HADİS ALİMLERİNE HAİNCE İFTİRA

Ömürlerini İslam’a adamış, yaptıkları ilmi çalışmalar ve yazdıkları eserler ile yüzyıllardır Müslümanların İslam’ı anlaması ve peygamberi tanımalarını sağlayan bu güzide alimlere hakaret edilmektedir. Bu alimleri Hıristiyanların Matta, Markus, Luka ve Yuhanna ile bir tutan. Aynı onların İncil’i tahrif ederek yeni İnciller çıkaran bu insanlara benzetmek aşağılık bir iftiradır. Kuran ve peygamberin sünneti hususunda son derece titiz olan alimleri böylesine acımasızca iftiralara maruz bırakanlar Vallahi hesap gününde bu vebalin altından kalkamayacaklardır. Bu iftiraları atanlar ve onlara böylesine insafsızca yakıştırmalar yapanlar ya art niyetli İslam düşmanları yada şeytanın saptırdığı son derece cahil insanlardır. Hadis alimlerine iftira atan ve kendilerini Kuran sevdalısı olarak tanıtan Kuran cahili sünnet inkarcıları hadis alimlerinin hadisten önce Kuran hafızı olduklarını ve dolayısıyla iftiracıların bin katı daha fazla Kuran’a vakıf olduklarını bilmiyorlar.
  Matta, Markus, Luka ve Yuhanna
  Matta İncili, İsa’nın oniki havarisinden biri olan, Roma vergi memuru Celile’li Matta tarafından yazıldığı kabul edilen incildir.
  Markos İncili, Yeni Ahit’in ilk dört bölümünü oluşturan kanonik incillerden ikincisidir. “Evanjelist Markos” olarak da bilinen Yuhanna Markos tarafından yazılmıştır.
   Luka İncili, Vaftizci Yahya’nın doğumundan İsa’nın göğe yükselişine kadar olan yaklaşık 35 yılı kapsar. M.S. 60′lı yıllarda yazıldığı tahmin edilmektedir. Markos İncili’ni baz aldığı kabul edilir.
   Yuhanna İncili, Yeni Ahit’in ilk dört bölümünü meydan getiren kanonik incillerden sonuncusudur. Kelime anlamı olarak “sevgili” veya “sevilen” demektir. Balıkçılık yaparak geçinen, “Evancelist Yuhanna” olarak da bilinen, havari Yuhanna tarafından yazılmıştır.
   Ahmak insanlar hadis alimlerini bu insanlara benzetmektedirler. Oysa hadis alimlerini hiç birisi yeni bir Kuran yazmaya kalkmadılar ve Kuran’ın metinleri üzerinde asla bir değişiklik yapmadılar ve kafalarına göre Kuran nüshaları çıkarmadılar. Aksine Kuran’ın korunmasına ve doğru anlaşılmasına hizmet ettiler. Kuran hakkında son derece titiz olan bu alimler hadisler hususunda da son derece titiz davrandılar. Onlar küçük yaşlarda Kuran’ı ezberledikten sonra binlerce hadisi ravileriyle birlikte ezbere bilmekteydiler.
   BUHARİ: O, keskin ve unutmayan bir hafızaya, kuvvetli bir zekâya ve sağlam gayeye sâhibdi. Ağır ve usulünce çalışmaya karşı tükenmeyen bir enerji ve büyük bir kaabiliye t sahibi idi.
Buhârî kendisi şöyle anlatmıştır: On altı yaşına girdiğim zaman Abdullah ibnu’l-Mubârek (181/797) ile Vekî’ ubnu’l-Cerrâh (197/812)’ın  kitâblarını ezberlemiş ve ashâbu re’y nâmını alan Irak müctehidlerinin kavilleri ni, re’ylerini öğrenmiştim.
   Yine Buhârî şöyle dedi: “Ben on sekiz yaşıma girdiğim zaman Kitâbu Kadâyâ’s-Sahâbe ve’t-Tâbiîn (Sahâbe ve Tâbi’lerin Hüküm Suret­leri Kitabı) isimli eseri tasnif ettim. Sonra Medine’de Peygamber’in kabrinin yanıbaşında et-Târîhu’1-Kebîr’i tasnif ettim. Ben onu mehtâblı gecelerde yazıyordum. Târihim içinde az isim vardır ki o ismin sahibi hakkında ayrıca bende bir iki kıssa mevcûd olmasın, lâkin ben kitabın uzamasını istemediğim için bunları oraya katmadım.
   Sonra Şam’a ve Mısır’a gittim. Cezire’ye iki defa, Basra’ya dört defa gittim. Hicaz’da altı sene ikaamet ettim. Küfe ve Bağdâd’a kaç defa girip çıktığımı saymıyorum.
   Buhârî’den hadîs alanlara gelince, bunların sayısı pek çoktur. Firabrî: el-Cami’u's-Sahîh kitabını Buhârî’den doksan bin kişi işitti. Bu gün onlardan benden başka kimse kalmadı. Buhârî’nin meclisinde yirmi binden fazla kişi hâzır bulunur ve kendisinden hadîs alırlardı, demiştir.
Miksem ibn Saîd de şöyle dedi: Seherde yarı ile üçte bir arası kadar Kur’ân okur ve her üç gecede bir seher sırasında hatim yapardı. Her gün içinde gündüzleyin de bir nevi hatim yapar ve bu hatmi her gece iftar sırasında olurdu.
   Buhari Rahimehullah şöyle diyor: Ben 1080 tane nefisten hadîs yazdım; bunların hepsi muhakkak hadîs sahibidir (âlimidir), demiştir. Ve yine Buhârî: Ben ancak îmân, kavl ve fiildir diyenlerden hadîs yazdım, demiştir.
   Muhammed ibn Hamdûye şöyle diyor: Ben Buhârî’den işittim, o: Ben yüz bin sahîh hadîsi ezbere biliyorum, iki yüz bin de gayri sahîh hadîsi ezbere biliyorum, diyordu.
   MÜSLİM: Müslim’in büyük bir hadîs imamı olduğunda bütün ulemâ müttefiktirler. Onun hadîs ilmindeki mertebesi pek yüksektir. Bütün ulemâ (Rahimehumullah) Kuran-ı Kerîm’den sonra en sahih kitap «Sahiheyn» denilen Buhârî ile Müslim olduğuna ittifak etmişlerdir. Bu iki kitabı ümmet kabul ile telâkki etmiştir. İkisinden en sahihi, faideleri ve açık kapalı bilgileri daha çok olanı Buhârî’nin kitabıdır. Sahih rivayetle sabit olmuştur ki Müslim Buhârî den istifade etmiş ve hadîs ilminde onun bir dengi bulunmadığını i’tiraf etmiştir.
   AHMED B. HANBEL: Ahmed b. Hanbel büyük bir muhaddis ve mezhep imamıdır. İlk olarak, Kur’ân eğitimini aldı ve hafızlığını tamamladı. İkinci aşamada, tefsir, hadis ve fıkıhtan oluşan şer’î ilimlerin tahsili geliyordu. Hayatını hadislere göre ayarlamış, yazdığı her hadis ile amel etmiş ve fetvalarını da hadislere dayanarak vermiştir. Kendisine sorulan altmış bin fetvayı “haddesenâ” ve “ahberanâ” diye başlayarak hadisle cevaplandırmıştır. Ona göre, fakih sayılabilmek için, iyi bir muhaddis olmak, en az dört yüz bin hadisi ezbere bilmek ve sahihliğinden emin olunmayan rivayetlerle fetva vermekten kaçınmak gerekir. Rivâyet edeceği hadisleri ezberinde olduğu hâlde mutlaka kitaba / dosyaya bakarak okumuştur. Hadisler arasındaki farklar cer ve atıf harfleri bile olsa, bunları titizlikle aynen nakletmiştir. Garip kelimeler İçin, hadisler hakkında zan ile konuşmaktan sakınmış ve o konunun uzmanlarına sorulması gerektiği gibi bir hassasiyete sahip olmuştur. İmam Ahmed b. Hanbel’in Müsned’i hadis külliyyâtının aslı, muhaddislerin ve fakihlerin istifade ettikleri güvenilir kaynaklardan biridir. İmam Ahmed, ezberlediği ve yazdığı yüz binlerce hadisten bu miktarı sahih ve hasen addederek seçmiş ve eserinde toplamıştır.
   İMAM MALİK: Malik b. Enes b. Amir (93-179/712-795), Medine’de doğdu ve öldü. Dedeleri Yemen’den gelip Medine’ye yerleşmişti. îmanı Malik, hadis ve rivayet, fıkıh ve re’y ilimlerini tahsil etmiştir. Pekçok hocadan ders almıştır. imam Malik tahsilini bitirip Medine hukukunu kavradıktan, liyakati konusunda’ içlerinde fikıh ilmini öğrendiği yetmiş kadar büyük fukahanın şahitliğinden sonra fetva vermeye ve öğretime başlamıştır. îmam Malik, ehl-i hadis ve Hicaz’ın reisi olarak tanınmıştır, îlim ve âlimlere büyük değer verir, Allah’ın kendisine lütfettiği ilmi, fark gözetmeksizin herkese verebilmek için büyük gayret göstermiştir. Elli yıl kadar süren hocalık hayatında, hadis dersleri ve vuku bulmuş olaylarla ilgili görüş beyanı (fetva) olmak üzere iki çeşit ilmî faaliyeti sürdürmüştür. Sünnetin sahih oluşuyla ilgili sıkı şartlar uygulamıştır. Kendi imamını taklid yüzünden sahabe kavlini terkeden kimseye “tevbe teklif edilir” demiştir.
    TİRMİZİ: Pek çok hadis alimi İmam Tirmizi’nin hadiste güvenirliği ve imam oluşu konusunda ittifak etmişlerdir. Kendi dönemindeki pek çok ilim adamı: “İlim toplayan te’lif eden ve müzakere eden biri” olarak nitelendirmişlerdir. Hadisleri bir araya getirmek ve eser te’lif etmekle kalmamış hadis ilminin gelişmesine de katkıda bulunmuştur. Tirmîzî dışındaki hadisçiler sahih ve zayıf tabirlerini kullanırken, Tirmîzî buna bir de “hasen” tabirini de ortaya koyarak bu ifadenin hadisçiler yanında benimsenip şöhret bulmasına da sebeb olmuştur. Sadece hasen tabirini kullanmakla kalmayıp “Hasan, sahih, garibtir.” “Hasen sahihtir” gibi terkiplerde ortaya koymuştur.
   EBU DAVUD: Hadisin fıkhı, illetleri, metin ve sened olarak taşıdığı hususiyetleri hakkında fevkalâde geniş bir bilgiye sahip olan “hadis mütehassısı” Ebû Davud zamanının en büyük hadis alimden birisiydi. Sehl b. Abdullah es-Tüsterî (283/896)nin; “Resulullah’ın hadislerini ri­vayet eden dilini çıkar da bir öpeyim” diye takdir duygularını sergilemesi, devri ulemasının Ebû Davud’a gösterdiği yaygın itibarın iki ayrı göstergesidir. “İlmî Şahsiyet”in bir başka göstergesi ya da unsuru dikkatli bir araştırmacı olmasıydı. Bu açıdan bir hadisçi olarak Ebû Davud’un taklitten çok tahkiki benimsemiş olması, gerçekten engin ilminin belki de hakiki sebebidir. Ebû Davud, Hadis ilminin hafızı, dini yaşamakta iffet, salah ve verâ’nın doruk noktasında, bir hadis süvârisidir.”
  NESAİ: Nesâî on beş yaşında iken, küçük yaşında başladığı tahsilini, hadis öğrenmeye yöneltmiştir. İlk hadis derslerini, muammerinden olan, Enes b. Malik (r.a) de dahil pek çok Hadis otoritesine talebelik yapmış olan büyük muhaddis Kuteybe b. Saîd’den aldı. Nesâî de bu seyahatlere katildi. Büyük muhaddislerden ilim aldı, ilim verdi. İstişarelerde bulundu. İlmi ve fazileti ile tanindi. Hadisteki yetkisiyle şöhret buldu.
   Hadis rivayetinde çok titizdi. Hattâ bu konuda Müslim’den daha sağlam olduğunu söyleyenler vardır. Nakd-i Ricâl ilminde aşırı titiz olan Zehebi bile onu Müslim, Ebû Davûd, Tirmizi gibi Hadis otoritelerinden önde sayar ve söyle derdi:
   “Nesâî, Buhârî ve Ebû Zür’a ayarındadır.” Tâcüd-Din es-Sübkide şu nakilde bulunur. “Üstadımız Zehebîye, İmam Müslim’in mi, yoksa Neseâî’nin mi, daha titiz olduğunu sordum. “Nesâî’dir” dedi” (es-Sübki, Tabakâtüs-Safiiyye, II, 83).
    Sa’d b. Ali ez-Zencânî, İmam Nesâî’nin hadis kabul ve rivayetindeki şartlarının Buhari ve Müslim’den daha da ağır olduğunu söyler.
   Resulullah (s.a.s.) şöyle buyuruyor: «Benîm üzerimden yalan uydurmayın! Çünkü her kim benim üzerimden yalan uydurursa Cehennemi boylar.» 
   Hadis alimleri bu doğrultuda peygambere yalan isnadının cehenneme götüreceğini şiddetle savundular ve insanları bundan sakındırdılar. Peygamberin cehennem tehdidini bilen ve son derece sakınan hadis alimleri peygamberin söylediğinden bir kelime olsun farklı söylerimde bu tehdide maruz kalırım korkusuyla hadis naklettikten sonra “ev kema gale” yani bunun gibi dedi diyecek kadar hassas davranmışlardır. Sahih hadisleri ravileriyle bildikleri gibi uydurma rivayetleri dahi ravileriyle birlikte bilecek kadar hadis ilmine vakıf olan ve Peygamber hakkında bu kadar hassas davranan bu alimleri yalancılıkla ve hadis uydurmakla suçlayanlar iftiracı, insafsız ve zalim insanlardır.
   Bu iftiraların kökeninde İsrailiyatın, İslam düşmanlarının, münafıkların ve misyonerlerin planları yer almaktadır. Bizzat Allah (c.c.) tarafından korunacağı vaadedilen Kuran’la Müslümanları saptıramayanlar, Müslümanların içinden Kuran’ı söküp alamayanlar, onun yanlış anlaşılması yönünde çalışmalar yaptılar. Kuran’ın tefsiri niteliğindeki sünneti Kuran’dan ayırarak yada sünnet üzerinde şüpheler uyandırarak Kuran’ı etkisiz hale getirmek istediler. Bu çalışmalarında oldukça başarı elde ettiler. Bu gün İslam alemi Kuran’ı ve peygamberi tanıma ve anlama noktasında genel olarak büyük karmaşalar yaşamaktadır. Bu çalışmalar neticesinde neye nasıl inanması gerektiğini bilmeyen ve bambaşka bir İslam yaşamaya kalkan Müslümanlar ortaya çıkmıştır.
   Bu tehlike karşısında mücadele eden inanıyorum ki büyük bir cihad yapmaktadır. Çünkü İslam’ın temel değerlerini sahiplenmek peygamberin ilk dönemde yapmış olduğu risalet görevini üstlenmektir. Dinin bozulması ve tahrif edilmesi halinde Müslümanların ne yaşamasının, ne de ibadetinin bir anlamı olmaz.
   O halde ilk dönem sahabelerin yaptığı gibi İslam’a sahip çıkarak mücadele etmek ilim sahiplerinin boynunun borcu olduğu gibi en birinci vazifesidir.
.
Musab Köylüoğlu
Bu yazı daha önce counter kişi tarafından okundu.

0 yorum:

Yorum Gönder

Lütfen Müslümana yakışmayan küfür içerikli yorumlar yapmayınız.