Hamd Âlemlerin Rabbi, kulları üzerinde yegâne tasarruf sahibi, kullarının iyiliğini isteyen ve hesap gününün sahibi Allah’a (c.c.) aittir.
Salât ve selam üstün ahlâkın tamamlayıcısı, Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.)’ in, âlinin ve ashâbının üzerine olsun.
Yeryüzünde ve semâvatta bulunan bütün varlıklar bir düzen içerisinde ve gaye ile yaratılmıştır. Bu düzeni şöyle bir tefekkürle temaşa eden bir kişi mükemmel bir uyumun olduğunu görecektir. Bütün varlıkların kusursuz bir döngü ile asırlardır var oldukları ve kusursuz düzen içerisinde her birinin önemli bir görevi üstlendikleri görülmektedir. Yaratılmış varlıklar içerisinde en özel bir konumda olan insan mahlûkatın en şereflisi olarak yaratılmıştır. Yaratılmış olan diğer bütün varlıklarda insanın emrine ve hizmetine verilmiştir. İnsanı diğer varlıklardan ayıran en önemli özelliği aklının olması ve imtihana tabi tutulmasıdır. Yani bu dünyaya geliş gayemiz yemek, içmek, gezmek, tozmak, zevk ve sefa içerisinde, başıboş bir şekilde yaşamak için değil Allah’a kulluk etmektir. O halde insan kulluğunu yaşamak ve eğriyi doğruyu birbirinden ayırt ederek salih amel işlemek mecburiyetindedir.
“O hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O mutlak güç sahibidir çok bağışlayandır.” Mülk 67/2
“Ben, cinleri ve insanları yalnızca bana ibadet etsinler diye yarattım.” Zariyat 51/56
Allah (c.c.) insana akıl vermiş, nefis vermiş ve bununla birlikte şeytan engeli ile imtihana tabi tutmuştur. Bütün bu engellere rağmen kimin kulluğunu ve daha güzel amel yapacağını ortaya koymak için hayatı ve ölümü yaratmıştır.
“Biz gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları ancak hak ve adı konulmuş bir ecel (belli bir süre) olarak yarattık.” Ahkaf 46/3
Bu imtihan sürecinde insana kısa bir zaman vermiştir. İnsan ne kadar yaşarsa yaşasın sonsuz olan ahiret hayatı karşısında yaşadığı ömrü bir hiç mesabesinde olmaktadır. Kaldı ki insanın ne kadar yaşayacağı da belli değildir. Oysa insan bu kısacık hayata rağmen sanki hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya sarılmaktadır. Ayrıca ölümden sonra dünya hayatında kaldığı sürenin ne kadar az olduğunun farkına varacak ama iş işten geçmiş olacaktır. Bu dünya hayatında geçen süre bir yolcunun dinlenmek üzere bir ağacın gölgesinde kaldığı ve az sonra kalkacağı bir zaman gibidir. Bu kadar kalınacak bir yer için insanın çokça gayret göstermesi akıl sahipleri tarafından şaşılacak bir davranış olarak görülmüştür.
“Kıyamet-saatinin kopacağı gün, suçlu-günahkârlar, tek bir saatin dışında yaşamadıklarına and içerler. İşte onlar böyle çevriliyorlardı.” Rum 30/55
“Onlar, o kıyameti gördükleri gün sanki bir akşam veya bir kuşluk vaktinden başka kalmamış gibi olurlar.” Naziat 79/46
İbn Mesud (r.a.)’den, Resulullah (s.a.v.)’in yanına girmiştim. Onu bir hasır örgünün üzerinde uyumuş buldum. Hasır, (vücudunun açık olan) yan taraflarında izler bırakmıştı. “Ey Allah’ın (c.c.) Resulü dedim, sana bir yaygı te’min etsek de hasırın üstüne sersek, onun sertliğine karşı sizi korusa!” “Ben kim, dünya kim. Dünya ile benim misalim, bir ağacın altında gölgelenir sonra terk edip giden yolcunun misali gibidir.”[1]
Bu kadar kısa bir hayat verilmesine rağmen insan ahireti ve hesap gününü bir taraf bırakarak dünyaya dört elle sarılmakta, dünya malını elde etmek ve zevklerini yaşamak için her türlü mücadeleyi kendisine mubah görmektedir. Sonsuz mükâfatlar ile dolu cennet vaat edilirken sonsuz cennet hayatını bir tarafa bırakarak çok kısa olan dünya hayatını tercih edip, adeta kendisini ateşe atmaktadır. Oysa dünya hayatı boş bir oyun ve oyalanmadan başka bir şey değildir. Bu kadar kısa bir hayata sarılıp, ahireti bir kenara bırakmak yapılacak en kötü tercih olacaktır.
“Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyun, eğlence, bir süs, aranızda bir övünme ve daha çok mal ve evlat sahibi olma isteğinden ibarettir. Tıpkı yağmurun bitirdiği ve ziraatçıların de hoşuna giden bir bitki gibi önce yeşerir, sonra kurur da sen onun sapsarı olduğunu görürsün; sonra da çer çöp olur. Ahirette ise çetin bir azap vardır. Yine orada Allah’ın mağfireti ve rızası vardır. Dünya hayatı aldatıcı bir geçinmeden başka bir şey değildir.” Hadid 57/20
“Dünya hayatı yalnızca bir oyun ve bir oyalanmadan başkası değil. Korkup-sakınmakta olanlar için ahiret yurdu gerçekten daha hayırlıdır. Yine de akıl erdirmeyecek misiniz?” En’am 6/32
İnsan ahirette ölürken anne karnında dirilmekte, anne karnında ölürken de dünya hayatında dirilmektedir. Dünya hayatının başlamasıyla ahiretle arasındaki perdeler kapanmaktadır. İnsan tekrar ölünce ahirette dirilecek ve tıpkı uykudan uyanan kişinin sersemliği ile bütün perdeler açılacak yaşadıklarının ne kadar da kısa olduğunun, sanki rüya gibi olduğunun farkına varacak ve yapmış olduğu hatayı anlayacaktır. Ancak telafisi mümkün olmayan bir pişmanlık ile dünyaya geri dönüp kulluğunu ispat etmek isteyecek ama buna fırsat verilmeyecektir.
“Suçlu-günahkârları, Rableri huzurunda başları öne eğilmiş olarak: “Rabbimiz, gördük ve işittik; şimdi bizi (bir kere daha dünyaya) geri çevir, sâlih bir amelde bulunalım, artık biz gerçekten kesin bilgiyle inananlarız” (diye yalvaracakları zamanı) bir görsen.” Secde 32/12
Dünya hayatının ne kadar boş olduğu hakkında da peygamberimiz (s.a.v.)’den birçok rivayet vardır.
Sehl İbnu Sa’d (r.a.)’den rivayete göre Resulullah (s.a.v.) buyurdular ki: “Eğer dünya Allah (c.c.) nazarında sivrisineğin kanadı kadar bir değer taşısaydı tek bir kâfire ondan bir yudum su içirmezdi.”[2]
İbn Ömer (ra)’den, dedi ki: Rasulullah {sa.v.) omuzlarımı yakalayıp şöyle buyurdu: “Dünyada bir garip yahut bir yolcu gibi ol!” İbn Ömer (ra) de şöyle derdi: Akşamı ettin mi sabahı bekleme Sabahı ettin mi, de akşamı bekleme Sağlığında hastalığın için bir şeyler hazırla, hayatında da ölümün için.”[3]
“Dünya tatlı ve hoştur Allah (c.c.) sizi ona vâris kılacak ve nasıl hareket edeceğinize bakacaktır Öyleyse dünyadan sakının, kadınlardan da sakının! Zira Benî İsrâil’in ilk fitnesi kadın yüzünden çıkmıştır” [4]
Bu uyarılar ile Allah (c.c.) ve Rasulü dünya hayatının boş bir oyundan ibaret olduğu ve bir gün yapılan bütün işlerden hesaba çekileceği hakkında insanlara uyarılarda bulunmaktadır. Ancak dünya hayatı ahirete geçiş yolu olduğundan ve ahiretin tarlası olduğundan büyük önem taşımaktadır. Dünya ebedi olan ahireti kazandıran bir yer olduğuna göre bu hayata büyük önem verilmeli ahireti kazandıracak her türlü gayret gösterilmelidir. Ne tamamen dünya terk edilmeli nede tamamen ahirete yönelmelidir. Yani ahiret hayatında gerekecek olan bütün azıklarını dünya hayatındayken kazanmalı azık çantasını bolca salih amel ile doldurmalıdır.
İnsanoğlu başıboş ve sebepsiz olarak yaratılmamıştır. Bir gün mutlaka bütün yaptıklarından hesaba çekilecektir. Nasıl ki dünya hayatında tarlasına buğday eken buğday, arpa ekende arpa biçiyorsa, insan da dünyada ne ekerse ahirette mutlaka onu biçecektir. Ömrünü Allah (c.c.) yoluna adamış onun yolunda her türlü sıkıntıya katlanan ve hatta canını veren ile bomboş bir hayat geçiren elbette Allah (c.c.) katında bir olmayacaktır. Allah (c.c.) kullarını mutlaka ayıracak ve herkesi hak ettiği cennet ya da cehenneme koyacaktır. Kimseye haksızlık edilmeyecektir. Kim dünyada zerre kadar bir iyilik ya da zerre kadar bir kötülük yapmışsa hesabını verecektir.
“Artık kim zerre ağırlığınca hayır işlerse, onu görür. Kim de zerre ağırlığınca bir şer işlerse, onu görür.” Zilzal 99/7–8
İman meselesinin gerektiği gibi kalplere yerleşmemesi nedeniyle adına Müslüman denilen ama adı farklı tadı farklı insanlar ve toplumlar ortaya çıkmıştır. Kendilerine sorulduğunda ya da sıkıştıklarında elbette bende Müslüman’ım diyen insanların bunun ötesine geçmeyen hayat tarzıyla hesaptan kurtulamayacakları ve cennete giremeyecekleri bildirilmektedir.
“Yoksa siz, Allah, içinizden cihad edenleri belirtip-ayırdetmeden ve sabredenleri de belirtip-ayırdetmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?” Al-i İmran 3/142
“Yoksa kötülükleri yapanlar, bizden kaçıp kurtulacaklarını mı sandılar?. Hükmettikleri şey ne kadar fena!” Ankebut 29/4
Yani sadece tamam bizde iman ediyoruz demekle bu işin bitmediği ve bunun ihlâsla yapılmış ameller ile ispat edilmesi gerektiği bildirilmektedir.
Zerre kadar iyilik ve zerre kadar kötülüğün bir gün kendisine sorulacağını bilen bir insanın başka birisine kötülük yapması mümkün değildir. Aksine çokça salih amel işlemek isteyecek ve karıncayı dahi incitmekten uzak duracaktır. Boynuzsuz keçinin boynuzlu keçiden hesabının sorulacağı en küçük bir hak sahibinin hakkının mutlaka hakkını yiyenden alacağı hesap günü büyük bir gün olacaktır. Tıpkı dünya hayatında girilen imtihanları başarılı şekilde geçenlerin sevindiği gibi iyilik tartıları ağır gelenler sevinecekler ve kötülük tartıları ağır gelenler de hüsrana uğrayacaklardır. Ancak dünya hayatının basit bir imtihanından ahiretin imtihanı daha şiddetli olacaktır. Akılların baştan gideceği annenin babanın evladını dahi tanımayacağı kadar akılları baştan alabilen bir hesap günü.
“Ey insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Babanın oğlu, oğlun da babası için bir şey ödeyemeyeceği günden korkun. Allah’ın verdiği söz şüphesiz gerçektir. Dünya hayatı sakın sizi aldatmasın. Allah’ın affına güvendirerek şeytan sizi ayartmasın.” Lokman 31/33
“Öyle bir günden korkun ki, o gün kimse başkası için bir şey ödeyemez; hiç kimseden şefaat kabul olunmaz, fidye alınmaz; onlara asla yardım da yapılmaz” Bakara 2/48
İnsan son nefesini verince ahirete geçiş ile perdeler açılınca her şeyin farkına varacak yaptıklarına çok pişman olacaktır. Hesabını veren ve cenneti hak edenlerin sevincini ve mutluluğunu görünce, büyük bir üzüntü ile azap göreceği cehenneme doğru götürülürken akılları baştan alan cehennemin uğultusunu işitecek keşke toprak olsaydım diyecek ama bunun da imkânını bulamayacaktır.
“Biz, yakın bir azap ile sizi uyardık. O gün kişi önceden yaptıklarına bakacak ve inkârcı kişi: “Keşke toprak olsaydım!” (“Yâ leytenî kuntu turâbâ) diyecektir.” Nebe 78/40
Yaratılan varlıklar içerisinde Allah’ı (c.c.) zikretmeyen ve ona isyan eden hiçbir varlık bulunmamaktadır. Her varlık kendine has bir şekilde Allah’ı (c.c.) zikretmektedir. Allah’a asla isyan etmedikleri gibi kendilerine verilen görevlerini harfiyen yerine getirmektedirler. Yaratılmışlar içerisinde Allah’a isyan eden, kulluğunu unutan yaratılış gayesinden uzaklaşan tek varlık insanoğludur. Bu hususa dikkat çeken Rabbimiz (c.c.) buyuruyor ki:
“Bundan sonra kalpleriniz yine katılaştı; taş gibi, hatta daha katı. Çünkü taşlardan öyleleri vardır ki, onlardan ırmaklar fışkırır, öyleleri vardır ki, yarılır, ondan sular çıkar. Öyleleri de vardır ki; Allah korkusuyla yuvarlanır. Allah yapmakta olduklarınızdan gafil (habersiz) değildir.” Bakara 2/74
Dünya hayatında Allah’tan habersiz ne için yaşadığı belli olmayan bir durumda hesap gününü düşünmeden her türlü haksızlığı, cinayeti, tecavüzü ve ahlaksızlığı kendilerine mubah görenlerin bu halleri elbette bir gün sona erecek ve toprağın altına gireceklerdir. Kazandıkları malları mirasçılara kalacak kazandıkları günahlarda ahirette başlarına dert olarak kalacaktır.
“Ey iman edenler! Mallarınızı aranızda haksızlıkla yemeyin. Ancak kendi rızanızla yaptığınız ticaretle yemeniz helaldir. Birbirinizin canına kıymayın. Şüphesiz Allah, size karşı çok merhametlidir. Kim, zulüm ve tecavüz yolu ile bu yasakları işlerse, yakında onu cehennem ateşine atacağız. Onu ateşe atmak da Allah’a pek kolaydır.” Nisa /29-30
Hak sahibi hakkını almak için gelecek, karşıdakinin varsa sevaplarını elinden alacak sevabı kalmayınca da günahlarını ona yükleyecektir. Bu hesap haksızlık edenleri elbette iflasa sürükleyecektir. Bu hesap sonrasında yürü bakalım hak ettiğin cehenneme denildiğinde onu kimse kurtaramayacaktır. O halde sonsuz nimetlere karşılık böyle bir sonu tercih edenler kimseye değil sadece kendilerine yazık etmiş olacaklardır.
“Her kim Rabbine suçlu olarak varırsa, şüphesiz ki, ona cehennem vardır. Orada ne ölür, ne de dirilir.” Taha 20/74
“Kim çarçabuk olanı (geçici dünya arzularını) isterse orada istediğimiz kimseye dilediğimizi çabuklaştırırız sonra ona cehennemi (yurt) kılarız; ona kınanmış ve kovulmuş olarak gider.” İsra 17/18
Dünya hayatında en hafif bir ateşe dahi dayanamayan, küçücük bir yanık yarası nedeniyle bütün keyfi kaçan ve buna dayanamayan insan çok şiddetli olan cehenneme nasıl dayanacağını düşünmeli ve ondan sakınmak için gereken her türlü çabayı göstermelidir.
“Ateşin üstünde durdurulduklarında onları bir görsen; derler ki: “Keşke (dünyaya bir daha) geri çevrilseydik de Rabbimizin ayetlerini yalanlamasaydık ve mü’minlerden olsaydık.” En’am 6/27
“Ve deki: “Hak Rabbinizdendir; artık dileyen iman etsin dileyen inkâr etsin Şüphesiz biz zalimlere bir ateş hazırlamışız onun duvarları kendilerini çepeçevre kuşatmıştır. Eğer onlar yardım isterlerse katı bir sıvı gibi yüzleri kavurup-yakan bir su ile yardım edilirler Ne kötü bir içkidir o ve ne kötü bir destektir” Kehf 18/29
“Suçlu günahkârları susamışlar olarak cehenneme süreceğiz” Meryem 19/86
“Orda kendileri için ‘kemikleri çatırdatan inlemeler’ vardır Onlar orda işitmezler de.” Enbiya 21/100
“Ateş onların yüzlerini yalayarak yakar da onun içinde onlar (etleri sıyrılmış olarak sırıtan) dişleriyle kalıverirler” Mü’minun 23/104
“Evet kim bir günah işlemiş de kendi günahı kendisini her yandan kuşatmış ise, işte öyleleri ateş ehlidirler ve orada ebedî kalıcıdırlar.” Bakara 2/81
“Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi bir ateşten koruyun ki onun yakıtı insanlar ve taşlardır. Onun başında gayet katı, şiddetli, Allah’ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve emredildikleri şeyi yapan melekler vardır.” Tahrim 66/6
Dünyada iken salih amel işleyenler için Rabbimiz bitmez tükenmez sonsuz cennet nimetleri hazırlamıştır. Hastalanma, üşüme, bunalma, aksırma, tuvalet ihtiyacı, canı yanma, hased, gıybet, kötülük, cinayet, herhangi endişe, bir çirkinlik, en küçük bir iç sıkıntısının dahi olmadığı ve tamamen esenliğin bulunduğu cennet hayatı sâlih müminleri beklemektedir. Bu vaad Allah’ın vaadidir.
“İman edip sâlih amellerde bulunanlar biz onları altından ırmaklar akan içinde ebedi kalacakları cennetlere sokacağız. Bu Allah’ın gerçek olan vaadidir. Allah’tan daha doğru sözlü kim vardır?” Nisa 4/122
“Rablerinden korkup-sakınanlar da cennete bölük bölük sevk edildiler. Sonunda oraya geldikleri zaman kapıları açıldı ve onlara (cennetin) bekçileri dedi ki: “Selam üzerinize olsun, hoş ve temiz geldiniz. Ebedi kalıcılar olarak ona girin.” Zümer 39/73
“Onlar; altından ırmaklar akan Adn cennetleri onlarındır orada altın bileziklerle süslenirler hafif ipekten ve ağır işlenmiş atlastan yeşil elbiseler giyerler ve tahtlar üzerinde kurulup-dayanırlar. (Bu) Ne güzel sevap ve ne güzel destek.” Kehf 18/31
“(Onlar da) Dediler ki: “Bize olan vaadinde sadık kalan ve bizi bu yere mirasçı kılan Allah’a hamd olsun ki, cennetten dilediğimiz yerde konaklayabiliriz. (Salih) Amellerde bulunanların ecri ne güzeldir.” Zümer 39/74
“Takva sahiplerine vaat edilen cennetin misali (şudur): İçinde bozulmayan sudan ırmaklar tadı değişmeyen sütten ırmaklar içenler için lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır ve orda onlar için meyvelerin her türlüsünden ve Rablerinden bir mağfiret vardır. Hiç (böyle mükâfatlanan bir kişi) ateşin içinde ebedi olarak kalan ve bağırsaklarını ‘parça parça koparan’ kaynar sudan içirilen kimseler gibi olur mu?” Muhammed 47/15
“Şüphesiz ki, Allah iman edip sâlih amel işleyenleri, altlarından ırmaklar akan cennetlere koyar. İnkâr edenler ise dünyada zevk edip geçinirler. Hayvanların yediği gibi yerler. Onların varacakları yer ateştir.” Muhammed 47/12
Allah (c.c.) günaha girmemeleri, sâlih amel işlemeleri ve cehennemden sakınmaları için kullarını uyarmaktadır. Merhametlilerin en merhametlisi olan Allah (c.c.) kullarına ne kadar günah içerisine girseler de son nefes gelmeden önce tövbe kapısı açmaktadır. İnsan bu kadar isyanına rağmen Allah’ın kendisine verdiği bu fırsatı değerlendirmeyip, yine de kendisini ateşe atarsa, tövbe etmeden son nefesini verirse bu durumda kendisini bile bile ateşe atmış olacak ve ahirette hiçbir mazeret öne süremeyecektir.
Allah (c.c.) iman edenlere öyle iltimas geçiyor ki; günah işleyen bir kişinin her günahına karşılık bir günah yazılırken işlediği bir hayra karşılık on mislinden yedi yüz misline kadar karşılık bulacaktır. Bununla birlikte işlenen günahlara samimi olarak bir daha yapmamak üzere tövbe edildiğinde geçmişte işlenen kötülükleri iyiliklere çevireceğini vaat etmektedir.
“Ancak tövbe eden, inanıp yararlı iş işleyenlerin, işte Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah bağışlar ve merhamet eder.” Furkan 25/70
“Ve her kim tövbe edip iyi davranış gösterirse, şüphesiz o, tövbesi kabul edilmiş olarak Allah’a döner.” Furkan 25/71
Hz. Peygamber (s.a.v.) buyuruyor ki: “Günahından tövbe eden kimse, hiç günah işlememiş gibidir.”[5]
“Şüphesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Bunun dışında kalan (günah) ları ise dilediği kimseler için bağışlar. Allah’a şirk koşan kimse, şüphesiz büyük bir günah işleyerek iftira etmiş olur.” Nisa 4/48
Rabbimiz günahları bağışlayacağını vaad ediyor.
Peygamberimiz (s.a.s.), gerçek tövbeyi; “Kulun işlediği günahtan pişmanlık duyması, Allah’a tam rucu’ edip, tıpkı sütün memeye dönmediği gibi, kişinin tekrar günaha dön memesidir.” şeklinde tanımlamıştır.[6]
Bu durumda bütün bu ikramlara ve gösterilen iltimasa rağmen bir insan hala cehennemi hak ediyorsa, hala aklını başına alıp, yönünü Allah’a döndürmüyorsa hiçbir şekilde mazeret öne sürmeye hakkı olmayacaktır.
Bu dünya hayatı adeta makyajlanmış yaşlı bir kadın gibidir. Güzellikleri gelip geçicidir. İnsan nerede ve ne zaman sona ereceği belli olmayan, her an sona erebilecek bu dünya hayatının sahte zevklerine dalarak ahireti unutmakta dünya malını elde etmek için var gücünü harcamaktadır. Ne kadar çok kazanırsa kazansın daha fazlası için koşturmaktadır.
Abdullah ibnu Zubeyr’den (r.a.) Mekke’de minber üzerinde hutbe yaparken; o şöyle diyordu: – Ey insanlar! Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Eğer Âdemoğluna altın ile dolu bir vadi verilseydi, o kendisine ikinci bir vadi verilmesini arzu ederdi. Şayet kendisine ikinci bir vadi verilse, üçüncüsünü isterdi. Âdemoğlunun iç boşluğunu ancak toprak kapatır. Allah da (hırstan) tövbe eden kimsenin tövbesini kabul eder.”[7]
“Âdemoğlunun iki vâdi dolusu malı olsa, üçüncü bir vâdi daha isterdi Âdemoğlunun karnını topraktan başka bir şey dolduramaz Ama Allah tövbe eden kimsenin tövbesini kabul eder” [8]
Sonuç olarak insan her ne yapmışsa ya da ne günaha girmişse bile bunun önemi yok. Yeter ki son nefes gelmeden önce tövbe etsin. Dünya hayatı bu güne kadar kimseye kalmadı bundan sonra da kalmayacak. İki bilemedin üç nesil sonra adı bile hatırlanmayacak olan insan hırsla dünya malını elde etme peşinde koşarken dünyaya verdiği önemin daha fazlasını Allah’ın dinine vermelidir. Dünya menfaati için her türlü gayreti gösterip, kılı kırk yararken ahiretteki hesap günü içinde hazırlıklar yapmalı ve yaptıklarının hesabını nasıl vereceğinin endişesini taşımalıdır. Hiçbir insana ve hiçbir canlıya haksızlık etmemeli ahiret yolculuğunun azık çantasını bol bol sâlih amel ile doldurmalıdır.
Allah (c.c.) katında hiçbir günahın önemi bulunmamaktadır. Her ne günah işlerse işlesin tövbe eden kişiye Rabbimiz ne yüzle geldin değil nerde kaldın ey kulum diyecektir. Çok geç olmadan yanlışın, günahın neresinden dönülse kar olacaktır. Bunun ötesinde yola gelmeyen ve söz dinlemeyenler kimseye değil sadece kendilerine yazık ederler.
.
Ebu Muhammed Mus’ab KÖYLÜOĞLU
.
————————————————————-
[1] Tirmizi hadisin sahih olduğunu söylemiştir.
[2] Tirmizi, Zühd 13, (2321); İbnu Mace, Zühd 11, (2410)
[3] Buhâri, VII, 170, Rikaak 3
[4] Müslim, Zikr 99; Tirmizî, Fiten 26; İbn Mâce, Fiten 19
[5] İbni Mace, Sünen, c.2, s. 1420
[6] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/446
[7] Sahih-i Buhari, Cilt 14, syf.6374
[8] Müslim, hadis no: 1048; S Müslim, Terc ve Şerhi, 5/465
0 yorum:
Yorum Gönder
Lütfen Müslümana yakışmayan küfür içerikli yorumlar yapmayınız.