MEVLİD – Vesîlet’ün Necât

   (Vesîlet’ün Necât):
   Arab dilinde “Mimli masdar” adı verilen ve “doğum zamanı, doğum yeri, doğmak” mânâlarında kullanılan “mevlid”, halk arasındaki teâmül dikkate alındığı zaman, “Hz. Muhammedin doğum zamanı” mânâsında kullanılmaktadır.
   Mevlid kutlamaları Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)’in ahirete intikalinden yüzlerce yıl sonra yaklaşık hicri 4. yüzyılda ilk olarak ortaya çıkmaya başlamıştır.
   Bu kutlamalarda Resulullah (s.a.v.) için kasideler okunmaktaydı. İşte bunlardan en meşhur olan, Mevlid kandillerinde okunan Vesîlet’ün Necât Osmanlı padişahı Sultan birinci Murâd Han’ın vezîrlerinden Ahmed Paşa’nın oğlu, Şeyh Mahmûd Efendinin torunu, Osmanlı dönemi alimlerinden olan Süleyman Çelebi (1351-1422 m.) tarafından yazılmıştır. Mevlid; münâcaat (Allahü teâlâya yalvarma), velâdet (Peygamberimizin doğumu), risâlet (Peygamberliğin bildirilişi), mîrâc (Göklere çıkışı, Cennet’i ve Cehennem’i görmesi), rihlet (Peygamberimizin vefâtı) ve duâ bölümlerinden ibârettir. Üç yüze yakın beyitten oluşmaktadır.
   Mevlid-i şerif Hicri 4. asırdan günümüze kadar özellikle Osmanlı (Türk) toplumu içerisinde önemli bir yer edinmiş ve Peygamberimizin doğum günlerinin, kandillerin, Cenaze ve sünnet merasimlerinin en önemli unsuru haline gelmiştir.
   Osmanlılar tarafından mevlid, ilk defa III. Murat zamanında, 1588′de resmi hale getirildi. Merasimler, belirlenmiş teşrifât kaidelerine uygun olarak sarayda tertiplenir, ayrıca, önceleri Ayasofya Camii’nde, sonraları ise Sultan Ahmed Camii’nde yapılan merasimlere, devlet erkanıyla birlikte halk da katılırdı.
   çelebi MEVLİD   Vesîlet’ün NecâtBu merasimlerde, önce müezzin tarafından Kur’an-ı Kerîm okunur, bunun peşinden de vaazlar verilirdi. Daha sonra mevlidhân kürsüye çıkar ve bir bölüm okuduktan sonra iner hediyesini alır ve ikinci mevlidhan kürsüye çıkarak, okumaya devam eder ve belirlenmiş kaideler çerçevesinde mevlid kutlamaları son bulurdu.
   İlk zamanlar, sırf Resulullah (s.a.s.)’in doğduğu zaman ve sadece camilerde okunan mevlid, sonraları para karşılığında hanendeler tarafından rastgele zamanlarda okunur olmuştur. Kandil gecelerinde, ölülerin ardından; kırkıncı, elli ikinci gecelerinde, sene-i devriyelerinde de mevlidler okunmaya başlanmıştır.
   Mevlid kutlamalarını Peygamberimize olan sevginin tezahürü olarak görenler, onun sünnetine gereken önemi vermedikleri halde, peygamberimizin bir çok sünnetinden habersiz oldukları halde onu çok sevdikleri iddiasında bulunmaktadırlar. Oysa sevginin en açık belirtisi onun yolundan gitmek ve onun yapmadıklarını terk etmekle mümkün olabilecektir. Onun şerefli ashabı böyle bir sevgi gösterisinde ve anma merasiminde bulunmadıkları halde daha sonraki nesiller içerisinde takvada ve sevgide ashabı da geçenler oldu. Mevlid kutlamaları ile sevgi gösterisi yapanların, gözyaşları dökenlerin bu saf ve temiz duygularını şeytanın nasıl da saptırabildiğinin farkına varmaları gerekmektedir. Çünkü diğer taraftan bakıldığında bu davranış sünnetine tabi olunmadan ortaya konulan içi boş bir sevgi gösterisi olmaktadır.
   Muhteviyatı ilk bakışta Peygambere yazılmış bir şiir olarak masum gözükse de, üzerinde düşünüldüğü zaman içerisinde uydurma hâdiselerinde olduğu tespit edilecek ve Peygamberimize yönelik abartılı övgülerin olduğu görülecektir.
   Bir hadiste “Biz Beni Amir heyeti olarak Rasulullah’a gittik ve sen bizim büyüğümüzsün dedik H.z. Peygamber (s.a.v.) “Büyük olan Allah’tır” dedi biz “sen fazilet bakımından bizim en üstünümüzsün, vermek bakımından bizim ileride olanımızsın” dedik peygamber “sakın fazla ileri gidip de şeytanın elçileri olmayınız.” Buyurdu. [1]
   Peygamberimiz (s.a.v.)’in sağlığında ve vefatından sonra ne sahabe tarafından, ne tabiin, ne tebe-i tabiin, ne de daha sonraki ehli sünnet alimleri tarafından, onun doğum günü kutlanmamıştır. Ayrıca Mevlid kasidesi okumak, Kur’an ve sünnette izine bile rastlanmayan bid’atlerden biridir. Mevlid-i Nebevî’yi kutlayan bazı insanlar, Rasulullah (s.a.v.)’in onların kutlamalarında hazır bulunduğuna bile inanmaktadırlar.
   “Yine, bazı insanların ihdâs ettikleri şey, ya İsa (a.s.)’ın doğum gününü kutlayan Hıristiyanlara benzemektir, ya da Peygamber (s.a.v.)’e sevgi duymak ve saygı göstermektir. İnsanlar, doğum gününü kutlama konusunda farklı olmalarına rağmen, her kim Peygamber (s.a.v.)’in doğum gününü bayram edinirse, (bilsin ki) seleften (ümmetin ilkleri) hiç kimse bunu yapmamıştır. Bunda hayır olsaydı veya bunu yapmak daha tercih edilen bir görüş olsaydı, onlar Peygamber (s.a.v.)’i bizden daha çok seviyor ve bizden daha çok O’na saygı duyuyorlardı. Çünkü onlar, hayıra bizden daha düşkündüler. Peygamber (s.a.v.)’i sevmek ve O’na saygı göstermek, ancak O’nun yaptığı gibi yapmak, O’na itaat etmek, O’nun emirlerine uymak, gizli ve açık olarak sünnetini yaşatmak, gönderildiği bu dîni yaymaya çalışmak ve bu uğurda kalp ile, el ile ve dil ile cihâd etmekle olur. Çünkü bu yol, ilk Müslümanlar olan Muhâcir, Ensâr ve onlara en güzel bir şekilde tâbi olanların yoludur.” [2]
   Bu hususta ortaya atılan görüşlerden bazılarında da bidat olduğu açıkça itiraf ediliyor ancak güzel bir bidat olduğu belirtiliyor. Ancak daha öncede izah edildiği üzere bidatin iyisi ve kötüsü olmaz her sonradan çıkma bidattir. Ne gariptir ki bu mevlid kandili kutlamalarının sonradan çıktığını herkes kabul ediyor. Ama güzel bir bidat olduğunu düşünerek; ne var bunda Resulullah (s.a.v.)’e olan sevgimizi ortaya koyuyor onu yad ediyoruz diyorlar.
   Şunu unutmamak gerekir ki; Din adına yapılan her ne olursa olsun, Peygamberimiz ve Ashabı yapmadığı halde dine sonradan sokulmuş bir şey ise muhteviyatının iyi olması onu bid’at olmaktan çıkarmaz. Çünkü o zaman her önüne gelen yeni ve güzel bir şey bulduğunu ve bununda çok faydalı olduğunu iddia eder ve din artık o ilk günkü temiz halinden uzaklaşmış olur
    Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki;
    “Her kim bizim bu işimizin (yani dinimizin) içine, ondan olmayan bir şeyi yeniden sokarsa (o yaptığı iş) merdudtur, başına çalınır.” [3]
   Maalesef bu bid’at Türk İslam toplumu içerisine öylesine bulaştı ki, sanki dindenmiş gibi, kandillere, cenaze, sünnet ve bir takım merasimlere artık tamamen yerleşti. Hattâ Mevlidi okuyan bazı insanlar bu işi gelir kapısı haline getirdi. Bu bid’atin topluma örf ve adet şeklinde yerleşmesi nedeniyle dinin içerisinden çıkarılması artık oldukça zor bir hale geldi.
 .
.
   Ebu Muhammed Musab Köylüoğlu
.

[1] Ebu Davud (Mutarrif)
[2] İbn-i Teymiyye:“İktidâus-Sırâtıl-Mustekîm”
[3]Buhari-Müslim
Bu yazı daha önce counter kişi tarafından okundu.

0 yorum:

Yorum Gönder

Lütfen Müslümana yakışmayan küfür içerikli yorumlar yapmayınız.