a şirk koşmuştur."[2]
   Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
   “Efsun yapmak, muska takmak ve muhabbet için okuyup üflemek şirktir!” [3]
   Hamza (Rahmetullahi Aleyh) şöyle dedi:
   “Ben, Abdullah bin Ukeym (Radiyallahu Anh)’ın yanına girdiğimde yüzünde bir kızıllık vardı.
   Bunun üzerine kendisine:
   −Temime (muska) takmaz mısın? dedim.
   Bunun üzerine Abdullah bin Ukeym (Radiyallahu Anh) bana:
   −Temimeden (muskadan) Allah’a sığınırız! dedi.
   Çünkü Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
   ‘Kim, (kendisine fayda verdiğine veya kendisinden zararı giderdiğine inanarak muska, nazarlık ve buna benzer) bir şey takarsa, Allah onu o taktığı şeyle başbaşa bırakır!’ buyurdu.” [4]
   Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:“Her kim, (kendisine bir fayda verdiğine veya kendisinden bir zararı giderdiğine inanarak muska, nazarlık ve buna benzer) bir şey takarsa, taktığı o şeyle baş başa bırakılır."[5]
   Hz. Aişe Radiyallahu anha’nın naklettiği bir hadis-i şerifte de Hz. Peygamber (s.a.v.) “Nazardan Allah’a sığının, çünkü nazar (göz değmesi) haktır.” buyurmuştur. [6]
   Zeynep (Radiyallahu Anha) şöyle dedi:
   “Abdullah ibni Mesud (Radiyallahu Anh) (çarşıda) ihtiyacını gördükten sonra evin kapısına geldiği (eve gireceği) zaman, yanımızda kendisinin hoşlanmayacağı bir şeyle ansızın karşılaşmamak için öksürüp tükürürdü. Nitekim bir gün Abdullah aynı şekilde geldi ve kapının önünde öksürdü. Bu sırada yanımda yaşlı bir kadın vardı, bana humra (denilen bir veba çeşidine) karşı rukye yapardı. Yaşlı kadın Abdullah’ın sesini işitince korkusundan sedirin altına gizlendi.
   Abdullah gelip yanıma oturdu. Bu sırada boynumdaki ipi görünce, bana:
   −Bu ip nedir? dedi.
   Ben de dedim ki:
   −Humreden dolayı onunla bana rukye yapılan bir iptir.
   Abdullah hemen onu çekip koparıp attı ve şöyle dedi:
   −Andolsun ki, Abdullah’ın ailesi şirkten uzaktır! Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’i şöyle buyururken işittim:
   −‘Şüphesiz temaim ve tivele şirktir!’
   Zeynep (Radiyallahu Anha) şöyle dedi:
   −Allah’a yemin ederim ki, bir gün dışarı çıktım, biri bana baktı ve gözümden yaş aktı. Gözümü Yahudi bir kadına okuduğum vakit yaş akması kesildi! Okumayı terk ettiğim vakit ise gözümden yine yaş aktı!
   Abdullah ibni Mesud (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
   −O ancak şeytanın işidir! Yahudi sana rukye yapıp sen şeytana itaat ettiğin vakit seni bırakıyor. Sen ona asi olduğun vakit parmağını gözüne sokuyor! Eğer sen, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in yaptığı gibi yapsaydın daha hayırlı ve şifa bulmaya daha layık olurdun! Gözün ağrıdığı zaman, gözüne suyu serpersin ve şöyle dersin dedi.”
أَذْهِبِ الْبَاسَ، رَبَّ النَّاسِ، اِشْفِ، أَنْتَ الشَّافِي، لاَشِفَاءَ إِلاَّ شِفَاؤُكَ، شِفَاءً لاَيُغَادِرُ سَقَماً
    Duanın Manası: “Ey İnsanların Rabbi! Hastalığını giderip, şifa ver. Sen şifa verensin. Senin şifandan başka hiçbir şifa yoktur. Hiçbir hastalık bırakmayacak şekilde şifa ver!” [7]
   Ruveyfia bin Sabit (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
   “Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
   ‘Ya Ruveyfia! Her halde benden sonra hayat senin için uzun olacak. İnsanlara haber ver ki; herkim, sakalına düğüm atarsa yahut boynuna göz değmemesi için boncuk vs. takarsa yahut hayvan dışkısıyla veya kemikle istinca ederse, Muhammed o kimseden uzaktır!’ buyurdu.” [8]
   Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in nazar değmesine karşı, “Ayetü’l Kürsi ile ihlâs ve Muavvizeteyn (yani Felak ve Nas) Sûrelerini okumuş ve ashabına da bunları okumalarını tavsiye etmiştir.
  
    İman eden bir Mü’min Rabbine tevekkül etmelidir.
   “De ki: “Allah bizim hakkımızda ne takdir etmiş, ne yazmışsa başımıza ancak o gelir. Mevlâmız, sahibimiz o’dur. Onun için müminler yalnız Allah’a dayanıp güvensinler.” Tevbe 9/51
   “Allah'ın izni olmaksızın hiçbir musibet isabet etmez. Kim Allah'a inanırsa, Allah onun kalbini doğruya götürür. Allah her şeyi bilendir.” Tegabun 64/11
   Tevekkül etmek öyle bir imandır ki; onu elde eden bir mü’min her türlü davranışında, başına gelebilecek her türlü musibette ve her türlü acı karşısında Rabbine güvenir, ondan sabır diler ve bilir ki, Rabbi dilemedikçe ona hiçbir kimse zarar veremez. Ve yine o dilemedikçe hiçbir kimse de ona fayda veremez. Tevekkül etmeyi hayatına tam olarak yerleştiren bir mü’min ancak Rabbinden korkar, ancak ona sığınır ve bütün isteklerini ancak ona arz eder. Tevekkül bu dünyadaki bütün acıların, sıkıntıların ve korkuların yegâne ilacıdır. Bir dalın yaprağının dalından düşmesi, bir yağmur tanesinin düştüğü yer, bütün canlıları oluşturan trilyonlarca hücreler ve hücreleri oluşturan atomların her türlü hareketi ancak o’nun dilemesiyledir.
   O halde bu kadar kudret ve azamet sahibi olan yüce Rabbimizin dilemesi olmadan hiçbir güç zarar veremez.
   Şayet bir musibet isabet ediyorsa, ya yaptığımız bir hata nedeniyle yada imtihan gereğidir.
   “Başınıza her ne musibet gelirse, kendi yaptıklarınız yüzündendir. O, yine de çoğunu affeder.” Şura 42/30
   Nazar isabet eden bir insan şifasını ancak Kur’an ve sünnet eczanesinde aramalıdır. Bunun dışındaki ilaçlar faydası olmadığı gibi şirk’e sokup, helak eder.
   Kur'an âyetlerinden yapılmış bile olsa, muska takmak câiz değildir. Çünkü sahâbe böyle bir şey yapmamıştır. Ayrıca bu davranış, Kur'an âyetlerindan başka şeylerin de takılmasına veya (uygun olmayan yerlere girmek sûretiyle) Kur'an âyetlerinin aşağılanmasına da yol açar.
    NAZARDAN KORUNMAK
   1-Muavezeteyn (felak ve nas) sureleri okunabilir. Zira Peygamberimiz iki kul euzüyü okuyup buyurdu ki: (Bu iki sure ile [belalardan, nazardan] korunun! Hiç kimse, bu iki sure ile korunduğu gibi, başka şeyle korunamaz.) Ebu Davud
   2-Fatiha, Âyet-el kürsi, Kâfirun, İhlas, Felak ve Nas sureleri 7şer defa okunup hastaya üflenirse, büyü, nazar ve her dert için iyi gelir. Bir hadisi şerifte de, (Fatiha ile Âyet-el kürsiyi okuyana, o gün nazar değmez) buyuruldu. Deylemi
   3- İslam bilginleri Kalem suresinin 51 ve 52. ayetlerinin okunması gerektiğine dair rivayetleri de bildirmektedirler. Bu konuda ayrıca İmam Nevevi’nin Ezkar isimli eserine de bakılırsa yeterince bilgi edinilebilir.
 .
 Ebu Muhammed Mus’ab KÖYLÜOĞLU
.

[1] Ahmed; hadis no: 17372. Bknz: el-Usaymî; "ed-Durru'n-Nadîd"; s: 41.
[2] Ahmed; hadis no:16781. Elbânî; "Silsiletu'l-Ehâdîsi's-Sahîha"; hadis no:492'de 'hadis, sahihtir' demiştir.
[3] Ebu Davud 3883, İbni Mace 3530, İbni Hibban 1412, Ahmed bin Hanbel Müsned 1/381, Albânî Sahiha 331
[4] Ahmed bin Hanbel Müsned, Tirmizi 2152, Hakim
[5] Tirmizî; hadis no: 2072. Ahmed; hadis no: 18736. Şuayb el-Arnaût, "Câmiu'l-Usul"; c: 7, s: 575'te 'hadis, hasendir', demiştir
[6] İbn Mace- 2/1159 hadis no 350
[7] Ahmed 3615, İbni Mace 3530, Ebu Davud 3883
[8] Nesei 5082, Ebu Davud 36, Ahmed 4/108



İSLAM’I TANIYORMUSUN?
İslam'ı gerçekten tanıyor musun? İslam hakkındaki bilgilerini araştırarak mı elde ettin, yoksa kulaktan dolma bilgilerle mi? Yada İslam hakkında bir takım ön yargıların mı var? Bütün bildiklerini bir tarafa bırak. Gerçek mânâda İslam'ı tanımana yardımcı olacak ve izlemekle hiç bir şey kaybetmeyeceğin bu videoyu sonuna kadar mutlaka izle.

İslam teslim olmak manasına gelmektedir. İslam; insanın dünyasını bir düzene koymak üzere ve neticesinde de ahiret hayatında mutlu bir hayat sürmek üzere, kendisini Allah'a ve gönderdiği elçiye teslim etmesi demektir. Böylesine teslim olan bir insanın dünya hayatını, artık onu yaratan ve en iyi tanıyan Allah şekillendirecektir. İslam, belirlediği ölçülere göre yaşamak şartıyla, bu dünya hayatında da âhiret hayatında da mutluluk vaat etmektedir.

İslam'ı getiren Hazreti Muhammed nasıl bir insandı?
Küçücük yaşlarda anne ve babasını kaybetmiş, öksüz ve yetim kalmıştır. Dedesinin ve daha sonra da amcasının yanında büyüyen Hazreti Muhammed'in hiç yalanına rastlayan olmamıştı. Çevresinde emin insan olarak biliniyordu. Hiç bir kimse onun elinden, dilinden ve yaşantısından bir zarar görmemişti. Allah'ın özel koruması altında yetişmiş ve yaşadığı dönemdeki ahlaksızlıklardan uzak kalmıştı. Yaşadığı dönemde kadınların hiç bir değeri yoktu. Kadın alınıp satılan ve cinsi arzuları karşılayan bir varlık durumundaydı. Kız çocuklarının diri diri toprağa gömüldüğü güçlünün zayıfı ezdiği ve köleleştirdiği bir dönemde yaşamış ama hiç bir kötülüğe bulaşmamıştı. Bununla birlikte yaşadığı dönemde Mekke edebiyatın ve şiirin merkezi olmasına rağmen onun okuma ve yazması yoktu. Bu durum neticesi ve mucizesi, sonra ortaya çıkacak olan İlahi bir takdir gereği idi.
Peygamberliğini ilan etmesi ve anlattıkları şeyler ile her geçen gün kendisine inananlar çoğaldı. O dönemin önde gelenleri onun hareketinden rahatsız oldular ve davasından vazgeçmesi için ona dünyalık olarak bir insanın isteyeceği her şeyi teklif etmelerine rağmen o hiç birisini kabul etmedi. Hangi insan batıl bir dava için her şeyden vazgeçer ki? Daha sonra taraftarlarına akıl almaz işkenceler yaptılar ama yine de onun getirdiği İslam'ın çığ gibi büyümesini engelleyemediler. Adaletli düşünen bir insan kendisine şunu soruyor: bütün işkencelere ve zulümlere rağmen İslam'ı seçenlerin ona bu kadar bağlı olmalarının sebebi ne olabilir? Onları canlarından ve mallarından vazgeçirmeye bu kadar etki eden şey nedir? Hazreti Muhammed onlara ne vaat etti ki canlarından ve mallarından vazgeçecek kadar ona bağlandılar? Tıpkı Hazreti İsâ'nın havarilerinin ona bağlandıkları gibi bağlanmışlardı.
Mükemmel bir insan olan hazreti Muhammed’e asılsız iftiralar atılmakta ve karalayıcı ifadeler kullanılmaktadır. Bunun nedeni Amerika, Avrupa ve bir çok ülkede doğmak üzere olan İslam’ın önünü kesmektir. Bu iftiralara aldırış edersen bu büyük insanı tanımadan ölürüsün. Allah sana akıl verdi pişman olmamak için başkalarının fikirlerini değil aklını kullan ve İslam’ı mutlaka tanı. 
 
 
Hazreti Muhammed’in getirdiği İslam  neleri yasaklıyor?
Allah'a ortak koşmayı, zina etmeyi, içki içmeyi, kumar oynamayı, ana babaya asi olmayı, adam öldürmeyi, yeryüzünde bozgunculuk yapmayı, hırsızlık yapmayı, yalan söylemeyi, hile yapmayı, dolandırıcılığı, iftira atmayı, gıybet etmeyi, kalp kırmayı, başkasının malını gasbetmeyi ve insanların zarar gördüğü bir çok şeyi yasaklamaktadır. 
Hazreti Muhammed neleri tavsiye ediyor?
Yalnızca Allah'a kul olmayı, hayatı Allah’ın emirleri doğrultusunda şekillendirmeyi, dürüst olmayı, doğru söylemeyi, insanlara iyi davranmayı, kalp kırmamayı, güler yüzlü davranmayı, anne ve babaya, kadınlara akrabaya ve komşulara iyi davranmayı ve hatta bütün canlılara merhametli olmayı emretmektedir. 

İslam'a tâbi olanlara ne vaadediyor?
Hazreti Muhammed Allah'ın emir ve yasaklarını insanlara ulaştırdı ve İslam'a tabi olmaları halinde bitmez, tükenmez ve akıllara durgunluk verecek kadar olağanüstü güzelliklerin olduğu ve hiç bir kötülüğün olmadığı cennet hayatını müjdeledi.

Hazreti Muhammed önceki gönderilen elçileri reddetmedi.
Hazreti Muhammed kendisinden önce gönderilen Adem, Nuh, Lut, Yusuf, Dâvud, Süleyman, Musâ ve İsâ gibi kendisinin de bir elçi olduğunu ifade etmektedir. Onlara saygı duymakta ve onları kardeşlerim diyerek iyilikleriyle anmaktadır. Hiç birisine kötü söz söylememiş ve hep sevgiyle anarak onlarında kendisinden önce gönderilen peygamberler olduklarını ifade etmiştir. 

Hazreti Muhammed önceki elçilerin kitaplarını reddetmiyor?
Hazreti Muhammed kendisi gibi, gönderilen diğer elçilerin getirdiği kitapları kabul etmektedir. Bütün Müslümanlar da bunu böyle kabul etmektedirler. Hazreti Muhammed hazreti Musa'ya gönderilen Tevrat'ın da, hazreti İsa'ya gönderilen İncilin de indiği dönemde Allah'ın sözleri olduğunu ancak daha sonra tahrif edildiğini ve hükümlerinin kaldırılarak onların yerine Kuran'ın gönderildiğini ifade etmektedir. 

Hazreti Muhammed’in mucizeleri nelerdir?
Onun en büyük mucizesi Kuran idi. Okuma yazması olmayan ve vaktiyle çobanlık yapmış birinin Kuran gibi bir kitabı yazması mümkün değildir. Kuran'ı okuyan biri bunun bir insan sözü olamayacağını rahatlıkla anlayabilir. Çünkü Kuran bir çok mucizevi hususlardan bahsederken, büyük bir edebi sanatı ve ses uyumunu ortaya koymaktadır. Ayrıca yaşadığı dönem edebiyatın ve şiirin en üst seviyede revaçta olduğu bir dönemdi. Şiir yarışmaları düzenlenir ve birinci olan şiir Kâbe'nin duvarına asılırdı. İlahi takdir gereği o okuma yazma bilmiyordu. Ve böyle birisi o zamanın bütün şairlerinin, sözleri karşısında aciz kaldığı Kuran'ı getirdi. Kuran'ı dinleyenler bu bir insan sözü olamaz diyor ve hemen Müslüman oluyordu. Hatta bu yüzden Mekke de Kuran'ın açıktan okunması dahi yasaklanmıştı.
Hazreti Muhammed'in bir çok mucizesi var ancak burada hepsinden bahsetmek mümkün olmadığı için bir kaç tane örnek verelim.
Kuran'da Tâhâ suresi 12. ayette yedi kat olan gökyüzünden bahsedilmektedir. 14 asır önce okuma yazması olmayan biri tarafından getirilen Kuran'da bu bilgiler verilmektedir. Oysa uzun astrolojik araştırmalar sonucunda elde edilen bu bilgilerin o dönemde bilinmesi mümkün değildi. Ve başka kaynaklardan alınmış olması da mümkün değildi. Çünkü bu bilgiler o dönemde hiç bir kimse tarafından bilinmiyordu.
Astronomi biliminin henüz bu günkü kadar gelişmemiş olduğu bir dönemde, 14 asır önce indirilen Kuran-ı Kerim'de Zâriyat suresi 47. ayette: göğün genişletildiği bildirilmektedir. Daha 20. yüzyılda keşfedilen bu bilgilerin O dönemlerde bilinmesi mümkün değildi ve kimse tarafından bilinmiyordu. Bu bilgilerin Hazreti Muhammed'e ancak ilahi bir vahiyle öğretildiği açıkça ortaya çıkmaktadır. Bunun dışında hiç bir kimseden öğrenmesi mümkün değildir.
Hazreti Muhammed diyor ki: "Sizden birinizin yemek kabına sinek düşecek olursa, onu iyice batırın. Zira onun bir kanadında hastalık, diğerinde şifa vardır. O, içerisinde hastalık olan kanadıyla korunur." Yani bir kanadında olan zehri diğer kanadındaki panzehir etkisiz hale getirmektedir.
Bu bilgiler bilim adamlarının laboratuar ortamında mikroskobik incelemeler neticesinde elde edilebildikleri bilgilerdir. Oysa bu bilgiler Hazreti Muhammed tarafından 14 asır önce bildirilmiştir.
Hazreti Muhammed güneşte beklemiş suyu kullanmayı yasaklıyor ve güneşte beklemiş suyun zararlı olduğunu ve alaca hastalığına sebebiyet vereceğini bildiriyor. Bilim adamlarınca yapılan araştırmalarda güneşte beklemiş suyun içinde zararlı mikro organizmaların oluştuğu tespit edilmiştir.
Kuran'da Rahman Suresi 19. ve 20. ayetlerde şöyle buyruluyor: “İki denizi birbirlerine kavuşmak üzere salıvermiştir. Aralarında bir engel vardır, birbirlerine geçip karışmıyorlar.”
Evet, ayetin ifade ettiği bu gerçek akıllara durgunluk verecek bir tarzdadır. Zira onca fırtına ve dev dalgalara rağmen bırakın denizleri, bir çay bardağında bile iki farklı sıvıyı karıştırmadan tutmak imkânsızdır. Fakat bilim, Kuran’ın ayetlerini her zaman olduğu gibi tasdik etmekte ve onun Allah’ın kelamı olduğunu kör gözlere dahi sokacak bir tarzda beyan etmektedir.
Denizaltı araştırmaları ile ünlü Fransız bilim adamı Kaptan Cousteau denizlerdeki su engelleri ile ilgili yaptığı araştırmaların sonucunu şöyle anlatmaktadır:
“Bazı araştırmacıların farklı deniz kütlelerini birbirinden ayıran engellerin bulunduğuna dair ileri sürdükleri görüşleri inceliyorduk. Çalışmalar sonucunda gördük ki, Akdeniz’in kendine has tuzluluğu ve yoğunluğu var. Aynı zamanda kendine has canlıları barındırıyor. Sonra Atlas Okyanusu’ndaki su kütlesini inceledik ve Akdeniz’den tamamen farklı olduğunu gördük.
Hâlbuki Cebeli Tarık Boğazı’nda birleşen bu iki denizin tuzluluk, yoğunluk ve sahip olduğu hayatiyet açısından eşit veya eşite yakın olması gerekiyordu. Oysaki bu iki deniz, birbirine yakın kısımlarda bile ayrı yapılara sahiptiler. Bunun üzerine yapmış olduğumuz araştırmalarda bizi şaşkına çeviren bir durumla karşılaştık. Çünkü bu iki denizin karışmasına birleşme noktasında bulunan harika bir su perdesi engel oluyordu.
Burada işin en ilginç tarafı ise 14 asır önce Mekke'de yaşayan ve okuma yazması olmayan birisinin yaklaşık beş-altı bin kilometre uzaklıkta bulunan iki denizin karışmadığını haber vermesidir. Hazreti Muhammed bu bilgiyi kimden almıştır? Yaşadığı dönemde dahi kimse tarafından bilinmeyen bu bilginin ancak ve ancak ilahi bir bilgi olduğu açıkça ortaya çıkmaktadır.

İslam neden terör ile bir araya getirilmeye çalışılıyor?
İslam insanların dünya ve ahirette mutlu olmalarını sağlayacak emirleri içermektedir. Şu anki Müslümanlar gerçek İslam'ı hayatlarına yansıtmadıklarından İslam'ın yanlış tanınmasına neden olmaktadırlar. İslam'ı tam olarak kavrayamamış insanların yapmış olduğu yanlışlıklar İslam'ın emri zannedilmektedir. İslam'ı yanlış uygulayan insanlar adeta İslam'ın önünde perde olmakta ve gerçek İslam'ın tanınmasına engel olmaktadırlar. Gerçek İslam'ı tanıyanlar hemen Müslüman olmaktadır. Amerika ve Avrupa da İslam'ın hızla yayılması nedeniyle rahatsız olanlar bunun önünü alabilmek için İslam'ı terör ile birlikte göstermeye çalışmaktadır. Oysa İslam, bırakın insanları, hayvanlara ve ağaçlara dahi zarar verilmemesi gerektiğini, yeryüzünde fesat çıkarılmaması gerektiğini ifade etmektedir.
Yaşadığı dönemde İslam ordusunu hazırlayan peygamber orduyu göndermeden önce onlara hep şunu söylerdi: "Kadınlara, yaşlılara ve çocuklara dokunmayın. Sizden aman dileyenlere ilişmeyin. Kiliselere, Havralara ve ibadethanelere dokunmayın. Gittiğiniz yerlerdeki ağaçlara dahi zarar vermeyin. O halde böylesine düşünceli ve saygılı bir insanın getirdiği İslam nasıl oluyor da terör ile anılıyor? Bunun tek nedeni onu gerçek manada anlamamış insanların yaptıkları eylemlerdir.
Peygamberin gönderdiği ordu her savaştan önce muhatabına mutlaka önce İslam'ı teklif etmiş, daha sonra cizye vermelerini aksi halde savaşacaklarını bildirmiştir. Bunun dışında ansızın hiç bir topluma saldırmamıştır. Toplu katliamlar, yakıp, yıkma ve tecavüz asla yapmamıştır. Peygamber asla bunu emretmemiş ve tasvip etmemiştir.
Oysa İslam’ı terörle bir göstermeye çalışan batının geçmişi büyük katliamlarla doludur.
Ünlü Fransız düşünür ve yazar Roger Garaudy 'Medeniyetler Diyaloğu' adlı kitabında batı ülkelerinin yaptığı katliamları şöyle ifade ediyor: “Batılılar yüz milyonu aşkın Amerika Yerlisini öldürerek dünyada daha önce benzeri görülmemiş bir soykırım yaptı. Bunun ardından üç yüz yıl süren köle ticareti sırasında en az yüz milyon Afrikalıyı öldürerek bir başka akıl almaz soykırımı gerçekleştirdi. Afyon içmeyi reddeden Çinlilere savaş açtı ve koca Çin’e zorla afyon içirtip sömürdü. Şimdiki Laos, Kamboçya ve Vietnam adı verilen geniş bir kesimde Batı, sırf para kazanmak için insanlara zorla alkol içirtti ve içmeyenden de para alarak ahlâksızca sömürdü. Avrupalıların insanlığa ettiği kötülükler saymakla bitmez!”
Daha yeni dönemde ABD önderliğindeki koalisyon güçleri işgal ettikleri Irak`ın Felluce kentinde 1 milyon 500 bin sivili sokaklarda öldürüp çürümeye terk etmiştir.
Ve tarihin sayfalarında batı dünyasının daha sayılamayacak kadar çok katliam ve soykırımlarını bulmak hiç zor değil.
Yapılan bütün katliamlara rağmen kendisini özgürlük ve demokrasi mücadelesi vermekle taçlandıran batı dünyası, emperyalist emelleri için yaptıkları saldırıları ve işgalleri özgürlük ve demokrasi getirmek için yapılmış kahramanlıklar olarak savunurken Müslümanların kendilerini savunmaya yönelik mücadelelerini bile terör olarak göstermişlerdir. Büyük katliam ve tecavüzlerin yaşandığı bu saldırılar dünyaya kahramanlık olarak anlatılsa da insanlığın vicdanı bu yalanları bir gün mutlaka tüm gerçekliğiyle gözler önüne serecektir.  İslam toplumlarında planladıkları komploları ve provokasyonları tüm dünyadan gizlemişlerdir. İslam topraklarının hep savaş, kan ve gözyaşı içerisindeki görüntüleri İslam’ı terör ile bir göstermede propaganda malzemesi olarak kullanılmaktadır. Dünya coğrafyasına şöyle bir bakıldığında işgal edilen, kan dökülen ve insanlara akıl almaz işkencelerin yapıldığı yerlerin tamamının İslam ülkeleri olduğu görülecektir. Buna karşılık hangi batı ülkesinde kan var, katliam var ve göz yaşı var? O halde Müslümanları terörist göstermeye çalışanların sözüne inanmak mümkün mü?
İslam’ın cihad emri nedir?
İslam insanlara saldırmayı ve emperyalist bir işgali asla emretmemiştir. İslam insanları kula kulluktan kurtarıp sadece Allah’a kul yapmak istiyor. İnsanları zalim diktatör ve ilahlaşmış insanların elinden kurtarıp, Allah’ın adaletli paylaşımına davet ediyor. Ve bunun için savaşılmasını istiyor. Bu uğurda savaşma emri katliam, işgal ve zulüm amaçlı bir çağrı değil, mazlumlara sahip çıkma ve Allah hükümlerini dünyaya hakim kılma amaçlı bir emirdir. Emperyalist güçlerin dünya üzerinde yaptıkları katliamlara karşı Allah'ın adaletli hükmünü hakim kılmak için savaşmak terör mü yoksa adaleti hakim kılmak mı? Bu husus İslam düşmanları tarafından her zaman çarpıtılmış ve İslam insanların gözünde terörizmi destekleyen bir din olarak gösterilmeye çalışılmıştır.
Bir çok karalamaya rağmen İslam neden hala dünyada yayılıyor?
Amerika ve Avrupa’da bir çok kişi ön yargılarını bir taraf bırakıp İslam’ı tanıyınca hemen Müslüman olmaktadır. Bunun elbette en büyük nedeni İslam dininin içerdiği güzelliklerdir. İslam karalandıkça insanların merakı artıyor ve insanlar İslam’ı tanımak istiyor. Araştırma cesaretini gösterenler İslam’ın gerçek yüzüyle tanışınca İslam’ı kabul ediyor ve Müslüman oluyor. Bu durum senin için dikkate değer değil mi? Yeryüzünde savaşların ve acı çeken mazlum insanların büyük bir çoğunluğunu Müslümanlar oluştururken ve onca kötü propagandaya rağmen neden insanlar inançlarından dönmüyor ve canlarından, evlatlarından ve mallarından vazgeçip İslam için kendilerini feda ediyor hiç merak etmiyor musun?

Yeni gelen peygamber her zaman tepkiyle karşılandı
Hiçbir peygambere gönderildiği kavim hoş geldin demedi. Ne güzel şeyler anlatıyorsun demedi. Yahudilerin hazreti İsa’nın peygamberliğini kabul etmedikleri gibi, Hıristiyanlar da Hazreti Muhammedi kabul etmediler. Oysa Yahudilerin de Hıristiyanların da tahrif edilmemiş kitaplarında Hazreti Muhammed’in gelişi haber verilmekteydi. Bunu bildikleri halde yinede onun peygamberliğini kabul etmediler.

Medine Yahudileri şiddetli bir peygamber beklentisi içerisindeydiler. Tabi ki bu beklentinin sebebi Tevrat’ta vasıfları anlatılan bir peygamberdi. Ancak birçoğu niçin İsrailoğullarından çıkmadı düşüncesiyle hazreti Muhammedi bile bile inkar etti.  
 
HAYDİ SENDE ÖLÜM GELMEDEN ÖNCE İSLAM’I TANI
Bütün bildiklerini ve ön yargılarını bir tarafa bırak. Ölüm geldiği anda her şey bitmiş olacak. Ve yapmış olduklarınla ya pişman olacaksın yada büyük kurtuluşun mutluluğunu yaşacaksın. Ve bir daha asla geriye dönüşün olmayacak. Böylesine büyük bir risk varken İslam’ı mutlaka tanımalısın. İslam’ı tanımakla hiçbir şey kaybetmeyeceksin. Ama tanımadan ölürsen ahirette çok şey kaybedebilirsin. Şu anda dünya üzerinde yaşayan Müslümanlara bakarak İslam’ı değerlendirme. Çünkü Müslümanlar gerçek İslam’dan mahrum bırakıldı. Eğitimsizlik ve yasaklar yüzünden Müslümanlar da gerçek İslam ile tanışamadı. İslam hakkında yapılan karalayıcı propagandalara aldanma.
       Hemen ilk fırsatta İngilizce’ye çevrilmiş Kuran ve hazreti Muhammed’in hayatını oku.
       Henüz sana verilen hayat fırsatı sona ermedi. O halde sana uzatılan bu kurtuluş elini bir fırsat bil ve İslam’a gönlünü aç. Müslüman olup, öncelikle kendini ve daha sonra da aileni ebedi hayat için kurtar. Aksi halde pişmanlığın geri dönüşü olmayacak.
 NEDEN İSLAM’I SEÇTİLER
İslam’ı tanıma fırsatı bulunlar nasıl Müslüman olduklarını anlatıyorlar. Onların hikayelerini dinlersen İslam’ı değişik yönlerden tanıma fırsatı bulabilirsin.

 
İnsanoğlu hangi tür inancı taşırsa taşısın, hiçbir zaman dua etmek lüzumunu hissetmekten uzak kalmamıştır. Çünkü insanoğlu yaratılışı gereği daima üstün bir kudrete bağlanmış, ona inanmış ve ondan yardım dilemiştir. İşte dua, bu inanışın dile getiriliş biçimidir. Aslında dua, kelime anlamı bakımından; Allah'tan yardım dileme anlamına "çağrıda bulunmak, davet etmek", "yardım ve esenlik istemek" anlamlarına gelmektedir.



"Ashabım yıldızlar gibidir, hangisine uyarsanız hidâyet bulursunuz."
Bu hadis uydurmadır.
Ravilerinden olan Sellâm b. Suleym yalancı  olup, İbn  Hibban’ın  da  dediği  gibi uydurma   hadisler   rivayet   etmiştir.   Diğer   bir   râvi   olan   Hâris   b.   Gusayn   ise bilinmemektedir. Buna  rağmen Şa’rânî şöyle  der: «Bu  hadis  hakkında  muhaddisler  (zayıflığına dair) konuşmuş olsalar bile, keşf ehline göre sahihtir!» Ancak Şa’rânî’nin bu  sözü  hiç  şüphesiz batıldır! Çünkü keşf yoluyla hadislerin tashih edilmesi tasavvufi bir bid’attır. Bunu asıl kabul etmek, biraz önceki hadis gibi aslı olmayan batıl hadislerin sahih olduğunu kabule götürmesi demektir. Keşf,  sahih olarak vukû bulur ise, en iyi durumda bile, rey ile aynı derecededir. Rey ise, hata da eder isabette edebilir. Tabi ki buna heva karışmamış  ise bu böyledir. Allah’ın rızası olmayan her şeyden selâmet dileriz.
Bu  rivayetin  uydurma  olduğuna  bir  başka  delil  de;  nasıl  olur  da  Peygamber (s.a.s)  sahabeden  olan  her  bir  ferde  uymamızı  tavsiye  edebilir?  Kaldı  ki  sahabe arasında  âlim olduğu  gibi,  ilimde orta seviyeli  ve  daha  da  aşağı  olanlar  vardı. Konuyla ilgili gelen rivayetlerin uydurma olduğunu söyleyen   İbn Hazm şöyle devam eder: « Çünkü Allah Teala Peygamberi (s.a.s)’i   (O, arzusuna göre konuşmaz. O (bildirdikleri)   vahyedilenden  başkası  değildir) (Necm 3-4) şeklinde   nitelendiriyor  ise, Peygamber   (s.a.s.)’in   şeriata   dair   bütün  sözlerinin   gerçek   ve   şüphesiz   olarak Allah’tan geldiği anlaşılır. Allah’tan gelen şeyde de ihtilaf olmaz. Çünkü ayette (Eğer o (Kur’an), Allah’tan başkası  tarafından gelmiş  olsaydı onda birçok tutarsızlık bulurlardı )  buyurulmuştur. Allah ( Birbirinizle çekişmeyin ) ayetiyle bizlere tefrika  ve ihtilafı yasaklar. Dolayısıyla  sahabeden  her birine  tâbî olmamızı Allah Resulu (s.a.s)’in bizlere emretmesi imkansızdır. Çünkü sahabenin içerisinde birisinin helal kıldığını haram kılan bulunabilmektedir. Eğer durum böyle olsaydı, Semure b. Cundup’a uyarak içkinin satışı  helâl olurdu.  Ebû Talha’ya uyarak ta oruçlunun dolu yemesi helâl olurdu (orucu bozulmazdı). Bunlar diğer sahabelere tâbî olunduğunda da  haram  oluyor.  İbn Abdi’l Berr, Camiul-İlm (2/91), İbn Hazm, İhkâm (6/82), Nasuriddin el-Albani
Ayrıca bu söze uydurma demek sahabenin faziletine dil uzatmak değildir. Size Kuran ve sünnete uymayı tavsiye ederim diyen bir peygamber Ashabına uymayı tavsiye eder mi? Sadece onların takip ettikleri yolu takip etmeyi tavsiye eder. Nitekim bu hususta şu rivayet var:
Peygamberimiz de fırka ve cemaatlere bölünen, paramparça olan, dalalet ve hüsrana sürüklenen ümmeti içinde kimlerin kurtulacağı hakkında “O kurtulanlar kimlerdir yâ Resulullah” diye sorulduğunda “Benim ve ashabımın üzerinde bulunduğu yolun aynısını takip edenlerdir.” buyurmuştur. Ebû Davut 1- Tirmizî 18
Sahabeler arasında karşılıklı savaşanlar olmuştur. O halde sahabeye tabi olmak hidayet yolu olursa savaşan sahabelerden hangisine uymak hidayet yolu olabilir? Hz. Ali (r.a.) ile Hz. Muaviye (r.a.) arasında ve yine Hz. Ali ile Hz. Aişe arasında çıkan savaşlarda her iki tarafta da sahabeler vardı. Bu durumda yanlış diye bir şeyin olmaması gerekirdi.
Sahabenin her biri aynı değildi. Sahabe içerisinde alim olanlarda vardı, alim olmayanlarda vardı. Yani sahabenin her birine uyarak hidayeti bulmak mümkün değildir. Bununla birlikte bu hadis Kuran'ın hidayete tabi olma emirlerine de ters düşer. Kuran'da hiç bir ayette sahabeye uymaktan bahsedilmez. Ancak Allah'a ve Resulüne tabi olmaktan bahsedilir. Bu da tabi ki göstermektedir ki: hidayet yolu ancak Kuran ve sünnete tabi olmakla mümkündür.
“Kim Allah'a ve Resulüne itaat ederse ve Allah'tan korkup O'ndan sakınırsa, işte 'kurtuluşa ve mutluluğa' erenler bunlardır.” Nur 24/52
Peygamber (s.a.v.) buyuruyor ki; “Size iki şey bırakıyorum. Onlara yapıştıkça sapıtmazsınız. Onların birisi Allah’ın (c.c.) kitabı, diğeri de peygamberin sünnetidir."  İmam Malik-Muvatta-1395; Hâkim,1/93;  İbn Abdilber,câmiul beyan II/24
“Sen Olmasaydın (Sen Olmasaydın) Alemleri Yaratmazdım”
Hadis Ulemasından; İmamı Abdul Fettah Ebu Gudde, Acluni, Aliyyul kari, Hac Ahmet, Kavukcu, Sagani ve Şevkani bu sözün hadis olmadığını söylerler.
Fevaid-Şevkani-sy.326-hd.no(18)  Keşfül hafa-Acluni-c.2-sy.214-hd.no(2124)  Lülü-Kavukcu-sy.154 hd.no(452)  Masnu-Aliyyul kari-sy.150-hd.no(255)  Mevzuat-Aliyyul kari-sy.295-296-hd.no(385)  Münteka-Hac Ahmet-sy.609-hd no(914)  Risaletül Mevdua-Sagani-sy.7
Beyhakî'ye göre hadis zayıftır İbn Maîn, Ahmed b Hanbel, Nesâî gibi muhaddisler seneddeki ravilerden Abdurrahman b Zeyd'in zayıf olduğunu söylemişlerdir.
İbnü'l-Cevzî el-Mevzûatü'I-Kübra'da (i/288) "Bu hadis, hiç şüphesiz uydurma bir hadistir. Senedinde meçhul ve zayıf raviler bulunmaktadır", diye reddetmiş ve hadisin senedindeki raviler hakkındaki muhaddis imamların görüşlerini nakletmiştir.
İmam Zehebî bunun mevzu olduğunu söylemiştir İbn Kesîr'in Târih'inde batıl olarak değerlendirdiği bu habere Hafız İbn Hacer el-Askalanî Lisânu'l-mîzan'ında muvafakat göstermiştir.
İbn Teymiyye bu konuda şunları söylüyor:

"el-Hâkim'in bu hadîsi rivayet etmiş olmasına karşı çıkılarak reddedilmiştir.
Üstelik bizzat kendisi "Kitâbü'l-Medhal ilâ-Ma'rifeti's-Sahîh mine's-Sakim" (Sahîh Hadîsi Sakîm Haberden Ayırmaya Giriş) adlı eserinde şunları söylemektedir:
"Abdurrahmân b. Zeyd b. Eşlem, babasından, üzerinde düşünen hadîs erbabının gözünden bizzat onun tarafından uydurulduğu kaçmayacak olan mevzu hadisler rivayet etmiştir".
Ve yine diyorum ki:  Hadîs âlimlerinin ittifakıyla Abdurrahmân b. Zeyd b. Eşlem, zayıf bir râvî olup çok çok hata yapan birisidir.
Ahmed b. Hanbel, Ebû Zür'a, Ebû Hatim, Nesâî, Dârakutnî ve diğer hadîs otoriteleri onun zayıf olduğunu belirtmişlerdir.
Ebû Hatim İbn Hibbân şunları söyler:
"Abdurrahmân farkında olmaksızın haberleri maklûb hâle getirir, altını üstüne çevirirdi. Rivayetlerinde mürsel haberleri merfû, mevkufları müsned göstermesi gibi durumlar o kadar çoğaldı ki, terkedilmeyi haketti". (İbn Teymiyye Külliyatı c:1, s: 336)
Ayrıca bu hadis yaratılış gayesini apaçık belirten ayetlere de ters düşmektedir.
"O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır." Mülk 67/2
"Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım." Zariyat 51/56
"Ümmetimin ihtilafı rahmettir"
Bunun aslı yoktur. Acluni (Keşfu’l-Hafa ,64), el-Münavi (Feyzü’l-Kadir, 1/210-212), Beyhaki  (er-Risaletu'l-Eş'ariyye), Nasr el-Makdisi (el-Hücce) hep senedsiz olarak nakletmiştir.
Suyuti Camiu’s-Sağir’de şöyle demiştir: "Bu hadisi Nasr el-Makdisi, el-Hücce’sinde ve Beyhaki Risaletü’l-Eşari’sinde senetsiz olarak zikretmiştir.
Beyhakî, İmam el-Eş'arî'yi müdafaa maksadıyla kaleme aldığı er-Risâletu'l-Eş'ariyye'sinde [İbn Asâkir, Tebyînu Kezibi'l-Mufterî, 100 vd.] bu hadisi senetsiz olarak nakletmiştir. (İbn Asâkir, Tebyînu Kezibi'l-Müfterî, 106)
Muhaddisler  bu  rivayetin  senedini  bulmak  için  çokça  gayret  sarf etmelerine rağmen bunda muvaffak olamamışlar. es-Subki şöyle der: «Muhaddislerce bu rivayet bilinmemektedir,  ben  rivayetin  ne  sahih  ne  zayıf  ne de uydurma  bir  senedini bulamadım.» Ayrıca rivayet, manâ olarak da, muhakkik  alimler    tarafından     münker görülmüştür. İbn  Hazm  şöyle  der;  « Bu  söylenen  en  kötü sözlerdendir,  çünkü eğer ihtilaf rahmet olursa   o zaman ittifak ta gazab olur. Hiç bir Müslüman da bunu söylemez. Çünkü ya ittifak ya da ihtilaf veya rahmet ya da gazab vardır.» ( İhkâm 5/64)
Bu rivayetin kötü izlerinden birisi de, bir çok müslümanın aslı olmayan bu hadis sebebiyle, dört mezheb arasındaki şiddetli ihtilafları kabul etmesidir. İhtilafa düştükleri konularda Kur’an ve sahih sünnet’e katiyen dönme çabasında bulunmazlar. Aslında imamları  (Allah onlardan  razı  olsun),  onlara  Kur’an  ve  sahih  sünnete  dönmelerini emretmişlerdir. Ancak mukallidler dört mezhebi çeşitli şeriatlar şeklinde görmekteler. Böylece şeriat’a  zıtlık  nisbet etmiş  olmaktalar! Bu durum bu tür ihtilafların  Allah’tan olmadığını   gösteren   en  büyük delildir.   Allah’ın;   (Eğer o, Allah’tan   başkası tarafından gelmiş olsaydı onda birçok ihtilâf (tutarsızlık) bulurlardı.) (Nisa 82)  ayetini düşünselerdi bu tutarsızlığın, bu çelişkinin Allah’tan olmadığını anlarlardı. Sonra nasıl olurda mezheblerin aralarındaki birbirlerine  zıt  ihtilaflar  uyulan  bir şeriat  ve  indirilen bir rahmet olabilir?!  Aslı  olmayan bu hadis sebebiyle müslümanlar, dört mezheb imamından sonra günümüze kadar, bir çok itikadî ve amelî meselelerde ihtilaf etmeye devam etmişler. Eğer onlar, bir çok Kur’an ayetinin ve hadislerin kötülediği ve İbn Mesud’un da şer olarak  vasfettiği  ihtilafı  kötü görselerdi  elbette  ittifaka  koşarlar,  çoğu  konularda  da doğruyu yanlıştan, hakkı da batıldan ayırırlardı. Sonra da aralarında olabilecek bazı ihtilaflardan  dolayıda  birbirlerini mazûr görürlerdi.  Ancak  niçin  uğraşsınlar  ki,  zaten onlar  ihtilafın  rahmet,  mezhebleride bu ihtilaflı   haliyle  çeşitli şeriatler  olduğunu görmekteler?!
Muhammed Nasuruddin el-Elbani de şöyle demişdir: Bu hadisin aslı yoktur. ibni Hazm’dan nakledildiğine göre, o bu hadis batıl ve mekzubtur, demiştir (Elbani, Silsiletu’l-ahadisu’d-daife ve’l-mevzu’a, 76)
Sözün   özü   şudur;   dinde   ihtilaf   kötülenmiştir.   Ondan   kurtulmaya   çalışmak gerekmektedir. Çünkü ihtilaf, ümmetin zayıflamasına sebebtir. Allahu Teala’nın dediği gibi: (Birbirinizle    çekişmeyin,    sonra    korkuya    kapılırsınız    da    kuvvetiniz gider.) (Enfâl 46) Çekişme,  ihtilaf’a  rızâ  göstermek ve  bunun  rahmet  olduğunu  söylemek, ayeti kerim’e ile  çatışmaktadır.  Bu  konuyla  ilgili,  aslı  olmayan  bu  rivâyetten  başka hiçbir dayanakları yoktur.

Dolayısıyla bu söz uydurma olup asılsızdır! Rasulullah (s.a.s.) böyle bir söz söylememiştir. Çünkü ihtilafta rahmet olmaz, ayrılık ve parçalanma olur. Allah (Azze ve Celle) ise bunu yasaklıyor ve kitabında şöyle buyuruyor:
“Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın! Parçalanıp ayrılmayın…” Âl-i İmran 3/103
Yine Allah (Azze ve Celle) şöyle buyuruyor: “Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir alakan yoktur. Onların işi ancak Allah’a kalmıştır. Sonra Allah onlara yaptıklarını bildirecektir.” En’âm 5/159
Ashab-ı kiramdan Abdulah b. Zübeyir de çocuk yaşta iken Hz. Peygamber (s.a.v)'in hacamat kanını içmiştir. Olay şöyle gelişmiştir: Darekutni ve başka hadis kitaplarında nakledildiğine göre, Abdullah sekiz dokuz yaşlarındayken, Rasulullah (s.a.v) kendisine hacamat ettirdiği kanını toprağa gömmesi için bir kap içinde vermiş, Abdullah ise oradan ayrıldıktan sonra tek başına kalınca, kanı gömeceği yerde içmiştir. Geri dönüp gelince Resulullah (s.a.v): "Ne yaptın?" diye sormuş, o da kinayeli konuşarak: "Onu ortadan kaldırdım." demiştir. Hz. Peygamber (s.a.v) durumdan şüphelenip: "Herhalde onu içtin?" deyince Abdullah: "Evet!.." demiştir.

Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (s.a.v): "Kanı kanıma karışana ateş temas etmez." buyurmuş ve şunları da sözlerine eklemiştir: " Veylün leke mine'n nâs ve veylün li'n- nâsi minke = Yazık insanlardan sana olacaklara, yazık senden dolayı insanlara olacaklara." (el-Askalânî, el-Metâlibü’l-Âli¬ye, 4:21; el-Heysemî, Mecma’u’z-Zevâid, 2708; el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:554.)

Hiçbir alim bu hadisi kan içmenin helalliğine delil saymamıştır. Çünkü Rabbimiz "Size ölü eti, kan haram kılındı…" buyurmaktadır. Dolayısı ile bu hükmü istisna edecek başka bir delil bulunmamaktadır.

Abdullah (r.a.) büyük ihtimalle bu ayetin nuzulünden önce bunu yaptı. Ya da haramlığını bilerek Resulullah (s.a.s.)’e olan sevgisinden dolayı onun kanını içti.

1-Bu olay münferit bir olaydır. Peygamberin sünneti ve cevaz verdiği bir durum değildir. Nitekim hadisin devamında Peygamberimiz neden böyle yaptığını tenkit etmiştir. Bu olayn kanın haram kılınmasından önce olabileceğini göstermektedir. Çünkü sahabe asla Allah’ın emrine muhalefet etmezdi.

2-Bu olay bir sahabenin peygamber sevgisi nedeniyle yaptığı hatadan ibarettir. Bunu Müslümanların yapması gereken bir sünnetmiş gibi eleştiri konusu yapanlar İslam düşmanlarından başkası değildir.

Sahabenin peygamberin idrarını içmesi

Umeyme binti Rukayka'nın bildirdiğine göre, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in Hurmadan yapılmış bir kabı vardı ve geceleyin ihtiyaç duyarsa, seriri (karyola, divan) altına koyduğu bu kabına bevl eder ve onu tekrar karyola altına koyardı. Bir gece yine aynı şekilde ona ihtiyacını giderdi ve kabı karyolası altına koydu. Daha sonra baktığında kapta idrar olmadığını gördü. Kaptaki idrarın nerede olduğunu sorunca, onu Hanımı Ümmü Habibe'nin Habeşistan'dan getirdiği hizmetcisi Bereke'nin içtiğini söylediler. Bunun üzerine Resul-i Ekrem: "Büyük ölçüde kendisini ateşten korudu." buyurdu. Beyhaki

1-Bu olayda da sahabe peygamberin idrarını yanlışlıkla içmiştir.

2-Peygamberimizi asla idrarını içmesini kimseye emretmemiştir. İdrardan sakınılması gerektiği ve kabir azabının nedenlerinden biri olduğunu ifade eden bir peygamber idrarın içilmesini emretmez.

3-Hadisin idrarın içildikten sonrası hakkında tartışmalar vardır.
 
Şunu da belirtelim ki İslam düşmanları hep böyle zayıf ve üzerinde tartışma olan hadisleri seçmeleri insanların kafasında şüphe uyandırma gayretidir. Ancak bunlar beyhude çabalardır. Çünkü İslam’ın açıklayamayacağı bir şey yoktur.
Ebced hesabı ile, özel alfabetik bir düzenle Kuran harflerinin her birine değer atanarak kelimelerin sayısal anlamda ifade edilmesi sağlanır. Harflerin her birine 1'den 1000'e kadar matematik değerler verilmiştir.

Ebced dizilişine göre Arap alfabesi; “elif, bâ, cim, dâl, he, vav, ze, ha, tı, yâ, kef, lâm, mim, nûn, sin, ayın, fe, sad, kaf, rı, şın, te, se, hı, zel, dad, zı, ğayın” şeklindedir ve “ebced” ismini de bu dizilişin ilk dört harfinden almıştır.

Ebced hesabı ile Kur’ân-ı Kerim’in âyet ve kelimelerinden bir takım tarihler çıkarıla gelmiş ve bazı hakikatlerin sırlarına bu yol ile ulaşılabildiğine inanılmıştır. Ebced hesabıyla Kuran’ın bir takım sırlarını keşfettiklerini düşünenler ve gelecekle alakalı bilgiler vermeye kalkanlar olmuştur.

Rabbimiz Kuran’da şöyle buyuruyor:

“De ki: Göklerde ve yerde, Allah'tan başka kimse gaybı bilmez. Ve onlar ne zaman diriltileceklerini de bilmezler.” Neml 27/65

“Şeytanların kime indiğini size bildireyim mi? Onlar, 'gerçeği ters yüz eden,' günaha düşkün olan her yalancıya inerler.” (Şuara 221-222)

“Bununla beraber onların çoğu, sadece biz zan peşinde gider, ama zan gerçek adına hiçbir şey ifade etmez! Şüphesiz Allah onların ne yaptıklarını çok iyi biliyor.” (Yunus 36)

“Sana kitabı indiren O'dur. O'nun bazı ayetleri muhkemdir ki bunlar; kitabın anasıdır. Diğer bir kısmı da müteşabihlerdir. İşte kalblerinde eğrilik bulunanlar; fitne çıkarmak ve te'vile yeltenmek için müteşabih olanlara uyarlar. Halbuki onun gerçek te'vilini, ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş olanlar: Biz ona inandık, hepsi Rabbımızın katındadır, derler. Ancak akıl sahibleri düşünebilirler.” (Ali İmran 7)

Çocuğa isim verilirken hangi isimler çocuğun doğduğu seneyi ebced hesabıyla verirse, o isimlerden biri çocuğa verilmiştir. Meselâ: H. 1311′de doğan çocuğa “Mahmud Bahtiyar”, “Süleyman Hurşid”, “Yusuf Mazhari’, “Ömer Rıza” ve “Recep Servet” gibi isimlerden biri verilmektedir. Çünkü bunların her biri 1311 etmektedir.

Peygamberimiz (s.a.s.)’in harflere bir takım sayısal değerler vererek Kuran’daki kelimelere manalar verdiğine dair, yada ebced hesabıyla ayetleri izah ettiğine dair bir rivayet bulunmamaktadır. Ayrıca çocuklara isim verirken de ebced hesabı yaparak isim vermemiştir.

Dolayısıyla ebced hesabı peygamberimizde örneği olmayan sonradan ortaya çıkarılan bir bidattir.

İbni Abbas r.a.’den rivayet edilen hadiste buyrulur ki;

“Muhakkak ki ebced hesabı yapan ve yıldızlara bakan kimselerin Allah katında hiçbir nasibi yoktur.” (Sahihtir. İbn Vehb el-Cami (no:669) İbni Ebi Şeybe (6/129) Beyhaki Sünen (7/240) Beyhaki Şuabul İman (5196)

İmam Şatıbi Rahimehullah diyor ki; “Bir çok insan Kur’an üzerindeki iddialarında sınırı aşmışlar ve ona tabiat ilimleri, matematik, mantık, ilm-i huruf gibi öncekilerin – sonrakilerin bütün ilimlerini yüklemişlerdir. Bu iddia yanlıştır. Kaldı ki, sahabe, tabiun ve selefi Salihin, Kur’anı ve Kur’an ilimlerini, Kur’anda bulunan esrarı en iyi bilen kimselerdi. Bununla birlikte onlardan hiç kimsenin bu iddia doğrultusunda söz ettiği bize gelmemiştir. Onlar, Kur’andan sadece tevhid delilleri, teklifi hükümler, ahiretle ilgili hükümler ve bunlarla ilgili konuların ispatına çalışmışlardır. Eğer onların bu iddia doğrultusunda çabaları olsaydı meselenin esasına delalet edecek şeyler mutlaka bize ulaşırdı. Böyle bir şey ulaşmadığına göre bu iddianın onlarda mevcut olmadığı anlaşılır. Bu da Kuran’da onların iddia ettiği gibi bütün ilimlerin esaslarının bulunmadığına bir delildir.”

“Doğrusu bu Kitap, sadece arınmış olanların dokunabileceği, saklı bir Kitap'da (Levh-i Mahfûz’da) mevcutken Alemlerin Rabbi tarafından indirilmiş olan Kuranı Kerim'dir.” Vakia 56/77-80
Bu ayetleri 77. ayetten 80. ayete kadar bütünüyle okuyarak ve nüzul sebebine bakarak anlamak gerekmektedir.
   Vakia suresinin 79. ayetinde geçen bir cümleyi içinden çekerek ayetin öncesine ve sonrasına bakmadan abdestsiz okunamayacağına dair delil olarak getirmektedirler.
  لَّا يَمَسُّهُ إِلَّا الْمُطَهَّرُونَ
   Bunu delil olarak alıp, Kuran’ın abdestsiz okunamayacağını söylemişlerdir. Oysa temiz olanların dokunabileceği ifadesi Levh-i Mahfûz’daki ana kitap için kullanılmıştır. Çünkü bu ayetler indiğinde Kuran’ı kerim henüz toparlanmamıştı ve mushaf halinde bile değildi. Şayet ayetlere dokunulamaz denilirse onlara şöyle deriz; o halde neden peygamberimizin gayrı Müslimlere gönderdiği mektuplarda ayetler yazılıydı. Abdestsiz dokunulmayacağı ayeti Kuran ayetlerine abdestsiz el sürmemek olarak algılansaydı en başta peygamberimiz elçileriyle gönderdiği mektuplarına ayet yazmazdı.
   İbn Abbas radıyallahu anhuma dedi ki; Bana Ebu Sufyan haber verdi ki; Hirakl, Nebi (s.a.s.)’in mektubunu getirtti ve okuduğunda şunların yazılı olduğunu gördü: “Bismillahirrahmanirrahim. Ey ehl-i kitab! Ortak kelimeye geliniz…” Ayetin tamamını okudu. [1]

   DOKUNAMAMAKTAN KASIT, ŞEYTANLARIN LEVH-İ MAHFUZ’DAKİ ANA KİTABIN YANINA YAKLAŞIP BİLGİ HIRSIZLIĞI YAPAMAMALARIDIR.

   Bu ayet, kafirlerin, "Kur'an'ı Muhammed'e Allah vahyetmiyor. O'na cinler ve şeytanlar ilka ediyorlar" şeklindeki iddialarına bir reddiyedir. Nitekim bu iddialanın cevabı Kur'an'ın muhtelif yerlerinde verilmiştir. Örneğin, Şuara Suresi'nde (210-212) şöyle buyurulmuştur:
   "O Kur'an'ı şeytanlar indirmedi. Bu onlara yaraşmaz ve zaten yapamazlar da, çünkü onlar işitmekten uzaklaştırılmışlardır."
    Aynı konu bu ayette de ele alınmıştır. "İlla'l-Mutahharun" (Temiz olanlar hariç) Yani Kur'an'ın vahyolunmasına, nüzulüne, değil şeytanların müdahale etmesi, tahir (temiz) olan meleklerden başkası onun yanına dahi yaklaşamaz. Melekler için "mutahharûn" ifadesinin kullanılmasının nedeni, Allah'ın onları her türlü kötülükten arınmış varlık kılmış olmasıdır.
    Bu ayeti, Enes bin Malik, İbn Abbas, Said bin Cübeyr, İkrime, Mücahid, Katade, Ebu-l Aliye, Süddî, Dahhak ve İbn Zeyd yukarıda açıkladığımız şekilde yorumlamışlardır. Nitekim ayetin siyak ve sibakından da aynı anlam çıkmaktadır. Zira bu ayet, kafirlerin Tevhid ve Ahiret akidesi hakkında yanlış düşünceleri beyan edilirken onların bu yanlışlarının vurgulanması sadedinde zikredilmiştir.
    Kur'an yüce bir kitap olduğu ve hiç kimsenin ona müdahale edemeyeceği gerçeğinden hareketle yıldızlar üzerine yemin edilmiştir. Çünkü O, Allah indinde mahfuzdur ve ayrıca Hz. Peygamber'e (s.a.s.) nazil olurken pâk ve temiz (Mutahharûn) meleklerden başkası O'na yaklaşamaz. Bazı müfessirler ayette geçen (La) yı nehiy La'sı olarak kabul etmiş, ayeti "temiz olanlardan başkasının Ona dokunmaması gerekir" şeklinde yorumlamıştır. Bazıları ise nehiy "La"sı olarak kabul etmiş ve ayete "temiz olanlardan başkası Ona dokunamaz" şeklinde anlam vermiştir. Bu müfessirler, bu nehyin, Rasulullah'ın (Müslümanlar kardeştir. Biri diğerine zulm etmez." hadisindeki gibi kullanıldığı görüşündedirler. Yani, "Bir Müslüman diğerine zulmetmesin" denilmek istenmiştir. Dolayısı ile ayetin anlamı da "temiz olmayan bir kimse Kur'an'a dokunmasın" şeklinde anlaşılmalıdır.
   Ancak bu yorum ayetin siyak ve sibakı ile uygunluk arzetmemektedir. Çünkü ayette kafirlere seslenilmektedir. Yani şöyle buyurulmuştur: "Bu, Allah tarafından nazil edilen bir sözdür ve "Rasulullah'a cinler ve şeytanlar ilka ediyorlar" şeklindeki düşünceniz batıldır. Zira O'na temiz olandan başkası yaklaşamaz bile."
   Görüldüğü gibi bu ayetten, "Kur'an'a abdestsiz dokunmak yasaktır" şeklinde fıkhi bir hüküm çıkarmak doğru değildir ve açıkça ayetin nüzul sebebinin de bu olmadığını söyleyebiliriz. [2]
   Said Bin Cübeyr , İkrime, Said b. El-Museyyeb , Davud, İbn Hazm , Buhari , Taberi, İbnul Münzir ve başka âlimler cünübün Kur’an okumasında sakınca görmemişlerdir. [3]
   Ebu Miclez’den; “İbn Abbas radıyallahu anhuma’nın yanına girdim ve ona; “Cünüp Kur’an okuyabilir mi?” diye sordum. Dedi ki; “Sen girdiğinde ben cünüp olduğum halde Kur’an’ın yedide birini okumuştum.” İkrime de cünübün Kur’an okumasında sakınca görmezdi. Said b. El-Museyyeb’e: “Cünüp Kur’an okuyabilir mi?” diye soruldu. Dedi ki: “Evet, zaten ezberinde bulunmuyor mu?” [4]
   İbrâhîm en-Nahaî: Hayızlı kadının âyet okumasında be's yoktur, demiştir. [5]
   İbn Abbâs (r.a.)’da: Cünübün kıraat etmesinde bir be's görmemiştir. [6]

   MÜSLÜMAN NECİS DEĞİLDİR.
   Ebu Hureyre (r.a.)’den dedi ki; “Medine yollarından birinde, ben cünüp iken Rasulullah (s.a.s.) bana rastladı. Gizlendim, gidip yıkandım ve geldim.
   Rasulullah (s.a.s.):  “Nerede kaldın Ya Eba Hureyre?” dedi.
   Ben:  “Cünüp idim, temizlenmeden seninle beraber oturmayı doğru bulmadım.” dedim. Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:  “Subhanallah, Müslüman necis olmaz.” buyurdu [7]

   NAMAZ KILMAK İÇİN ABDEST EMRİ  VAR
Rabbimiz namaz kılmak için kasteden birine abdest alması gerektiğini açıkça belirtmektedir.
   “Ey iman edenler! Namaz kılmaya kalktığınız zaman yüzlerinizi, dirseklerinize kadar ellerinizi yıkayın; başlarınızı meshedip, topuklara kadar ayaklarınızı da (yıkayın).” Maide 5/6

   KURAN OKUMAK İÇİN İSE ŞEYTANDAN SIĞINMA EMRİ VAR
فَإِذَا قَرَأْتَ الْقُرْآنَ فَاسْتَعِذْ بِاللّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
Kur'an okuyacağın zaman; kovulmuş şeytandan Allah'a sığın.”  Nahl 16/98

   Şayet Kuran okumak için abdest almak gerekseydi, Rabbimiz “Ey iman edenler! Kuran okumak istediğiniz zaman yüzlerinizi, dirseklerinize kadar ellerinizi yıkayın.” Buyururdu.
   Netice olarak diyebiliriz ki; abdestsizin ve cünüp olanın mushafa dokunmayacağı hakkında Kur’an ve sünnetten açık bir delil bulunmamaktadır. Ancak alimlerimiz Kur’an’ı Kerim’in abdestsiz olarak her halde okunabileceğini ancak abdestli iken okumanın daha faziletli olacağını söylemişlerdir.

Musab Köylüoğlu


[1] (Buhari (1/78, 6/128, 8/186) Buhari Halku Ef’ali’l-İbad (496-500) İbn Hazm el-Muhalla’da (1/82)
[2] Tefhimu’l Kuran Tefsiri
[3] (İbn Ebi Şeybe (1/126) Abdurrazzak (1/261 no: 1310) İbn Hazm el-Muhalla (1/82) Buhari (Hayz 7) El-Evsat (1/313) El-Begavi Şethus Sünne (2/43) Elbani Temamul Minneh (s.118) İrvaul Galil (2/245) Fetaval Ezher (8/88, 419)
[4] İbn Munzir el-Evsat no: 604
[5] Buhari-Hayz-8
[6] Buhari-Hayz-8
[7] (Buhari, Gusl: 23(285) Müslim (371) Ebu Davud (231) Tirmizi (121) Ahmed b. Hanbel (2/235, 382, 471) Nesai (1/145) Beyhaki (1/189)
HIZIR (A.S.) KİMDİR?
Kur'ân-ı Kerîm'de, Hızır (a.s.)'ın isminden açıkça bahsedilmez. Ancak sözü edilen şahsın Hızır (a.s.) olduğu Peygamber efendimizden gelen sahîh hadislerde bu şahsın Hızır olduğu belirtilmiştir
“Hani Mûsâ, beraberindeki gence şöyle demişti: “İki denizin birleştiği yere varıncaya kadar durmayacağım, ya da uzun zaman gideceğim. Onlar iki denizin birleştiği yere varınca, balıklarını unuttular. Balık denizde yolunu tutup kayıp gitti. Oradan uzaklaştıklarında Mûsâ beraberindeki gence, “Öğle yemeğimizi getir, bu yolculuğumuzdan dolayı çok yorgun düştük” dedi. Genç, “Gördün mü! Kayaya sığındığımız sırada balığı unutmuşum. –Doğrusu onu sana söylememi bana ancak şeytan unutturdu- Balık şaşılacak bir şekilde denizde yolunu tutup gitmişti” dedi. Mûsâ: “İşte aradığımız bu idi” dedi. Bunun üzerine tekrar izlerini takip ederek gerisingeri döndüler. Derken, katımızdan kendisine bir rahmet verdiğimiz ve tarafımızdan kendisine bir ilim öğrettiğimiz kullarımızdan bir kulu buldular. Kehf 18/60-65
Hızır (a.s.) hakkında ayette kullarımızdan bir kul ifadesi geçmektedir. Bu ifade insanlar için kullanılabildiği gibi melekler içinde kullanılmıştır. (Enbiya: 26, Zuhruf: 19. ayetlerine bakınız) Müfessirler bu hususta farklı görüşler öne sürmüşlerdir. Kimi insan yani peygamber olduğunu, kimi melek olduğunu, kimi de insanlar için belirlenen sınırlarla bağımlı olmayan başka bir yaratık olduğu da söylemiştir. Bu hususta kesin bir şey söylemek mümkün değildir.
 
 
HIZIR (A.S.) YAŞAMIYOR
“Biz senden önce hiçbir beşere/insana ebedilik/ölümsüzlük vermedik” (Enbiya-21/34)
İbn Kesir, “el-Bidaye ve’n-Nihaye” adlı eserine çokça alıntı yaptığı kitabından gerekli bilgileri verdikten sonra İbn Cevzî’den şu bilgiyi aktarıyor:
“Eğer Hızır (a.s.) bir melek değil de bir beşer ise, o da bu ayetin ifade ettiği genel hüküm içerisinde yer alır. Onun kıyamete kadar yaşayacağı gibi, ona özel bir durum veya statü söz konusu olamaz, meğer ki ortada sahih bir delil bulunabilsin.”
İbn Kesir daha sonra diyor ki: “Burada esas ölçü, konu sabit oluncaya kadar, onun hayatta olmadığıdır. Kaldı ki, herhangi bir masum kimseden, yani bir Peygamberden de, sadece Hızır için böyle bir ayrıcalık olduğunu ifade eden bir söz veya rivayet de gelmiş değil ki, onu kabul etmek farz olabilsin.”
Yine İbn Kesir diyor ki; “İbn Cevzî’nin söz konusu kitabında getirdiği delillerden biri de yüce Allah’ın şu ayetidir. Yüce Allah buyuruyor ki: “Hani Allah, Peygamberlerden: ‘Ben size Kitap ve hikmet verdikten sonra nezdinizdekileri tasdik eden bir peygamber geldiğinde ona mutlaka inanıp yardım edeceksiniz’ diye söz almış; ‘Kabul ettiniz ve ahdimi yüklendiniz mi?’ dediğinde, ‘kabul ettik’ cevabını vermişler, bunun üzerine Allah: ‘O halde şahit olun; ben de sizinle birlikte şahitlik edenlerdenim, buyurmuştu” (Ali İmran-3/81) ayetini Buharî zikrediyor.

Eğer Hızır (a.s.) gerçekten yaşıyor olsaydı Peygamber(s.a.s.) zamanında onun değerli ve şerefli anları ve halleri, Rasulullah (s.a.s.) ile beraber geçireceği vakitler ve durumlar bize rivayet edilirdi.

Abdullah ibni Ömer (R. Anhuma) şöyle dedi:
“Rasulullah (s.a.s.) ömrünün sonunda bize yatsı namazı kıldırdı. Selam verdikten sonra ayağa kalktı ve: ‘Bakın şu geceniz varya, işte bu geceden itibaren yüz yılın başında bugün yeryüzünde olanlardan hiçbir kimse kalmayacaktır!’ buyurdu.” Buhari 1/269, Müslim 2537/217, Ebu Davud
Cabir bin Abdullah (R. Anhuma) şöyle dedi: “Rasulullah (s.a.s.): ‘Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki, şayet Musa hayatta olsaydı, bana tâbî olmaktan başka bir şey yapamazdı!’ buyurdu.” Ahmed bin Hanbel Albani İrva 1589, Albani Sahiha 3207
 
İbni Kayyım el-Cevziyye (Rahmetullahi Aleyh) şöyle demiştir:
“Hızır’ın yaşadığına dair rivayet edilen bütün hadisler uydurma olup asılsızdır!!! Hızır’ın hayatta olduğuna dair tek bir sahih hadis mevcut değildir!!!”
Şeyhu’l İslam ibni Teymiye (Rahmetullahi Aleyh) şöyle demiştir:
“Sahabe arasında, kendisine Hızır’ın geldiğini iddia eden hiç kimse çıkmamıştır!!! Çünkü Musa (a.s.)’ın çağdaşı olan Hızır, vefat etmiştir. Birçok kimseye gelip görünen Hızır, ancak ve ancak ya insan suretine girmiş bir cin ya da yalancı bir insandır!!!” İbni Teymiye Külliyat 1/331
Dolayısıyla Hızır (a.s.)’ın sıkıntılarını giderdiğini, yardımına koştuğunu, sabah namazına kaldırdığını iddia etmek şirktir. “Her geceyi kadir, her gördüğünü Hızır bil” yada 'kul daralmazsa Hızır yetişmezmiş' gibi. şeklindeki ifadeler İslam dışı şirk olan ifadelerdir.
 
Musab Köylüoğlu