Kurtulan tahifeden olabilmek için peygamberimizin sahabesini örnek almak ve onların izinden gitmek gerekir. Onları ancak iman edenler sever. Onlara ancak münafıklar buğzeder. Hiç bir kimse Kuran’ı onlardan daha iyi anlayamaz ve peygamberi onlardan daha çok sevemez. Kurtuluşumuz için bu altın nesli sevmek ve örnek almak gerekmektedir.


Kurtulan taifenin gittiği yol olan sırat-ı mustakim caddesinde emin adımlarla cennete gitmek ancak Kuran ve sünnetin hakim olduğu ihlaslı amellerle mümkün olabilir. Bunu en güzel uygulayan peygamberimiz ve ashabının üzerinde bulunduğu yolu aynen takip edenler kurtulan tahifeden olurlar.

Peygamberimizin ashabı ne ile kurtulmuş ise bu günde ancak onunla kurtulunur. Allah ve resulünün din olarak ortaya koyduğu din içerisinde seni kurtaracak her şey mevcuttur. Bunun dışında yollara sapanların varacağı yer cehennemdir.




Her Allah diyene, her Kuran diyene aldanmayın. Herkes hidayete çağırmıyor. İnsanları Kuran’la ve peygamberle saptıranlar var. Yoldan sapan şovmenlere dikkat edelim.




DEVE İDRARI HAKKINDAKİ HADİS İÇİN AÇIKLAMA
Hadis inkarcılarına reddiye:
“Hz. Enes anlatıyor: Ukl veya Ureyne kabilesi halkından sekiz kişilik bir grup Medine’ye gelip Hz. Peygamber (a.s.m)’e biat ederek Müslüman oldular. Bir müddet sonra Medine’nin havası onlara dokundu ve hasta oldular. Şikâyetleri üzerine Hz. Peygamber (a.s.m), çobanlarıyla birlikte Medine’nin dışına çıkıp, develerin sütlerinden ve sidiklerinden içmelerini öğütledi. Adamlar bir müddet devlerin süt ve sidiklerinden içtiler ve sağlıklarına kavuştular. Derken, çobanları öldürüp develeri önlerine katıp götürdüler. Olaydan haberdar olan Hz.Peygamber (a.s.m) birkaç adam peşlerine taktı ve nihayet onları bir yerde yakalayıp getirdiler. Hz. Peygamber (a.s.m) onlara hakkettikleri ağır bir cezayı tatbik etti. Ellerini, ayaklarını kesti, gözlerine mil çekti ve güneşin altında ölüme terk etti…”  (Buharî, Vudu, 66; Tıp,5- 6; Diyat, 22; Müslim, Kasame, 9-11; Ahmed b. Hanbel III/107,163; Ebu Davud, Hudud,3; Tirmizi, Taharet, 55, Nesaî, Tahrimu’d-dem, 8-9)
HADİSİ ELEŞTİRENLERE CEVAP
1-Öncelikle bu hadis sahih olarak rivayet edilmektedir.
2-Her zaman olduğu gibi hadis düşmanları yine zahiren akıllarınca mana çıkarıp, anlamaya çalışmak yerine inkar yoluna gitmekte ve hatta dalga geçmektedir.
2-Peygamberimiz rahatsızlanan kişilere neden hemen yanlarındaki develerin değil de Medine dışında yayılan develerin sütünü ve sidiğini içmelerini tavsiye ettiği düşünülmüyor. Oysa hadis Cami’us-Sağîr’de عَلَيْكُمْ بِاَبْوَالِ اِبِلِ الْبَرَّيةِ وَاَلْبَانِهَا . “Size “berrî” olan devenin bevl ve sütünü tavsiye ederim” buyurulmaktadır. Yani, sütünden veya bevlinden şifa umulacak deve rastgele bir deve değil, berrî olan devedir. Yani Münâvî’nin açıklaması ile “temiz, tabiî kırlarda otlayan deve”dir.
3- Deve sidiği ve diğer eti yenen dört ayaklı hayvanların sidiği İslam fıkhının kriterlerine göre necaset-i hafife olarak kabul edilmiştir.
4- Deve sütünün bazı hastalıklar için, bazı insanlara iyi gelmesi aklen mümkün olmayan bir durum değildir.
5- Hastalığın tedavisi için kullanılacak bu ruhsatı sanki meyve suyu içme gibi, süt içmek gibi görüp, alay ederek hadisi ele alanlar biraz utansalar araştırmadan hüküm vermezlerdi.
6- Halk arasında yaralı parmağa işemek olarak bilinen deyim. Geçmişte tıp imkanlarının yetersiz olduğu dönemlerde halkımızın bildiği ve uyguladığı ve hatta tedavi olduğu bir sonucun ortaya çıkardığı sözdür. Hatta sarılık hastalığına yakalananları geçmişte kendi sidiğini içirerek dahi tedavi yollarına başvurulmuştur.  Aynı durumlar Araplarda da bilinen bir tedavi yöntemi olabilir. Ayrıca bu konuda bir araştırma yapan Prof. Dr. Cahit Abaoğlu, sterile olarak alınan sidiği adaleye enjekte ediyor. Bu tip hastaların bundan istifade ettiğini tespit ediyor. Bu tatbikattaki tıbbî etkiyi şöyle izah ediyor: Hasta, idrarıyla bazı toksinleri (zehirleri) atıyor. Az dozda atılan bu toksinler, vücuda verildiğinde vücut buna karşı kuvvetli bir müdafaa mekanizması kuruyor (panzehir=antikor) böylece hastalığa karşı kuvvet kazandığından hastalık da kısa zamanda iyileşiyor.
7- Bilim adamlarının inek idrarı üzerinde yaptıkları laboratuar analizine göre idrar; azot, kükürt, fosfat, sodyum, mangan, fenik asit, demir, silisyum, klor, magnezyum, melci, sitrik, titric, succenic, kalsiyum tuzları, vitamin A, B, C, D, E, mineraller, laktoz, enzimler, kreatinin, hormonlar ve insan vücudunu dengeleyen küçük miktarlarda gerekli altın asitleri içerdiği ve inek idrarının temelde çeşitli mikropları öldüren mükemmel bir antiseptik olduğu tespit edilmiştir.
Ayrıca Şeker hastalığı hakkında sürdürülen bir araştırmaya göre inek idrarının kandaki şekeri düşürmede etkili olduğu, Londra’da yayınlanan ‘Chemistry and Industry’ isimli bilim dergisindeki habere göre ise inek idrarı sayesinde ilaçlardaki etken maddelerin hücrelere daha iyi nüfuz ettiği, bilhassa antibiyotik ve kanser ilaçlarının etkisini önemli ölçüde artırdığı tespit edilmiştir.
O halde aynı özellikleri taşıyan devenin idrarında neden bunlar olmasın.
8-Dedemin tavsiyesi üzerine ben (Musab) yıllar önce üniversite yıllarımda bizzat uyguladım ve yararını kendim gördüm. Koyunun (özellikle) Mayıs ayındaki dışkısını saçlarımda uyguladım ve sürekli dökülen saçlarım sağlığına kavuştu.
9-Bırakın deveyi, ineği insanın kendi idrarının dahi bağışıklık sistemine iyi gelebileceği bilim adamlarınca ifade edilirken peygamberin deve idrarı hakkındaki hadisi neden inkar ediliyor.
10-Günümüz tıbbının her şeye cevap veremediği ortadadır. Kullanılan ilaçlardan yararından çok zararı olanlar vardır. Tıbbın mevcut ilaçlarla derdine çare bulamadığı bir çok insan doğal yöntemlere başvurmaktadır. Bunun yanlış olan tarafı nedir?
11-Bilim adamlarının çıkardıkları sonuçlar ile  yeni yeni ortaya çıkabilecek keşiflerden sonra haliniz ne olacak peygamberin hadisleriyle alay etmekten utanacak mısınız?
İNTERNETTEN BAZI PAYLAŞIMLAR
 Taze idrarla birkaç kez gargara yapmak boğaz ağrılarına birebir geliyor…
*En azgın sivilceler bile on günden fazla direnemiyor kendi çişinize!
*İdrarla ovulan artroz hafifliyor…
*Günde birkaç tamponla kılıç yarası bile iyileşiyor…
*Pencere camlarını, hiçbir temizlik maddesi çiş kadar parlatmıyor!
*On gün dinlendirilmiş idrar, en iddialı şampuandan daha iyi yumuşatıyor saçları.
*İdrarla sulanmış salatalıklar daha çabuk büyüyor… vs. vs.  Çişle ilgili inanılmaz daha nice iddialar var…  (CARMEN THOMAS’ın “ÇİŞTEKİ MUCİZE” kitabından alıntıdır)
 1747 yılının “Büyük Mükemmel Dünya Lügati”nden Johann Heinrick Zedler’in idrar hakkında yazdıkları:
Saç dökülmesine karşı: Patates unu ile kükürt tozu bekletilmiş idrar ile karıştırılır. Bu karışım merhem gibi başa sürülür.
Kulak iltihabında: Çocuk idrarı henüz sıcakken kulağa akıtılırsa nemli ve cerahatlı noktaları kurutur.
Boğaz iltihabına karşı: İçine bir tutam safran katılmış insan idrarı ile gargara yapmak iyi gelir.
Ellerin ve dizlerin titremesinde insanın idrarını yapar yapmaz el ve dizlerini bununla ovması ve yıkaması faydalıdır.
Vücutta su toplanmaya başlarsa, insan uzunca bir zaman sabah aç karnına kendi ilk idrarından biraz içmelidir. Bunun sarılıkta da yararı olur.
Arı sokmasına karşı hemen idrarla ıslatmak birebir gelir.
SON SÖZ: Ey hadis inkarcısı zavallı insanlar sazan gibi dalmadan önce araştırın ondan sonra konuşun. Ama sizin hadislere karşı düşmanlığınız gözünüzü kör etmiş. Böyle mücmel hadisleri altın bulmuş gibi sevinerek düşmanlığınız için kullanıyorsunuz. İnsanların kafasını bulandırıyorsunuz. Ben size değil sizin peşinizden giden kardeşlerime üzülüyorum.
 .
Ebu Muhammed Musab KÖYLÜOĞLU
KUTLU DOĞUM FAALİYETLERİNİN İSLAM'DA YERİ YOKTUR.






Kuran’ı ve peygamberi yeterince tanımayanlar yapılması gereken sünnetleri bir tarafa bırakıp, İslam’da yeri olmayan ve ne peygamberinin emrettiği ne de sahabesinin yaptığı hakkında hiç bir delilin olmadığı bidatlere sarılmaktadırlar. Dinin delilleri olan Kuran ve sünnet içerisinde hiç bir delili olmadığı halde bu bidate sarılanlar büyük bir vebal yüklenmektedirler. Bu bidat uygulandıkça ilk çıkaranlara da günah yazılacak. Ve sonunda ise ancak müflis olacaklar.
ALLAH YOLUNDA ÇALIŞMAK
Yeryüzünde ve semâvatta bulunan bütün varlıklar bir düzen içerisinde ve gaye ile yaratılmıştır. Bu düzeni şöyle bir tefekkürle temaşa eden bir kişi mükemmel bir uyumun olduğunu görecektir. Bütün varlıkların kusursuz bir döngü ile asırlardır var oldukları ve kusursuz düzen içerisinde her birinin önemli bir görevi üstlendikleri görülmektedir. Yaratılmış varlıklar içerisinde en özel bir konumda olan insan mahlûkatın en şereflisi olarak yaratılmıştır. Yaratılmış olan diğer bütün varlıklarda insanın emrine ve hizmetine verilmiştir. İnsanı diğer varlıklardan ayıran en önemli özelliği aklının olması ve imtihana tabi tutulmasıdır. Yani bu dünyaya geliş gayemiz yemek, içmek, gezmek, tozmak, zevk ve sefa içerisinde, başıboş bir şekilde yaşamak için değil Allah’a kulluk etmektir. O halde insan kulluğunu yaşamak ve eğriyi doğruyu birbirinden ayırt ederek salih amel işlemek mecburiyetindedir. İnsan başıboş bırakılmamıştır. Bu dünya hayatı çok kısa ve geçici zevklerle doludur. Ve insan bir gün tekrar Rabbine dönerek hesap verecektir.
  İnsanın ne için yaratıldığı Rabbimiz tarafından zariyat suresi 56. ayette şöyle bildiriliyor: “Ben insanları ve cinleri ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.”
   Allah (c.c.) insana akıl vermiş, nefis vermiş ve bununla birlikte şeytan engeli ile imtihana tabi tutmuştur. Bütün bu engellere rağmen kimin kulluğunu ve daha güzel amel yapacağını ortaya koymak için hayatı ve ölümü yaratmıştır.
    Mülk suresi 2. ayette şöyle buyruluyor: “O hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O mutlak güç sahibidir çok bağışlayandır.” Mülk 67/2
   Allah (c.c.) Mü’minûn suresi 115. ayette şöyle buyuruyor: “Sizi sadece boş yere yarattığımızı ve sizin hakikaten huzurumuza geri getirilmeyeceğinizi mi sandınız?”
   Ankebût sûresi, 2. ayette de: “İnsanlar hiç hesaba çekilmeden, sadece iman ettik demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sanıyorlar?” buyrulmaktadır.
   İnsan kulluk için yaratılmış gibi değil zevki sefa sürmek için yaratılmış gibi davranmaktadır. Yaratılış gayemiz kulluk ise o halde bu başıboşluğumuz ve vurdumduymazlığımızın sebebi ahirete olan imanımızın eksik olmasından başka bir şey değildir.
   İnsanlar sanki hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya dört elle sarılmakta, ahireti hiç düşünmemektedir. Dünya menfaatini elde etmek için her türlü çabayı harcarken, ahiretini kazandıracak manevi ticareti için oldukça gevşek davranmaktadır. Ama unutulmaması gereken bir gerçek var ki, bir gün mutlaka öleceğiz. Ve bize bütün yaptıklarımızdan hesap sorulacak. Allah ile karşılaşmayı ummayan Allah’tan korkar mı? Bir gün mutlaka Rabbimizle karşılaşacağız.
  “Bizimle karşılaşmayı ummayan ve dünya hayatından hoşnut olup ona bağlananların ve ayetlerimizden habersiz bulunanların, işte bunların kazandıklarına karşılık varacakları yer cehennemdir.” Yunus 7-8
    “Kim Allah’a kavuşmayı umuyorsa, bilsin ki Allah’ın tayin ettiği o vakit elbet gelecektir. O, her şeyi işiten ve bilendir.” Ankebut-5
   Bir gün canımızı almak için Azrail (aleyhisselam) ansızın karşımıza çıkarsa, biraz beklermisiniz? Falanda alacağım var, filana vereceğim var, hele bir ailemle vedalaşayım ya da biraz ibadet edeyim veya hayırda bulunayım diyemeyeceğiz. Aniden ve bıçak kesiği gibi hayatın içerisinden bizi çekip alıverecek.
   Allah (c.c.) Mü’minûn sûresi, 100 ve 101. ayetlerde buyuruyor ki:  
   “Nihayet onların birine ölüm gelip çattığında, ‘Rabbim, der, beni geri gönder. Tâ ki boşa geçirdiğim dünyada iyi amel (ve hareketlerde) bulunayım.’ Hayır, onun söylediği bu söz, boş laftan ibarettir. Onların gerisinde ise, yeniden dirilecek güne kadar (süren) bir berzah vardır.”
   Çok kısa bir hayat verilmesine rağmen insan ahireti ve hesap gününü bir taraf bırakarak dünyaya dört elle sarılmakta, dünya malını elde etmek ve zevklerini yaşamak için her türlü mücadeleyi kendisine mubah görmektedir. Sonsuz mükâfatlar ile dolu cennet hayatını bir tarafa bırakarak çok kısa olan dünya hayatını tercih edip ahiret için hazırlık yapmamak çok yanlış ve ahmakça bir tercih değilmidir? Oysa dünya hayatı boş bir oyun ve oyalanmadan başka bir şey değildir. Bu kadar kısa bir hayata sarılıp, ahireti bir kenara bırakan birisi sonsuzlukla altmış yada yetmiş yıllık dünya arasındaki tercih hakkını dünyadan yana kullanmaktadır.
    Rabbimiz Hadid suresi 20. ayette şöyle buyuruyor:
   “Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyun, eğlence, bir süs, aranızda bir övünme ve daha çok mal ve evlat sahibi olma isteğinden ibarettir. Tıpkı yağmurun bitirdiği ve ziraatçıların da hoşuna giden bir bitki gibi önce yeşerir, sonra kurur da sen onun sapsarı olduğunu görürsün; sonra da çer çöp olur. Ahirette ise çetin bir azap vardır. Yine orada Allah’ın mağfireti ve rızası vardır. Dünya hayatı aldatıcı bir geçinmeden başka bir şey değildir.”
   Yine En’am suresi 32. ayette: “Dünya hayatı yalnızca bir oyun ve bir oyalanmadan başkası değil. Korkup-sakınmakta olanlar için ahiret yurdu gerçekten daha hayırlıdır. Yine de akıl erdirmeyecek misiniz?”
   Lokman suresi 33. ayette şöyle buyruluyor: “Ey insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Babanın oğlu, oğlun da babası için bir şey ödeyemeyeceği günden korkun. Allah’ın verdiği söz şüphesiz gerçektir. Dünya hayatı sakın sizi aldatmasın. Allah’ın affına güvendirerek şeytan sizi ayartmasın.”
   Peygamberimiz dünya hayatına önem vermemiştir. İbn Mesud (r.a.) diyor ki, bir gün Resulullah (s.a.v.)’in yanına girmiştim. Onu bir hasır örgünün üzerinde uyumuş buldum. Hasır, (vücudunun açık olan) yan taraflarında izler bırakmıştı. “Ey Allah’ın (c.c.) Resulü dedim, sana bir yaygı te’min etsek de hasırın üstüne sersek, onun sertliğine karşı sizi korusa!” “Ben kim, dünya kim. Dünya ile benim misalim, bir ağacın altında gölgelenip sonra terk edip giden yolcunun misali gibidir.”(Tirmizi hadisin sahih olduğunu söylemiştir.)
   Dünya hayatının ne kadar boş olduğu hakkında peygamberimiz (s.a.v.)’den birçok rivayet vardır.
   Sehl İbni Sa’d (r.a.)’den rivayete göre Resulullah (s.a.v.) buyurdular ki: “Eğer dünya Allah (c.c.) nazarında sivrisineğin kanadı kadar bir değer taşısaydı tek bir kâfire ondan bir yudum su içirmezdi.” Tirmizi, Zühd 13, (2321); İbnu Mace, Zühd 11, (2410)
   İbn Ömer (r.a.)’den, dedi ki: Rasulullah {s.a.v.) omuzlarımı yakalayıp şöyle buyurdu: “Dünyada bir garip yahut bir yolcu gibi ol!” İbn Ömer (r.a.) de şöyle derdi: Akşamı ettin mi sabahı bekleme Sabahı ettin mi, de akşamı bekleme Sağlığında hastalığın için bir şeyler hazırla, hayatında da ölü­mün için.” Buhâri, VII, 170, Rikaak 3 
  “Dünya tatlı ve hoştur Allah (c.c.) sizi ona vâris kılacak ve nasıl hareket edeceğinize bakacaktır Öyleyse dünyadan sakının, kadınlardan da sakının! Zira Benî İsrâil’in ilk fitnesi kadın yüzünden çıkmıştır ” Müslim, Zikr 99; Tirmizî, Fiten 26; İbn Mâce, Fiten 19
   Allah (c.c.) ve Rasulü dünya hayatının boş bir oyundan ibaret olduğu ve bir gün yapılan bütün işlerden hesaba çekileceği hakkında insanlara uyarılarda bulunmaktadır.
   Ancak şu unutulmamalıdır ki, dünya hayatı ahirete geçiş yolu olduğundan ve ahiretin tarlası olduğundan büyük önem taşımaktadır.  Bazıları derlerya dünyaya önem vermeyin. Aslında bu çok yanlış bir düşüncedir. Dünya ebedi olan ahireti kazandıran bir yer olduğundan aslında çok büyük önem taşımaktadır. Ahiret mutluluğu ancak bu dünyadaki amellerle kazanılacağından hayata büyük önem verilmeli ahireti kazandıracak her türlü gayret gösterilmeli ahiret hayatında gerekecek olan bütün azıklarını dünya hayatındayken kazanmalı azık çantasını bolca salih amel ile doldurmalıdır.
   Nasıl ki dünya hayatında tarlasına buğday eken buğday, arpa ekende arpa biçiyorsa, insan da dünyada ne ekerse ahirette mutlaka onu biçecektir. Ömrünü Allah (c.c.) yoluna adamış onun yolunda her türlü sıkıntıya katlanan ve hatta canını veren ile bomboş bir hayat geçiren elbette Allah (c.c.) katında bir olmayacaktır.  Allah (c.c.) kullarını mutlaka ayıracak ve herkesi hak ettiği cennet ya da cehenneme koyacaktır. Kimseye haksızlık edilmeyecektir. Kim dünyada zerre kadar bir iyilik ya da zerre kadar bir kötülük yapmışsa hesabını verecektir.
   Dünya hayatında emekli olmak için her türlü çabayı gösteriyoruz. Ne için ömrümüzün son 10-15 yılını rahat geçirelim diye. Peki sonsuz hayatımızı garanti altına alacak neden bir şey yapmıyoruz?
   Allah yolunda maddi ve manevi elden gelen bütün fedakarlıklar gösterilmelidir. Çünkü ayet ve hadislerde en küçük bir gayretin dahi çok büyük bir şekilde mükafatı olacağı bildirilmektedir.
   Zilzal suresi 7 ve 8. ayetlerde: “Artık kim zerre ağırlığınca hayır işlerse, onu görür. Kim de zerre ağırlığınca bir şer işlerse, onu görür.” Buyrulmaktadır.
   Bakara suresi 218. ayette şöyle buyruluyor:  “İman edenler ve hicret edip Allah yolunda cihad edenler var ya, işte bunlar, Allah’ın rahmetini umabilirler. Allah, gafûr ve rahîmdir.”
   Bakara suresi 261. ayette ise  “Allah yolunda mallarını harcayanların örneği, yedi başak bitiren bir dane gibidir ki, her başakta yüz dane vardır. Allah dilediğine kat kat fazlasını verir. Allah’ın lütfu geniştir, O herşeyi bilir.” Buyrulmaktadır.
   Bu ne güzel bir ticaret değilmi? Bir vereceksiniz yediyüz katı fazlasıyla ve hatta daha fazlasıyla karşılığını alacaksınız. Böyle bir ticareti ve kazancı Allah’tan başka kim teklif edebilir ki?
   Tevbe suresi 111. ayette: “Allah müminlerin canlarını ve mallarını cennet karşılığında satın almıştır.” buyrulmaktadır. Allah, (c.c.) yolunda cihad eden, gayret gösteren, çalışan ve malını onun yolunda harcayanlara ücret olarak yani tabiri caizse ödeme olarak cenneti vaadetmektedir. Öyle bir ticaret ki, anlaştığınız zat yüce kudret sahibi yaratıcımız Allah. Ki o vaadenlerin ve sözünde duranların en hayırlısıdır. Böylesine kesin ödemeli ve müthiş kazançlı bir ticarete kim hayır diyebilir.
   Ebû Eyyûbi’l-Ensârî (r.a.)’den rivayetle Resûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Allah yolunda bir sabah ya da bir akşam yürüyüşü, Güneş’in, üzerine doğup battığı her şeyden daha hayırlıdır.” Buhârî, Sahîh, Cihad, 7, 73.
    Allah’ın dinini dert edinmek:
   Üzülerek ifade ediyorum ki bu gün Allah’ın dini, Müslümanlar tarafından gerektiği kadar sahiplenilmemektedir. Allah’ın dinini dert edinen ve bu yolda çalışanların sayısı oldukça azalmıştır. Evlatlarımız, ana babamız, meskenlerimiz ve kesada uğramasından korktuğumuz ticaretimiz bize Allah’ın dinini unutturdu.  Bakınız tevbe suresi 24. ayette rabbimiz nasıl tehdit ediyor:
   “De ki: “Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaretiniz ve hoşunuza giden evler, sizlere Allah’tan, O’nun Resûlü’nden ve O’nun yolunda cihad etmekten daha sevimli ise, artık Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyin. Allah, fasıklar topluluğuna hidayet vermez.”
   Allah yolunda her türlü gayreti göstermek Müslümanların üzerine farzdır. Müslümanlar Allah’ın yolunda elinden ne geliyorsa yapmalı, son nefesini verinceye kadar Allah yolunda çalışmaktan ve hizmetten geri kalmamalıdır. Müslümanlar bu gün, çocuğunun dünyalık geleceği için, ticaretinde kazancını artırmak için, siyasi partisi için ve tuttuğu takım için endişelenirken ve her türlü fedakarlığı yaparken, Allah’ın dini ve Müslümanların durumu hakkında hiçbir endişe taşımamaktadır. Bu acı ve ızdırap dolu günlerde Allah’ın dinini dert ve tasa edinenler çok büyük mükafatlar elde edeceklerdir. Bu günler yokluk günleridir. Gariplik günleridir. Yani İslam garip durumdadır. Yoklukta karaborsada fiyatların yükselmesi gibi bu yokluk günlerinde de Allah yolunda yapılacak çalışmaların ve hizmetlerin kazancı kat kat fazla olacaktır.
   Abdullah İbn Mesud (r.a.)’den rivayete göre Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
   “İslam garip olarak başladı, tekrar başladığı garip haline dönecektir. Gariplere müjdeler olsun.” (Müslim İman 232; Tirmizi İman 13) Bunun üzerine garipler kimlerdir ya Resulullah diye sorulunca: “İnsanların bozduklarını düzeltenlerdir.” Buyurmuştur.  (İbni Ebi Şeybe (8/134) Tahavi Müşkil (689) Taberani(6/164)
   Peygamberin sünnetinin terkedildiği ve birçok bidatin yayıldığı zaman Peygamberimiz (s.a.v.) sünnetine sarılanları ise şöyle müjdeliyor: “Arkanızdan sabır günleri gelecektir. O günlerde sizin üzerinde bulunduğunuz (sünnete) sarılan bir kimse sizden elli kişi sevabını alır. ‘Yâ Nebî Allah, onlardan elli kişi değil mi?’ dediler. O’da: ‘Aksine sizden (elli kişi)’  buyurdu.”
   Peygamberimizin sahabesinden ellisinin kazandığı sevabı kazanabileceğimiz bu günler gerçektende sabır günleridir. Büyük bir karmaşanın, başıboşluğun, fitnenin ve gafletin yaşandığı günümüzde peygamberin sünnetine sarılanlar Allah yolunda çalışanlar mutlaka büyük bir kazanç elde edeceklerdir.
    Allah, yolunda çalışanlara yardım edecek:
   Allah (c.c.) her zaman müminlere yardım etmiştir. Ve bundan sonrada yolunda çalışan ve mücadele edenlere yardım edecektir. Rabbimiz Rum suresi 47. ayette Allah dinine yardım edenlere yardım etmeyi üzerine hak olarak aldığını bildirmektedir.
   Allah (c.c.) Hac suresi 40. ayette dinine yardım edenlere yardım edeceğini vaad etmektedir.
   Yine Muhammed suresi 7. ayette: “Ey iman edenler siz Allah’a yardım ederseniz O’da size yardım eder ve düşman karşısında ayağınızı sağlam kılar da sizi bozguna uğratmaz.”
   Allah yolunda çalışanlara, hizmet edenlere ve onun dinini dert edinenlere yardım edeceğine dair söz vermektedir. O halde böyle yüce kudret sahibi bir yaratcının yardımını yanınızda hissetmek istemezmisiniz? Yardımcısı Allah olanının sırtını kim yere getirebilir? Allah’ın yardım ettiğini dolayısıyla galip getirdiğini kim mağlub edebilir? Allah’ın yardımını yanında hisseden tebliğci için hiçbir zorluğun önemi olmaz. Çünkü Allah’ın yardımını yanında hissedenin aldığı hazzı ve mutluluğu kelimelerle anlatmak mümkün değildir. Çünkü eşsiz kudret sahibi yüce yaratıcının desteklediğini hissetmek insana büyük bir güç vermektedir.
   Biz bu dünyada Allah için çalışırsak Allah’ın dinini kendimize dert edinirsek. Hiç şüphesiz Allah da bize dünyada ve ahirette yardım edecektir. Şeytana ve nefsimize karşı ve diğer sıkıntılarımıza karşı bize yardım edecek ve ayaklarımızı sağlamlaştıracaktır.
   Allah yolunda hizmet için birbirimizle yarışalım:
  Kuranda müminlerin özellikleri sayılırken Müminlerin Allah yolunda hizmet etmek için birbirleriyle yarıştıkları A’li İmran suresi 114. ayette Şöyle buyruluyor:
  “Onlar Allah’a ve ahiret gününe inanırlar, iyiliği emrederler, kötülükten vazgeçirmeye çalışırlar, hayır işlerinde de birbirleriyle yarışırlar. İşte Salihler onlardır.”
   Adîy ibni Hâtim (Allah Ondan razı olsun)’dan rivayet edildiğine göre Rasulullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu: “Rabbiniz arada bir tercüman bulunmaksızın mutlaka hepinizle konuşacaktır. O gün kişi sağına bakar önceden gönderdiği hayırlı işleri ve sevabını görür, soluna bakar yine önceden işlediği kötülükleri ve günahları görür. Önüne bakar önünde de sadece cehennemi görür. Öyleyse yarım hurmayla da olsa cehennemden korunmaya çalışınız, hayırlı amellerinizi artırınız.” (Buhari, Zekat 9, Müslim, Zekat 67)
   “Namazı kılın, zekatı verin, kendiniz için önceden ne yollarsanız, onu Allah katında bulursunuz. Şüphesiz ki Allah, yaptığınızı hakkıyla görendir.” Bakara 2/110
   Yasin suresi 12. ayette şöyle buyruluyor: “Şüphesiz biz, ölüleri mutlaka diriltiriz. Onların yaptıklarını ve bıraktıkları eserlerini yazarız. Biz, her şeyi apaçık bir kitapta (Levh-i Mahfuz’da) bir bir kaydetmişizdir.”
   Allah’ın rızasını ve cenneti kazanmak için sahabenin bir birleriyle yarıştıkları gibi bizimde hayırda yarışmamız gerekmektedir.
   Bir seferinde ordu gazve için hareket hazırlığı yapıyordu. Ebi Vakkas’ın oğlu Umeyr (r.a.) küçük yaşta olduğu için kendisini kimse görmesin diye Peygamberimiz (s.a.v.) görürde savaşa götürmez diye oraya buraya gizlice sokulmaya çalışıyordu. Şehit olma arzusuyla yanıp tutuşuyordu. Ordu görüşe hazır olunca korktuğu başına geldi ve peygamberimiz onun yaşı küçük olduğundan savaşa katılmasını uygun görmedi. Ama o arzusunun çok şiddetli oluşundan üzüntüsünü yenemeyip, ağlamaya başladı. Bunun üzerine Peygamberimiz onun bu arzusunu görünce müsaade buyurdu.
   Bir keresinde Uhud savaşına giderken bir konak yerinde efendimiz orduyu teftiş etti ve küçük yaştakileri geri gönderdi. Geri gönderilen çocuklar aşağı yukarı 14 yaşlarında idi. Geri gönderilirlerken Hz. Hadic (r.a.): “Ya Resulullah oğlum Rafi çok güzel ok atar” dedi. Bir taraftan da oğlu Rafi izin koparmak için ayaklarının ucuna basarak yürümeye çalışıyor ve kendisini uzun boylu göstermeye çalışıyordu. Peygamberimiz ona müsaade etti. Bunun üzerine Cündüp oğlu Semure üvey babası Sinan oğlu Mürre’ye dedi ki: “Resulullah Rafi’e izin verdi, bana izin vermedi. Hal bu ki ben ondan kuvvetliyim. Benimle güreşirse onu yıkarım.” Bu sözleri peygamberimize ulaşınca güreşmelerine izin verdi. Bunun üzerine hakikaten Semure Rafi’yi yendi. Peygamberimiz ona da izin verdi. Bunun üzerine diğer çocuklarda izin alabilmek için büyük gayretler gösterdiler.
   Değerli kardeşlerim Allah yolunda böylesine bir imana sahip çocuk sahabelerdeki imana bir bakarmısınız. Sahabenin çocuklarındaki imanı bu gün yer yüzünün en aliminde dahi göremiyoruz. Sanki savaşa değilde pikniğe gitmek için can atıyorlar. 13-14 yaşlarındaki çocukların dünyadan vazgeçip Allah uğrunda ölmek için böylesine can atmaları bizim akıllarımıza durgunluk vermektedir. Aman ya Rabbi bu nasıl bir iman? Değerli kardeşlerim bu gün bırakın savaşmayı Allah için düzenlenen pikniğe dahi Müslümanları getiremiyoruz. Allah yolunda en küçük bir zorluk karşısında yan çizen ve türlü türlü bahane uyduranlar bir sanatçı konserine ya da futbol takımının maçına onbinlerle akın etmektedirler. Vallahi bu tercih çok yanlış bir tercih. Sonu cehenneme çıkan bir yol. Allah aşkına kendimize gelelim. Rabbimize dinimize yardım edelim. Dinimiz bizden hizmet bekliyor. Kim ki çalışırsa vallahi kendi için çalışmış olur.
   Bu gün Allah yolunda yapılabilecek hizmetin en başında tebliğ gelmektedir. Çünkü tevhidin tebliğcileri yok denecek kadar azalmıştır. Şirk’in din diye tebliğ edildiği bu gün tevhidin tebliğinden daha büyük cihad olur mu?  Kokuşmuşluk dönemlerinde her zaman tebliğcilerin ve Allah yolunun hizmetçilerinin olması gerektiği hakkında A’li İmran suresi 104. ayette şöyle buyruluyor: “İyiliği emreden, kötülükten sakındıran ve hayra, doğruya güzele çağıran içinizden bir topluluk bulunsun. İşte kurtulanlar bu kimselerdir.”
   Asr suresinde ise şöyle buyruluyor: “Asra yemin olsun ki bütün insanlar hüsrandadır. İman edenler, salih amel işleyenler ve birbirine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesna.”
   Bu sure İslamın emrini bir cümleyle özetleyen bir suredir. Dolayısıyla bir müslüman iman edecek, Allah’ın rızası için çalışacak, salih ameller işleyecek ve islamı tebliğ edecek ve bu yolda karşılaşılacak sıkıntılara karşı da sabrı tavsiye edecek.
   Allah yolunda çalışanların mükafatı:
   Allah razısını kazanan ve yolunda hizmet edenlere büyük nimetler hazırlamıştır.
   “İman edip sâlih amellerde bulunanlar biz onları altından ırmaklar akan içinde ebedi kalacakları cennetlere sokacağız. Bu Allah’ın gerçek olan vaadidir. Allah’tan daha doğru sözlü kim vardır?” Nisa 4/122
   “Rablerinden korkup-sakınanlar da cennete bölük bölük sevk edildiler. Sonunda oraya geldikleri zaman kapıları açıldı ve onlara (cennetin) bekçileri dedi ki: “Selam üzerinize olsun, hoş ve temiz geldiniz. Ebedi kalıcılar olarak ona girin.” Zümer 39/73
   “Onlar; altından ırmaklar akan Adn cennetleri onlarındır orada altın bileziklerle süslenirler hafif ipekten ve ağır işlenmiş atlastan yeşil elbiseler giyerler ve tahtlar üzerinde kurulup-dayanırlar. (Bu) Ne güzel sevap ve ne güzel destek.” Kehf 18/31
   “(Onlar da) Dediler ki: “Bize olan vaadinde sadık kalan ve bizi bu yere mirasçı kılan Allah’a hamd olsun ki, cennetten dilediğimiz yerde konaklayabiliriz. (Salih) Amellerde bulunanların ecri ne güzeldir.” Zümer 39/74
   “Takva sahiplerine vaat edilen cennetin misali (şudur): İçinde bozulmayan sudan ırmaklar tadı değişmeyen sütten ırmaklar içenler için lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır ve orda onlar için meyvelerin her türlüsünden ve Rablerinden bir mağfiret vardır. Hiç (böyle mükâfatlanan bir kişi) ateşin içinde ebedi olarak kalan ve bağırsaklarını ‘parça parça koparan’ kaynar sudan içirilen kimseler gibi olur mu?”  Muhammed 47/15
   “Şüphesiz ki, Allah iman edip sâlih amel işleyenleri, altlarından ırmaklar akan cennetlere koyar. İnkâr edenler ise dünyada zevk edip geçinirler. Hayvanların yediği gibi yerler. Onların varacakları yer ateştir.” Muhammed 47/12
   Son nefes verilmeden önce gaflet uykusundan uyanmak gerekmektedir. Rabbimizi, hesap gününü unutmamalıyız. Aksi halde son pişmanlık fayda vermeyecek ama iş işten geçmiş olacaktır. Değerli kardeşlerim iş işten geçmeden aklımızı başımıza alalım. ve hesap gününü unutmayalım.
   Rabbim bizlere hakkıyla iman etmeyi, onun yoluna hizmetkar olmayı ve yolunda şehid olmayı nasib etsin. Rabbim hepinizden razı olsun.
Musab KÖYLÜOĞLU
HATME VE İSTİMDAT
 
İSTİMDAT: Mürid’in, şeyhinden himmet, bereket ve yardım dilemesidir. Tarikat kaynaklarında geçtiğine göre ve günümüzdeki uygulama şekillerine göre; İstimdat istenilenin sağ yada ölü olması fark etmez. Hatta ölmüş olan şeyhin kınından çıkarılmış bir kılıç gibi olduğuna ve madde boyutundan sıyrıldığı için işlevini daha süratli yaptığına inanılır. [1]
   İSTİANE: İstemek,yardım dilemek demektir. İstekli veya isteksiz onu vermeye de iane (yardım) denir. [2]
   HATME-İ HACEGAN: Nakşibendi tarikatında toplu halde yapılan, hatme imamı ve cemaatten müteşekkil bir zikir şeklidir. Nakşibendi tarikatının en önemli esaslarından biridir. Müridin günlük olarak akşam namazından sonra rabıta yapması, ikindi yada yatsı namazından sonra cemaat halinde hatme yapması ve mürşidi tarafından kendisine verilen virdini çekmesi gerekmektedir. Bu üç esas müridin terbiyesi için yapılması gereken temel kurallardır. İnanışa göre Hatme-i hâcegan meclisinde ölmüş olan, saadat olarak bilinen ve silsilede adı geçen zat’ların nazarı altına giren mürid için korku olmaz.
   Saadatı Nakşibendi ve peygamber (s.a.v.) onu yalnız bırakmaz.
    HATMEDE RABITA ADABI:
    1- Hatme esnasında kalbin huşu ve huzurlu olması için sofi müridine kısa istimdâdi rabıta yapmalıdır.
   2- Hatme duasında isimleri okunan sâdatlar birer manevi hediye ile hatme halkasına gelirler. Getirdikleri hediyelerin hepsini mürşid hazretlerine teslim ederler. Gözler açılmadan evvel sofiler mürşidine, hediyelerden mahrum edilmemesi için istimdat rabıtası yaparak yardım isterler. [3
   Hatme-i hâcegan cemaatin durumuna göre büyük ve küçük hatme olarak ikiye ayrılır. Cemaatte, İnşirah suresini ezbere bilen, imam hariç on kişi varsa büyük hatme, on kişiden az olursa küçük hatme şeklinde yapılır. Hatme-i Hacegan zikri 100 tane küçük ve 10 tane büyük taş ile yapılır.
 
    BÜYÜK HATMEDE OKUNANLAR:
 
    Hatmeyi yaptıran 100 taştan 21 tanesini kendisi alır. Gözleri kapanır.
    1-İmam sesli olarak “Estağfirullah” der. Cemaat 25 defa “Estağfirullah” der. Taş dağıtan kişi 79 taşı İnşirah suresini bilenlere sağdan itibaren dağıtır. İmamla beraber sağdan 7 kişi fatiha okuyacak imamın sağındaki 6 kişiye işaret taşı verilip alınır.
    2- İmam sesli olarak “Fatiha-i Şerife” der. İmam ve işaret taşı verilenler fatiha suresini birer defa okurlar.
    3- İmam sesli olarak “salavat-ı şerife” der. Taş verilenler elindeki taş sayısınca salavat okur. İmam elindeki 21 taştan sekiz-on adet salavat okur.
    4- İmam sesli olarak “Elemneşrahleke-i şerife” der. Cemaatten taş alanlar okur, imam okumaz. İmam 21 adet salavatı bitirince, elindeki taşlardan bir miktar kendisine taş alıp, kalanı taş dağıtıcı soldan itibaren ihlas suresi için dağıtır.
    5- İmam sesli olarak “İhlas-ı şerife” der. Cemaat elindeki taş sayısınca ihlas suresini okur. İmam on işaret taşından  birer birer ayırıp on defa “İhlas-ı şerife” der. 10x100 = 1000 İhlas okunur.
    6- İmam hariç soldan 7 kişiye Fatiha taşı verilip alınır. İmam sesli olarak “Fatiha-i Şerife” der. İşaret taşı verilenler Fatiha suresini birer defa okurlar.
    7- İmam sesli bir şekilde “Salavat-ı şerife” der. Elinde taş olanlar okur. Sonra sağdan itibaren taşlar toplanır.
    8- İmam hatme duasını açıktan okur.
    9-Hatme ikindi vaktinde yapılırsa Amme, yatsıdan sonra yapılırsa Tebareke suresi imam tarafından okunur.
   10- İmam sesli olarak “Estağfirullah” der. Cemaat 25 defa “Estağrifullah” der ve gözler açılır.
Fatiha, ihlas, İnşirah, Tebareke ve Amme sureleri okunur, Salavâtı şerife ve Estağfirullah zikirleri yapılır.
 
    KÜÇÜK HATMEDE OKUNANLAR:
 
    100 adet taş paylaşılır. İlk ve son fatihayı okuyacaklar tespit edilir ve gözler kapanır.
    1- İmam sesli olarak “Estağfirullah” der. Cemaat 25 defa “Estağfirullah” der. Cemaat 25 defa “Estağrifullah” der.
    2- İmam sesli olarak “Fatiha-i Şerife” der. İmam dahil sağdan 7 kişi okur.
    3- İmam sesli bir şekilde “Salavat-ı şerife” der. Cemaat elindeki taş kadar Salavat-ı şerife okur.
    4- İmam “Ya baki entel baki” der. Cemaat elindeki taş kadar  “Ya baki entel baki” der. Bu 5 defa tekrarlanır. (5x100 = 500) adet okunur.
    5- İmam sesli olarak “Fatiha-i Şerife” der. İmam hariç soldan 7 kişi “Fatiha-i Şerife” okur.
    6- İmam sesli bir şekilde “Salavat-ı şerife” der. Cemaat elindeki taş kadar Salavat-ı şerife okur. İmam elindeki taşları bir kaba bırakır ve sağındakine verir. Böylece taşlar toplanır.
    7- İmam hatme duasını açıktan okur.
    8-Hatme ikindi vaktinde yapılırsa Amme, yatsıdan sonra yapılırsa Tebareke suresi imam tarafından okunur.
 
    9- İmam sesli olarak “Estağfirullah” der. Cemaat 25 defa “Estağrifullah” der ve gözler açılır.
 
   Fatiha, İnşirah sureleri ve Yâ bâki entel bâki,Salavâtı şerife ve Estağfirullah zikirleri okunur.
    HATME ADABINDAN BAZILARI: [4]
 
   1-Bir sofi aynı günde iki hatmeye katılamaz
   2-Hatmeye diğer Nakşibendi kolları katılabilir. Cehri zikir yapan tarikatlara mensup olanlar katılamaz.
   3- Diğer Nakşi kollarının hatmelerine katılan katılan sofiler aynı gün kendi tarikatımızın hatmesine katılamazlar. Bu durum çok büyük bir adapsızlıktır.
   4- Abdest bozulduğu zaman hatme terk edilir.
   5- Cehri zikir yapan tarikatlara intisaplılar sekiz şartı yapmadan hatmeye katılamazlar.
   6-Tarikat tazeleyen sofiler sekiz şartı yapmasalar dahi hatmeye katılabilirler.
   7-Hatmede taş ve tesbih temini mümkün ise sayıları dil ile paylaştırmak adabsızlıktır.
   8-Hatmenin başından sonuna kadar gözler kapalıdır. Açılması kesinlikle yasaktır. İkaz edildiği halde gözlerini açan olursa taş dağıtan kimse onu hatme yerinden çıkarır.
   9-Hatmeye küçük çocuk, tarikat almayan, tarikat alıp sekiz şartı yapmayan ve yapıp da talimat almayanlar katılamaz.
   10-Hatme yaptıran kişi sırtını kıbleye dönerek oturmalıdır.
   11-İkindi hatmesinde Amme, yatsıdan sonraki hatmede Tebareke suresi okunur.
   12-Sekiz şartı yapmayanlar katılamaz.
   13-Hatmede arkaya sağa sola veya bir yere yaslanmak ve dayanmak adapsızlıktır.
 
    HATME DUASINDAN BAZI BÖLÜMLER:
   Hatmede kullanılan taşlarla yapılan zikir sona erince hatme meclisinde okunan zikirler Öncelikle Peygamberimize, âli’ne, ashabına, ehli beytine ve tarikat büyüklerinin ruhlarına hediye edilir. Hatme duasında bazı övgü dolu sözlerle bu zat’ların ruhlarına hediyeler gönderilir. Bu övgü dolu sözlerden bazıları şöyledir.
   “Şeyhimiz, sığınağımız, imamımız ve akan feyzin sahibi ve nuru sirayet edici dinin gerçeklerini Hak ve hakikatleri tezyin edici”
   “ Mâriflerin ve kemâlin kaynağı sâdatın efendisi.”
   ” İkbâli ve mutluluğu diğer müridlerine ve bütün insanlara verip onları Allah’a yönelten.”
   “Beşer perdesinden sıyrılmış. Evliyanın kutbu, Allah dostlarının delili.”
   “Allah’ın ezeli kuvveti ve kudreti üzerinde tecelli etmiş Gavs.”
   “Zahir ve ledün ilimlerinin sahibi. Güzel ahlakın kaynağı ve karanlıkların nuru, dinin yıldızı. Manevi yönden kayırıcımız.”
   “Geçmiş büyüklerin büyüğü, sonraki büyüklerin önderi. Yardım isteyenlerin yardım edicisi.”
   “Allah’a ulaşmışların kutuplarının kutbu, fena-i mutlaka erişmiş, arandıktan sonra onun benzeri görülmediği. Hakikat yolunun delili, fenafillah ve bekabillah makamlarına ulaşan.”
   “Geçmiş evliyaların kemalatını ve edeplerinin hepsini ve geleceklerin feyzlerini toplamış, İslam’ın ve Müslümanların kuvveti, şeyhlerin ve saliklerin değeri, yer ve göklerin ışığı, zayıfları ve bütün miskinleri esirgeyici.”
   “İnsanlara mahsus fâni perdeleri açarak mânevi sırlara hazine olan.”
   ” Müslümanların sultanı, ona sığınanların sığınağı”
   “Müslümanların emellerini kendisinde toplayan, kurtulmuş olanların kutbu, muttakilerin tutanağı, tevekkül edicilerin vesilesi.”
   “Efendim, şeyhim, dayanağım, bağlandığım ve güvencim üzerine olan ve her türlü yardımı kendisinden aldığım.” [5]
 
    S O N U Ç
    1-Yukarda geçtiği şekilde zikir yapıldığına dair Peygamberimiz ve Ashab-ı Kiram’dan herhangi bir rivayet bulunmamaktadır. Bu kadar, yasaklarının, sevaplarının ve edeplerinin ayrıntılı bir şekilde belirtildiği zikir şekline nasıl olurda rivayetlerde rastlanılmadığı nedense hiç düşünülmemektedir. Açıkça ortada olan bir gerçek vardır ki,  Nakşibendi tarikatının büyükleri tarafından Hatme-i hâcegan sonraki dönemlerde düzenlenmiş bir zikir şeklidir. Bu zikir şekli peygamberimiz ve ashabı tarafından hiç yapılmamış olan bir zikir şeklidir ve bidattir.
    2- Hatme-i hâcegan içerisinde kuran okunması ve çeşitli zikirlerin yapılması, peygamberin ve ashabının yapmadığı bir şekilde yapılması nedeniyle bu davranışı bid’at olmaktan çıkarmaz. Her konuda olduğu gibi dinde Allah tarafından emredilmemiş, Peygamber tarafından da yapılmamış ve emredilmemiş, dinde bir örneği bulunmayan bu tip uygulamaların derhal terk edilerek peygamberin sünnetine dönülmesi gerekmektedir. Peygamberin sünnetinin yeterli gelmediğini düşünenler elbette ahirette bunun hesabını vermeye de hazırlanmalıdır.
   3- Cenab-ı Hak (c.c.)
وَمَا اتيكُمُ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهيكُمْ عَنْهُ فَانْتَهُوا وَاتَّقُوا اللّهَ اِنَّ اللّه
َ
شَديدُ الْعِقَابِ (7)
    “ Size Peygamber ne verirse artık onu alınız ve sizi neden menettiyse hemen ona nihayet veriniz ve Allah’tan korkunuz. Şüphe yok ki: Allah, azabı şiddetli olandır.” [6]buyurduğu halde
    Peygamberimiz (s.a.v.)’de; “Her kim bizim bu işimizin(yani dinimizin) içine ondan olmayan bir şeyi yeniden sokarsa (o yaptığı iş merdudtur, başına çalınır.” [7]buyurduğu halde
Cenab-ı Hak (c.c.);
 
اَلْيَوْمَ اَكْمَلْتُ لَكُمْ دينَكُمْ وَاَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَتى وَرَضيتُ لَكُمُ اْلاِسْلاَمَ دينًا   
 
    “bugün sizin için dininizi kemâle erdirdim ve sizin üzerinize nîmetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâmiyet’e razı oldum.”  Buyurduğu halde böyle bir zikir şeklinin icad edilmesinin gereği yoktur. [8]
    Bu davranış haddi aşmak, peygamberin sünnetini yeterli bulmayıp, yeni sünnetler ortaya koymak demektir.
   4- Şayet bu zikir şekli sünnete uygun olsaydı bu zikir şeklini her müslümanın yapması gereken fıkıh alimlerince de rivayetleriyle belirlenmiş sünnetlerden olması, bütün tarikatlarında onunla amel etmesi gerekirdi. Oysa mezhep imamlarından hiç birisi böyle bir zikirden bahsetmemektedir.  Bu zikir hadis ve fıkıh alimleri tarafından sünnet olarak bilinmemekte, hatta esamisi dahi okunmamaktadır. Ayrıca aynen Nakşiler gibi sünnetten kıl kadar sapmadıklarını iddia eden Rufailerinde, Mevlevilerinde böyle bir sünnetle amel etmesi gerekirdi.
    5- Hatme sonunda okunan dua şekli de Peygamberimizin ve ashabının asla yapmadığı bir dua şeklidir. Hatta ölen zat’ların ruhaniyetlerinden yardım talep etmek şirk boyutundadır. Hal bu ki Allah (c.c.) birçok ayette kullarından ancak kendisine güvenip, dayanmalarını ve ancak ondan istemelerini emretmektedir.
 
اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَعينُ
 
    (Rabbimiz!) Ancak sana kulluk ederiz ve ancak senden yardım bekleriz. [9]
   Ayetin tefsirinde Elmalılı tefsirinde şöyle geçer; “ Ey Rab! Biz gerek sana ibadet ve itaatimizde ve gerek diğer işlerimizin hepsinde ancak senden yardım dileriz, senden başka kimseden yardım dilemeyiz, seni tanımayan kafirler başkasından yardım dilerler. Biz ise ibadetimizde katıksız ve içtenlikle bütün işlerimizde ancak senden yardım dileriz demektir.” [10]
 
وَاتَّقُوااللّهَ وَعَلَى اللّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ
 
   Allah’tan korkun ve müminler yalnızca Allah’a güvensinler. [11]
 
وَمَنْ يَتَوَكَّلْ عَلَى اللّهِ فَاِنَّ اللّهَ عَزيزٌ حَكيمٌ
 
   Hal bu ki kim Allah’a dayanırsa, bilsin ki Allah mutlak galiptir, hikmet sahibidir. [12]
 
وَمَنْ يَتَوَكَّلْ عَلَى اللّهِ فَهُوَ حَسْبُهُ
 
   “Allah’a güvenen kimseye o yeter” [13]
وَمَنْ اَضَلُّ مِمَّنْ يَدْعُوا مِنْ دُونِ اللّهِ مَنْ لَايَسْتَجيبُ لَهُ اِلى يَوْمِ الْقِيمَةِ
 
وَهُمْ عَنْ دُعَائِهِمْ غَافِلُونَ
   Allah’ı bırakıp ta kıyamet gününe kadar cevap veremeyecek olan kimseyi çağırandan daha sapık kimdir? Oysaki bunlar onların çağrısının farkında değillerdir.” [14]
 
قُلِ ادْعُوا الَّذينَ زَعَمْتُمْ مِنْ دُونِه فَلاَ يَمْلِكُونَ كَشْفَ الضُّرِّ عَنْكُمْ
 
وَلاَ تَحْويلًا (56) اُولئِكَ الَّذينَ يَدْعُونَ يَبْتَغُونَ اِلى رَبِّهِمُ الْوَسيلَةَ اَيُّهُمْ
 
اَقْرَبُ وَيَرْجُونَ رَحْمَتَهُ وَيَخَافُونَ عَذَابَهُ اِنَّ عَذَابَ رَبِّكَ كَانَ مَحْذُورًا (57)
 
    “Deki Allah’ın dışında kuruntusunu ettiklerinizi çağırın bakalım onlar sıkıntınızı ne gidermeye nede bir başka tarafa çevirmeye güç yetirebilirler.
Çağırdıkları bu şeylerde Rablerine hangisi daha yakın diye vesile ararlar, rahmetini umar azabından korkarlar çünkü Rabbinin azabı cidden korkunçtur.” [15]
   Allah Rasulü (s.a.v.) ibni Abbas (r.a)’e şöyle buyurmuştur;“İstediğin zaman Allah’tan iste istiane (istimdat) ettiğin zaman Allah’tan istiane et” [16]
    6- Peygamberimiz zikir meclisini büyük, küçük diye ayırmamıştır. Belirlediği bazı şartlar öne sürerek bunları yapmayanların zikir meclisine alınmayacağına dair bir emri de bulunmamaktadır. Başka tarikat mensuplarının Nakşibendi zikir meclisine girememesi de uydurulmuş bir kuraldır.
    7- Allah’tan başkasından yardım talep edilen bir zikir meclisine, bırakın rahmet inmesini bilakis Allah’ın gazabı celbedilebilir. Allah birçok ayette sadece kendisine istianede bulunulmasını, ancak kendisine dayanılmasını ve sadece kendisinden istenilmesini emrettiği halde bu emrine muhalefet edercesine Allah ile beraber başkalarından da isteyenler ve başkalarını çağırıp medet umanlar elbette Allah’ı (c.c.) gadablandıracaktır. Ayrıca sahabe-i kiram onca işkence ve sıkıntılara maruz kalmalarına rağmen, hiçbir zaman Allah’tan başkasından himmet istememiş ve hiçbir kimseden istianede bulunmamışlardır. Hatta peygamberden dahi istianede bulunarak “yetiş ya Muhammed, himmet ya Muhammed” gibi yardım taleplerinde bulunmamışlardır.
    8- Tasavvuf kaynaklarında geçen şu ifade bile bu zikrin sonradan çıkarılmış bidat olduğunu gösteriyor ve onun sünnette yeri olduğunu iddia edenleri ele veriyor: “Hatmeyi bu günkü usul üzere Abdulhâlik Gücdevani hazretleri tertip etmiştir. “Hatm-i Hâcegân” diye de anılır. Hâcegân, ulu zatlar, efendiler, büyük hocalar demektir. Hatm-i Hâcegân büyük velilerin tertip, talim ve tatbik ettiği hatim demektir. Hatme Nakşibendî yolunun büyüklerinin tercih ve tatbik ettiği usul üzere yapılır.”
     9- İslam âleminin neden bir türlü dirilip ayağa kalkamadığının, muktedir olamadığının, neden hep ezildiğinin sebepleri arasında bu tip bid’at ve şirk dolu alışkanlıklar vardır. Yoksa Allah neden başarıyı hak edene vermesin.
 .
.
Ebu Muhammed Mus’ab KÖYLÜOĞLU

 .

[1] Nakşibendi tarikatının hatme talimat kitapçığı – Kaynaklarıyla tasavvuf, Dilaver Selvi
[2] Elmalılı tefsiri sayfa 109-110 Elmalılı M.Hamdi Yazır
[3] Nakşibendi tarikatının hatme talimat kitapçığı – Kaynaklarıyla tasavvuf, Dilaver Selvi
[4] A.g.k.
[5] A.g.k.
[6]Haşr 59/7
[7]Buhari-Müslim
[8]Maide 5/3
[9] Fatiha 1/5
[10] Elmalılı tefsiri sayfa 109 Elmalılı M.Hamdi Yazır
[11]Maide 5/11
[12]Enfal 8/49
[13] Talak 3
[14]Ahkaf -5
[15]İsra 56-57
[16] (Ahmet-Tirmizi)
  
Evlerde, işyerlerinde ve başka yerlerde Anne, baba, aile büyükleri, çocukların, şeyhlerin ve buna benzeri sevilen kişilerin resimlerini asmak caiz değildir. çünkü peygamberimiz bundan ümmetini nehyetmiştir.  İnsanlar evlerine ailelerinin, çocuklarının ve özellikle bağlı bulundukları cemaat liderlerinin resimlerini asmaktadırlar. Bu hususta uyarılan insanlar biz şirk maksadıyla asmıyoruz yada onlara tazim etmiyoruz diyorlar. Oysa emirler yasağın açık ve net bir şekilde herkes için geçerli olduğunu ortaya koyuyor.
    Aişe (Radiyallahu Anha) şöyle dedi: “Bir gün üstünde bir takım resimler bulunan küçük bir yastık, bir şilte satın almıştım. Rasulullah (s.a.s.) bunu görünce kapının önünde durdu ve içeriye girmedi. Ben Rasulullah (s.a.s.)’in yüzündeki hoşnutsuzluğu anladım ve:
    Ya Rasulallah! Allah’a ve Rasulüne tevbe ederim. Ben ne günahı işledim ki? dedim.
    Rasulullah (s.a.s.): ‘Şu yastığın hali nedir?’ dedi.
     Ben: Onu sen üzerine oturasın ve yaslanasın diye, senin için satın aldım dedim.
   Rasulullah (s.a.s.): ‘Bu resimlerin sahipleri kıyamet gününde muhakkak azab edilirler. İçinde resim bulunan eve melekler girmez’ buyurdu.” [1]
  Aişe (Radiyallahu Anha) şöyle dedi: “Rasulullah (s.a.s.) bir seferden geldi. Ben de kapının üzerine, kendisinde kanatlı at şekilleri bulunan bir örtü asmıştım. Rasulullah (s.a.s.) çıkarmamı emretti ben de çıkardım.” [2]
  Aişe (Radiyallahu Anha) şöyle dedi: “Rasulullah (s.a.s.) bir seferden geldi. Ben de üzerinde resimler bulunan bir perdeyi rafın üzerine örtmüştüm. Rasulullah (s.a.s.) onu görünce yerinden çıkarıp yırttı ve: ‘Kıyamet gününde insanların en şiddetli azablıları, Allah’ın yaratmasına benzetmeye çalışan kimselerdir’ buyurdu.”
Aişe (Radiyallahu Anha) şöyle dedi: “Bende o perdeyi bir veya iki yastık yaptım.” [3]
 Ebu Talha el-Ensari (r.a.) şöyle dedi: “Rasulullah (s.a.s.): ‘Melekler içinde köpek ve resim bulunan eve girmezler’ buyurdu.”
   Ravi Zeyd ibn Halid dedi ki: “Bunun üzerine Aişe (Radiyallahu Anha)’ya geldim ve: Ebu Talha (r.a.) bana Nebi (s.a.s.)’in: ‘Melekler içinde köpek ve resimler bulunan eve girmezler’ buyurduğunu haber veriyor. Sen Rasulullah (s.a.s.)’den bunu zikrettiğini işittin mi? diye sordum.
   Aişe (Radiyallahu Anha) şöyle dedi: Hayır, ben bunu işitmedim, lakin size Nebi (s.a.s.)’in yaptığını gördüğüm şeyi size haber vereceğim:
   Ben kenarı saçaklı bir yatak örtüsü almış ve bunu kapı üzerine asmıştım. Nebi (s.a.s.) seferden geldiğinde bu perdeyi kapıda gördü. Ben, Nebi (s.a.s.)’in yüzündeki hoşnutsuzluğu hissetmiştim.
   Nebi (s.a.s.) perdeyi çekip yırttı ve: ‘Allah, bize taşlara ve çamurla kumaş giyindirmemizi emretmedi’ buyurdu.”
   Aişe (Radiyallahu Anha) şöyle dedi: “Bu örtüyü parçaladım da ondan iki yastık yaptım, bu iki yastığın içine hurma yaprakları doldurdum. Nebi (s.a.s.) benim bu işimi bana karşı ayıplamadı.” [4]
  Abdullah ibni Ömer (Radiyallahu Anhuma) şöyle dedi: “Cebrail (a.s.), Nebi (s.a.s.)’in yanına inmeyi vaat etmişti ama inmedi, Nebi (s.a.s.) bunun sebebini sordu ve Cebrail (Aleyhisselam): ‘Biz melekler içinde suret ve köpek bulunan eve girmeyiz’ dedi.” [5]
   Abdullah ibni Abbas (Radiyallahu Anhuma) şöyle demiştir:
   “Nebi (s.a.s.) Mekke’nin fetih edildiği gün Beyte yani Kâbe’ye girdi ve Kâbe’nin içinde İbrahim (a.s.) ile Meryem (a.s.)’ın resimlerini buldu da: ‘Dikkat edin! Bu Kureyş’e ne oluyor? Muhakkak ki onlar, içinde suret bulunan bir eve meleklerin girmeyeceğini işitmişlerdir. Şu İbrahim elinde fal oklarıyla suretlendirilmiş! İbrahim’in bunlarla kısmet araması nasıl olur!’ buyurdu.” [6]
  Aişe (Radiyallahu Anha) şöyle dedi: “Cebrail (a.s.) geleceği bir saat hakkında Rasulullah (s.a.s.) ile vaadleşti. Nihayet vaadleşilen bu saat geldi fakat Cebrail (a.s.) o satte gelmedi. Rasulullah (s.a.s.) elinde bir değnek olduğu halde beklemekte idi. Değneği elinden attı ve:
   ‘Allah vâdinden dönmez, Rasulleri de dönmezler’ buyurdu, sonra arkasını döndü ve sedirinin altında bir köpek yavrusu gördü.
   Bunun üzerine: ‘Ya Aişe! Bu köpek buraya ne zaman girdi?’ diye sordu.
  Aişe (Radiyallahu Anha): Allah’a yemin ederim ki bilmiyorum, dedi. Rasulullah (s.a.s.) köpeğin çıkarılmasını emretti, oda çıkardı. Akabinde Cebrail (a.s.) geldi.
   Rasulullah (s.a.s.) ona: ‘Bana geleceğin saati vâat ettin bende senin için oturup bekledim, fakat sen gelmedin!’ dedi.
   Cebrail (a.s.): ‘Benim gelmemi evinde bulunan köpek men etmiştir. Biz melekler, içinde köpek ve suret bulunan eve girmeyiz’ dedi.” [7]
 
  Ebu Hureyre (r.a.) şöyle dedi: “Rasulullah (s.a.s.): ‘Cebrail (a.s.) bana geldi ve şöyle dedi: ‘Dün sana gelmiştim, ancak kapının üzerinde hayvan sureti olan ince yünlü renkli bir perde vardı. Evde de köpek vardı. Evdeki suretlerin başlarının koparılmasını emret. O zaman ağaç şeklinde olur. Resimli perdelerin kesilerek yere serilip çiğnenen iki yastık yapılmasını emret.’
   Rasulullah (s.a.s.)’de bunu yaptı. Bu köpek Hasan ve Hüseyin (Radiyallahu Anhuma)’nın idi. Elbise gardolaplarının arkasında idi. Rasulullah (s.a.s.) emretti köpek çıkarıldı.” [8]
  Cabir (r.a.) şöyle dedi: “Rasulullah (s.a.s.) evde resim bulundurmayı ve resim yapmayı yasakladı.” [9]
  Ebu Hureyre (r.a.) şöyle dedi: “Rasulullah (s.a.s.): ‘İçerisinde heykeller yahut resimler bulunan her hangi bir eve melekler girmezler’ buyurdu.” [10]
  Usame (r.a.)’den: “Kâbe’de Rasulullah (s.a.v.)’in yanına girdim. O bir resim gördü. Benden bir kova su istedi, ben de getirdim. Rasulullah bu su ile o resmi silmeye başladı. Ve silerken şöyle diyordu: “Allah yaratamadıkları şeylerin resimlerini yapanları kahretsin” [11]
  Ali (r.a.) şöyle buyurdu: Rasulullah’ın beni vazifelendirdiği şey ile seni vazifelendireyim mi? Silmediğin resim ve yerle bir etmediğin yüksek kabir kalmasın.” [12]
   Sünnetten uzaklaşanların, özellikle tasavvuf çevrelerinin son dönemlerde yaptıkları yanlışlardan bir tanesi de şeyhlerin ve çeşitli şahısların resimlerini evlere, işyerlerine, vitrinlere vb. yerlere asmaları ve onlara tazim etmeleridir. Bu hastalığın Hz. Adem (a.s.)’dan günümüze kadar değişmeden devam ettiği tefsirlerden anlaşılmaktadır. Bu davranışın ilk başlangıcının Hz. Adem (a.s.)’a yakın dönemlere kadar uzandığını görünce insanın nasılda aynı hastalıkları devam ettirdiği ortaya çıkmaktadır.
  “Âdem (a.s.)’ın birçok çocuğu oldu ve nesli çoğaldı insanlar babalarının dini üzereydiler Allah’a ibadet ediyor ona hiçbir şeyi ortak koşmuyorlardı. Şeytan bundan rahatsızdı. İnsanları puta tapmaya ve Allah’a şirk koşmaya alıştırmak istiyordu. Çünkü şeytan çok iyi biliyordu ki; şirk büyük bir zulümdür. Ancak buna insanları yöneltmek için bir yol bulması gerekiyordu. İnsanlara direkt olarak puta tapın dese insanlar ona itibar etmezdi.
   Lakin şeytan bir yol buldu;
  İnsanlar içinde gece gündüz ibadet eden Allah’tan korkan, Allah’ı çokça zikreden, Allah’ın onları sevdiği ve onlarında Allah’ı sevdiği zat’lar vardı. İnsanlar onlara büyük saygı duyuyor ve yüceltiyorlardı. Bu kimseler öldükleri zaman şeytan insanlara bu kimseleri hatırlatırdı. Onlarda “Sübhanallah! onlar Allah adamı, Allah dostuydu” derlerdi. Şeytan  “onlar için hüzünlü müsünüz, özlüyor musunuz ?” dediğinde, evet şiddetli bir şekilde özlüyoruz derlerdi. Şeytan dedi ki: “niçin her gün onlara bakmıyorsunuz?”, “Onlar ölmüşken buna nasıl imkân bulabiliriz ki” dediler. Şeytan “onların resimlerini yapın her gün onların resimlerine bakar hatırlarsınız, onları yad edersiniz.” dedi. İnsanlar bu sâlih kimselerin resimlerini yaptılar. O resimlere bakıp işte bunlar sâlih kimselerdir derlerdi. Bu resimler zamanla temsili kabartmalara dönüştü. Bu resim ve temsilleri evlerine ve mescitlere astılar. Allah’a şirk koşmuyoruz çünkü bunlar ne fayda nede zarar verebilir ayrıca bunlar sâlihlerin temsilleridir diyorlardı. Bu temsiller gün geçtikçe çoğaldı ve bunlara tazim ve yüceltme artmaya başladı. Bunların yanında dua edince kabul olunacağına inanmaya başladılar. Ne zaman ki sâlih birisi ölse hemen onun temsilini yaparlardı. Yeni doğan nesil babalarını bu temsillere tazim eder halde ve rükû eder halde buldular babalarından gördüklerini daha da artırdılar. Onlara secde etmeye, onlardan istemeye ve onlar için kurban kesmeye başladılar. Bu temsiller sonunda heykellere dönüştü. İnsanlar Allah’a ibadet eder gibi bunlara ibadet etmeye başladı. Kıssadün nebi
   Bazıları; bu gün şirk tehlikesi yok, biz şirk koşmak için yapmıyoruz, biz tazim etmiyoruz, biz muhabbet için asıyoruz ve rabıta kurmaya faydası olduğu için taşıyoruz, yada bunda ne kötülük olabilir diye mazeretler uydurarak bu olayı savsaklamaya çalışsalar da kesinkes bilinmelidir ki, bu davranışları emirleri sündürmek ve isyan etmek demektir. Ayrıca Rasulullahın hayır görmediği bir şeyde, yasakladığı bir şeyde sakınca görmeyenler onun sünnetine tabi olduklarını nasıl söyleyebilirler.
   En tehlikeli olan ise peygamberimize ait olduğu iddia edilen güya rahip Bahira tarafından çizildiği söylenilen bir çocuk resminin avamı bırakın bazı şeyhler tarafından bile evlerin baş köşesine asıldığına şahit oluyoruz. Bu fitnenin ileriki zamanlarda nasıl bir tahrifata neden olabileceğini kestiremiyoruz ama bu fiili yapanlara engel olunması gerektiği kanaatindeyiz.
  Bu kadar açık delillerden sonra çeşitli insanların resimlerini evlerine, işyerlerine, vitrinlerine ve benzeri yerlere asanlar bilmelidir ki, bu davranış Allah ve Rasulünün emirlerine ters düşmektedir. Bu durumda elbette ebedi azabı hak etmeyi beraberinde getirir. Dolayısıyla derhal bu tip sünnet dışı hurafe davranışlar terk edilmelidir.
 

 
Ebu Muahmmed Musab KÖYLÜOĞLU
 

[1] Buhari 1946, 1947, 3038, 3039, 5959, 5962, 5963, Müslim 96
[2] Müslim 90, 94, Nesei 5317
[3] Müslim 2109/98, Buhari 5957, 5958, Nesei 5320, 5321, 5322, 5328
[4] Müslim 2107/87, Ebu Davud 4153
[5] Buhari 3040, 5960
[6] Buhari 3145
[7] Müslim 2104/81, İbni Mace 3651
[8] Nesei 5330, Ebu Davud 4158, Tirmizi 2857
[9] Tirmizi 1802
[10] Müslim 2112/102
[11] Sahih, Tayâlîsi
[12]  Müslim