MÜSLÜMANLAR ÜZERİNDEKİ ŞER TEZGAHI

a) Televizyon faaliyetleri
b) Gazete ve dergi faaliyetleri
c) Eğitimdeki dayatmacı programlar.
d) Siyasi partiler
e) Dini kurumlar
f) Misyonerlik faaliyetleri
g) Yahudi planları
A)TELEVİZYON FAALİYETLERİ:
Televizyon kullanım şekline göre iyi bir eğitim ve tebliğ aracı olduğu gibi çok tehlikeli bir dejenerasyon aracıda olabilir. Televizyon vasıtasıyla bir toplumu kahraman olarak tanıtabileceğiniz gibi bir toplumu da terörist, katil ve cani olarak tanıtıp, insanlar arasına kin tohumu ekebilirsiniz. Üstün ahlaki değerlere sahip ve bu uğurda her türlü varlığını feda etmeye hazır bir toplumu alıp, aşağılık insanların olduğu, ahlaksız ve insani değerlerini yitirmiş, hayvanımsı özellikler taşıyan bir toplum haline getirebilirsiniz. Bununla beraber çok üstün ahlaki değerlere sahip bir toplumda oluşturabilirsiniz. Bu kadar önem taşıyan televizyon faktörü İslam düşmanları ve misyonerler tarafından çok güzel değerlendirilmektedir.
Türkiye’de özel televizyonların ilk çıktığı 1980’li yıllardan günümüze kadar geçen süreç şöyle bir incelendiğinde televizyonun toplumda meydana getirdiği ahlaki çöküntü, toplumsal bunalım ve değişim rahatlıkla görülebilir. Müslümanlar için din,ırz,namus gibi unsurlar yaşamın temelini oluşturur. Bu değerler uğrunda her türlü fedakarlıklar yapılır ve her şeyden geçilir. Bir insanın dini, ırzı namusu yemesi, içmesi ve nefes alması kadar önemlidir. Bir zamanlar birisi gelse kapımıza dayansa bu değerlerimize el uzatsa canımızı feda eder o eli kırardık. Ancak bu televizyon vasıtası ile elin kafiri, soysuzu, ırz düşmanı, sapığı, katili, açığı, saçığı velhasıl her türlü pisliği evimizin baş köşesine kadar gelip, kurulmakta ve anamızın, bacımızın, eşimizin ve çocuğumuzun ahlakını yok etmektedir.
Yapılan programların iyi amaçlar uğrunda yapıldığını düşünmek mümkün değildir. (Bu programlara bakıldığında hitap ettiği toplumun değerlerine tamamen zıt olduğu rahatlıkla görülebilmektedir.) Planlı,sistemli bir çalışmanın neticesinde batı hayranı ahmakların efendilerine itaati ile hazırlanmış programlar 20 yıl gibi kısa süre içerisinde gözle görülür bir şekilde toplumumuzun bütün değerlerini alt üst etmiştir. Bir zamanlar uğrunda ölünen değerler artık günümüzde normal işlerden sayılır hale gelmiştir. Bu faaliyetlerin sonucunda ne toplum, ne aile, ne ahlaklı kadın, erkek nede huzur kalmamıştır.Ortada bir yozlaşma,dinden uzaklaşma, zina, cinayet tecavüz ve müstehcenlik patlaması varsa bunun üzerindeki en büyük etken televizyondur.
Bu kadar etkili olan televizyon faktörü Müslümanlar tarafından da kullanılması gerekir. Televizyon faydalı proğramlar yapılarak çok güzel bir tebliğ aracı olabilir. Çünkü bu tip proğramların yayınlandığı dönemlerde toplumda önemli ölçüde etkilenme olmaktadır. Ayrıca her eve tek tek gidip anlatılacak bir meseleyi bir tek yerden yayın yaparak milyonlarca insana ulaştırabilirsiniz. İletişim alanındaki en önemli faktör olan televizyon sayesinde insanlar dünyada neler olup bittiğinin farkına varmaktadır. Örneğin; Amerika ve İsrail’in dünya üzerindeki planlarını, yaptığı katliamları ve işkenceleri gün yüzüne çıkaran televizyondur. Aksi halde dünya kamu oyunun bilgisi olmadığı için bir çok gizli plan uygulamaya konulur, katliam ve işkenceler yapılır ve kimsenin de haberi olmazdı. Televizyon iyi yönde de kötü yönde de kullanılmaya açık bir alettir. Önemli olan iyi yönde kullanılmasıdır. İslam’a hizmet amacıyla kurulmuş bir televizyon kanalının amacı para değil de gerçekten hizmet olursa, yaptıkları proğramları dini, ahlaki ve ilmi değerleri benimseyerek yaparlarsa; çok büyük bir hizmet yapmış olurlar.
Hitler tarafından kendilerine soykırım yapıldığını iddia eden Yahudiler ve Türklerin kendilerine zalim davrandığını, soykırım yapıldığını iddia eden Ermeniler televizyon yayınlarını kullanarak planlı ve abartılı proğramlar neticesinde dünya kamuoyunu kendi lehlerine çevirmişlerdir.
Afganistan ve Irak’ı işgal eden Amerika yaptığı bir çok katliamı ve işkenceyi televizyon yayınları nedeniyle dünya kamuoyundan gizleyememiş ve gelen tepkiler nedeniyle geri adım atmak zorunda kalmıştır.
Toplumun değişimini ve nasıl yozlaştığını, insani, dini ve kültürel değerlerini nasıl yok olduğunu görmek istiyorsanız etrafınızdaki kadınlarımızın, gençlerimizin, caddelerimizin haline bakmanız yeterli olacaktır.[1] Bu sektörde Amerika bütün dünyayı yönlendirecek bir piyasa oluşturmuş ve yüksek maliyetli filmler yaparak bütün dünyayı yönlendirmektedir. Bu filmlerdeki şiddet, seks ve yönlendirici sapıklıkları tüm dünyaya empoze etmektedir.
Kendi bünyesinde bulunan sinemalar, televizyonlar tüm dünyada adeta bayilerini açmış ve bu yolla her tarafa uzanarak insanlara ulaşacak haberleri bile tekeline alıp, küreselleşme adı altında dünya hakimiyetini istemektedir.
Günaha girmekten ve çoluğunu, çocuğunu haramlardan muhafaza etmek maksadıyla televizyonu eve sokmanın yanlış olduğunu düşünen Müslümanlar ne kadar çaba gösterdilerse de bu teknolojik gelişmenin hayatımızın bir çok alanına girmesine engel olamamışlardır. Hatta teknolojinin boyutu günümüz itibariyle öyle bir noktaya geldi ki; insanlar artık cep telefonundan her türlü görüntü ve bilgiye ulaşabilmektedir. Televizyon madem ki, hayatımızın içinde o halde onu İslam’a hizmette nasıl kullanabileceğimizin hesabını yapmak daha mantıklı olacaktır. Yani hayatımızın dışına atamayacağımız bu teknolojinin tıpkı İslam düşmanlarının kullandığı gibi kullanılıp, dinimizi tebliğ etmede ve insanları eğitmede bir araç olarak değerlendirilmelidir.
Bu konuda sonuç olarak şunu söyleyebiliriz ki; niyetin halis olması halinde Allah’ın rızası için kurulan bir televizyon faaliyeti bu alanda yapılan bir cihad olacaktır.
B) GAZETE VE DERGİ FAALİYETLERİ
Bilgi ulaşımının sağlandığı alanlardan biride gazete ve dergilerdir. Bu yolla yıllarca yapılan ahlaksız ve porno resimlerle dolu yayınlar büyük ahlaki tahribata neden oldu. Bu tip gazete ve dergiler habercilikten ziyâde kasıtlı olarak ahlak bozmak niyetiyle kurulmuştur. Çırılçıplak kadınların teşhir edilmesindeki en önemli amaç toplumun ahlâki değerlerini yok etmektir. Müstehcenliği yani kadının her şeyini ortaya dökerek yıllarca sistematik olarak işleyen bu İslam düşmanları amaçlarına ulaşmışlardır. Çünkü toplumun geldiği ahlâki bozulmanın boyutu gerçekten de onların istediği seviyeye ulaşmıştır. Bazı güçlerin maaşlı uşakları gazete ve dergilerdeki yazdıkları yazılar ile ülkelerin gündemini oluşturup, yapılmak istenen tahribatın alt yapısını hazırlamışlardır.
Gazete ve dergileri dünya çapında yönlendiren Yahudi ve Hıristiyan menşeli küresel güçler ellerinde bulunan büyük maddi olanakları bu alanda da sonuna kadar kullanarak hem politik hem de dini alanda gündem oluşturmaktadırlar. Ne zaman bir yolsuzluk tezgahlansa hemen irtica gündeme getirilerek, bu gürültüde asıl yapılanlar gizlenmiştir. Dıştan yönlendirmeli gazete ve dergi yazarları küresel güçlerin menfaatine uygun insanların siyasi alanda iktidar olabilmeleri için her türlü propagandayı yapmışlar ve halka hoş göstermeye çalışmışlar, istemedikleri hareketleri ise hep alaşağı etmişlerdir. İşlerine gelen kanunların çıkarılması için her türlü çabayı gösterirken, işlerine gelmeyen kanunlar çıkarılmak istenilince irtica yaygarası ile bunun önünü kesmişlerdir.
Bütün bunlar görsel ve yazılı medyanın ne kadar güçlü bir etken olduğunu gözler önüne sermektedir.
C) EĞİTİM ALANINDAKİ DAYATMACI ROĞRAMLAR
Eğitim insan için hava su ve ekmek kadar gerekli olan bir faktördür. İnsan eğitim almadan ne yapacağını, ne için dünyaya geldiğini, nasıl yaşayacağını vs. hiçbir şeyi bilemez. Eğitimle meleklerden üstün olabildiği gibi cahillikle de hayvanlardan daha da aşağı olabilir.
Eğitim her İnsanın en doğal hakkıdır. İnsanlar nasıl yaşayıp, neye ve nasıl inanacaklarının eğitimini almada hür iradelerine göre hareket etmelidirler. Tarih boyunca insanlar çeşitli etkenler nedeniyle dayatmacı ve yönlendirmeli eğitimlerin etkisiyle Allah’ı unutmuşlar, neye nasıl inanacaklarını şaşırmışlardır. Ta ki; Allah korkusuzca gerçeği dile getiren peygamberler gönderene kadar
İnsan doğduğu zaman tertemiz yani fıtrat üzere doğar ancak ona sonradan verilen eğitim hayat tarzını ve fikri yapısını şekillendirir.
Eğitim eksikliği İslam aleminin güç kaybetmesine, bölünmesine parçalanmasına ve dinden uzak bir kimliğe bürünmesine neden olmuştur.
Müslüman toplumlarda iktidarı ele geçiren güçlerin işgali toprak değil; yetki sistem ve eğitim işgalidir. Çünkü eskisi gibi toprak kazanarak fetih değil sömürge yaparak kendine bağlama dönemindeyiz. İlhak etmeye ne gerek var ekonomi, eğitim ve yargı sistemini kendine bağlamak demek zaten gizli bir sömürgelik demektir. Yönetimi ele geçirenler uyguladıkları batı menşeli eğitim programları ile istedikleri nesilleri yetiştirmişlerdir. Aslında bu dayatmacı eğitimlerin amacı insanların eğitilmesi değildir. Şayet amaç gerçekten eğitim olsaydı; bu gün Müslümanlar muasır medeniyetlerin gerisine düşmezdi. Geri kalmış ve oyalayıcı eğitim sistemleriyle yıllar süren öğretim sürecinden sonra mezun olan öğrenciler mesleki yeterlilik bakımından çok zayıf bir noktada bulunmaktadır. Özellikle ilim ve araştırma merkezi olması gereken üniversiteler asli vazifelerini yapmak yerine politikayla uğraşan kurumlar haline gelmiştir. Eğitim alanındaki yetersizlik ve siyasetin ayak oyunları neticesinde Profesör, doçent gibi unvanlar ilmi çalışmalarla değil, siyasi yakınlıklarla alınmaktadır.
Ayrıca bir insanın hayatını düzene koyan eğitimlerin başında gelen dini eğitimin kasıtlı olarak verilmemesi nedeniyle insani erdemlerin yerleşmesinde gerekli olan değerlerden uzak kalan yeni nesil başı boş bir şekilde yetişmektedir. Hıristiyan ve Yahudiler okullarında dinlerinin şeriatını çocuklarına okutarak onları kendilerince düzgün yetiştirmeye çalışırken, Müslüman olduğu bilinen bir çok ülkede kendi mensup oldukları dinin şeriatını çocuklara öğretmek tehlike olarak görülmektedir. Bu eğitim boşluğunun doldurulmaması ile ne için yaşadığını bilmeyen, amaçsız, bilgisiz ve sadece kendi nefsinin mutluluğu için her türlü davranışı, diğer insanların canı, ırzı ve malına da mal olsa caiz gören insanlar türemiştir.[2] Bu şekilde dininden habersiz yetişen ve Müslüman olduğunu söyleyen insanlar cahillikleri nedeniyle “kahrolsun şeriat” diyerek ne olduğunu dahi bilmedikleri kendi dinlerinin şeriatını protesto etmişlerdir.
Tarihte inançsız bir toplum hiç var olmamıştır. İnsanların hayatını düzene koyan bir inanç şekli mutlaka olmuştur. Günümüzde ise Müslüman toplumlar dış etkenlerinde etkisiyle adeta inançsız bir şekilde yetiştirilmektedir. Bunun neticesinde ne Hıristiyan, ne Yahudi, ne Hindu, ve ne de Müslüman olduğu belli olmayan, başı boş yaşamayı din haline getiren, sadece kendisini düşünen toplumlar ortaya çıkmıştır. Böyle cahil kalan toplumlarda birazcık bir şeyler öğrenip, inancını yaşamaya çalışanlarında babalarından miras kalan Müslümanlığı sembolik bir olgudan öteye geçmemektedir.
İnsanlara dini eğitimini vermeyen sistemler insanların kendi çabalarıyla çocuklarını yetiştirmesinin de önüne bir çok engeller koymuşlardır. Burada yapılmak istenenler hakkında nasıl bir plan olduğu, ucunun nerelere dayandığı düşünülünce aslında hedefin Müslümanları İslam’dan koparmak olduğu görülmektedir.
Sistemlerin rahatsızlığına sebep olacak bütün faktörlerden soyutlandırılarak yetiştirilen, eğitimde özgür olmayan toplumlar yanlışlara dalarak eğriyi doğruyu birbirinden ayırt edecek melekelerini kaybetmişlerdir.
Bu gayretlerle gelinen nokta şu ki; Müslümanlar gayri Müslimlerin icat ettiklerini çalıştırmaktan aciz durumlara düşmüş onların yaptıklarına şaşırmakla kalmaktadır.
Hal bu ki Müslümanların çağın en ileri teknolojisini,ilmini öğrenmesi kendisini savunacak füzeler yapması, düşmanın silahı ile silahlanması ve yeniden kendisine layık olan gücü yine kendi geleceği için elde etmesi gerekir. Her Müslüman’ın virdi (zikri) ilimle meşgul olmak,şer’i ve beşeri ilimlerde kendini Allah rızası için yetiştirmek olmalı, ve bu çalışmalarının da Allah yolunda olduğu zaman aslında onu zikretmek olduğunu bilmesi gerekir. İlmi çalışmalar ne sadece şer’i ne de sadece beşeri alanda değil her iki mevkide de üst seviyelere çıkarılmalıdır.
 
D) SİYASİ PARTİLER
Şu anki yapısıyla politika ve politikacıların kurmuş oldukları partiler kanalıyla halkın desteğini kazanmak için yaptıkları faaliyetlere siyaset denilmektedir. Ancak siyaset sadece politikacılık ve parti faaliyetleri değildir. Her insanın, her toplumun bir düşüncesi, fikri olup, bunlar uğrundaki hareketleri ve anlayış tarzları da bir siyasettir.
Siyasi partiler bir yönetim şekli olan demokrasilerde halkın teveccühünü kazanmak ve bu destekle iktidarı elde etmek için meydana gelmiş kuruluşlardır. Bu partiler yapı olarak halkın teveccühünün ortaya çıkardığı görüş ve hayat tarzını ilke edinip, bu temel üzerinde politikalar üretirler. Savundukları fikirlerin büyüklüğü ölçüsünde halkın desteğini kazanırlar.
Bütün toplumlar için büyük önem taşıyan ana konular din, ırk, vatan, adalet, özgürlük ve ekonomik refahtır. Meydana getirilen bir parti bu faktörlerden bazılarını parti politikası olarak belirlemezse pek fazla bir destek bulamaz. İnsanların en hassas olduğu bu noktalar istismara hep açık olmuştur. Partilerden bazıları Laikliği, bazıları dini, bazıları milliyetçiliği, bazıları da özgürlük ve ekonomiyi kullanmaktadır. Her ne kadar isimleri farklıda olsa, yönetim şekli, kendi içlerindeki demokrasi, entrika ve yağcılık şekilleriyle aralarında aslında bir fark bulunmamaktadır.
Politika, bir insan kandırma ve entrikalar sanatıdır. En iyi hitap eden, en iyi ikna eden, en iyi vaatte bulunan kim ise, o daha çok destek kazanır. Bu nedenle parti kur’an insanların partide önemli noktalara gelip, yetki sahibi olmaları için zaman içinde belli hizmet, söylem ve entrikalarda bulunmaları gerekir. Partilerin liderliğine gelmiş insanların kendilerinden beklenilmeyecek davranışlarda bulunarak kendisini seçmenlerine kabul ettirdiği parti politikasının tam tersi işler yapmaları ve söylemleriyle çelişmeleri şer güçlerin baskısı ile boyun eğme ve itaatlerinin bir tezahürüdür.
Siyasi partiler zamanla insanlar için bir araç olmaktan çıkarak bu gün olduğu gibi amaç haline gelmiş ve bu alanda da yüceltme hastalığının tezahürleri ortaya çıkmıştır. Öyle ki, bazı insanlar partisinin davasını kutsal saymış ve ateşli savunucusu olmuştur. Kendi düşüncelerini benimsemeyen insanları önyargı ile akletmeyen cahiller olarak görmüşlerdir. Zamanla fanatikler çoğalmış ve birbirlerini tenkit etmenin, eleştirmeninde ötesine giderek birbirlerini öldürmüşlerdir. Türkiye’de 1970’li yıllarda bir çok insan parti görüşleri nedeniyle birbirini öldürmüştür. Arap ülkelerinde de aynı sebeplerle binlerce Müslüman birbirini öldürmüştür. Bu insanların büyük bir çoğunluğunun nüfus cüzdanının dini hanesinde İslam yazmaktadır. Halbuki; İslam insanları birleştiren aralarında sevgi ve kardeşlik bağları kur’an bir dindir. Buna rağmen Müslümanlar tefrikaya düşüyorsa bunda birtakım hastalıklı faktörlerin etkisi bulunmaktadır. Tabi ki bu sonuç şer güçlerinin tam istediği bir bölünmeyi de beraberinde getirmektedir.
Müslümanların bölünmesine neden olan onlarca sebep yetmezmiş gibi birde din gibi kabul ve itibar görmüş partiler çıkmış ve bölünmeye neden olmuştur. [3]
Partilerin insanların hayatındaki yeri incelendiğinde İslam’ın dahi önüne geçtiği görülmektedir. Sözde asıl davasının İslam olduğunu söyleyen Müslümanlar partileri kullanarak dünyalık menfaatler peşinde koştuklarından asıl davaya sıra gelmemektedir. Bu hususun şirk boyutunun ne dereceye vardığı, Müslümanların hayatındaki Şari’nin kim olduğuna bakıldığında gayet net bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Müslümanlar bu ölçüye göre hayatlarındaki tek Şâri’nin Allah olduğunu, daha İslam’ı ilk kabul ettikleri anda kabul etmeleri gereken bir şart olduğunu bilmeleri gerekirdi.
Ayrıca parti kurmak, parti içinde mücadele etmek, hizmet etmek İslam’ın tevhid anlayışına uymadığı gibi; imanın temellerini sarsan ve Resulullah’ın sünnetine kesinlikle uymayan davranışlardır.
E) DİNİ KURUMLAR
İslam’ın ilk yayılmasından günümüze kadar Müslümanlar en büyük sıkıntıyı kendileri gibi görünenlerden ve cahillikten çekmiştir.
Dinle alakası olmayan devletler dinin devlet üzerinde bir müdahalesini tanımamakta ama kendileri de dinden elini çekmemekte çeşitli dini kurumlar ve okullar açmaktadırlar. Çünkü Müslümanların başıboş bırakılması onların kontrol dışı faaliyetlere girişmelerine neden olabilecektir.
Faaliyetlerini sürdüren bu kurumlar yaptıkları tampon vazifesiyle görevlerini istenilen doğrultuda ifa etmiş, etliye sütlüye karışmayan, kafasını kuma gömmüş bir toplum zihniyetini yerleştirmede azâmi gayret sarf etmişlerdir. Bu kurumlar üzerinde özel bir gayret göstererek korkuyla hazırladıkları çeşitli faaliyetlerle halkı idare ederek hali hazır düzenin hakimiyeti uğrunda üzerine düşen görevi gayet güzel yerine getirmişlerdir. Şayet kuruluş amaçları dışında bir faaliyet içerisine girerlerse de gerekli baskı yapılarak kontrol altına alınabilirler. Bu kurumların amacı tehlikeli nitelikte insanların yönlendirdiği kontrol edilemeyen bir toplum oluşmasını engellemektir. Yani gâye dini öğretmek değil mevcut düzenin devamına zarar getirmeyecek insanların yetişmesini sağlamaktır. Osmanlı İmparatorluğunun özellikle yıkılış dönemlerinde şeyhülislam makamının nasıl kullanıldığını hatta masonların eline geçtiğini ve halkı nasıl yönlendirdiğini tarih kitapları kaydetmektedir.
İslam’i konuların olur, olmaz ortamlarda üzerlerine vazife olmayan ve hiçbir bilgisi olmayan insanların dahi söz sahibi olduğu yerlerde tartışma sebebi olan konular hakkında gerekli açıklamayı yapmayan ama buna karşılık, hiç alakasının olmadığı konularla ilgilenen bu kurumların gayesinin ne olduğu akıl sahipleri için gün gibi ortadadır.
Allah’ın ayetlerinden rahatsızlık vereceği düşünülen bölümlerinin hiç zikredilmemesi yada tevil edilerek yumuşatılması bu olguların şu ayetlere muhatap olduklarını gösteriyor:
وَاِذْ اَخَذَ اللّهُ ميثَاقَ الَّذينَ اُوتُوا الْكِتَابَ لَتُبَيِّنُنَّهُ لِلنَّاسِ وَلَاتَكْتُمُونَهُ فَنَبَذُوهُ وَرَاءَ ظُهُورِهِمْ وَاشْتَرَوْا بِه ثَمَنًا قَليلًا فَبِئْسَ مَا يَشْتَرُونَ
Allah, kendilerine kitap verilenlerden, “Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz” diyerek söz almıştı. Onlar ise bunu kulak ardı ettiler, onu az bir dünyalığa değiştiler. Yaptıkları alış-veriş ne kadar kötü! [4]
فَبَدَّلَ الَّذينَ ظَلَمُوا مِنْهُمْ قَوْلًا غَيْرَ الَّذى قيلَ لَهُمْ فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ رِجْزًا مِنَ السَّمَاءِ بِمَا كَانُوا يَظْلِمُونَ
Fakat onlardan zalim olanlar, sözü, kendilerine söylenenden başkasıyla değiştirdiler. Biz de zulmetmelerinden ötürü üzerlerine gökten bir azap gönderdik. [5]
F) MİSYONERLİK FAALİYETLERİ
İngiliz devletinin Osmanlı imparatorluğu ve Müslümanları bölmek, parçalamak ve Hıristiyanlığı yaymak için görevlendirdiği misyonerlerden biri olan İngiliz Hempher itiraflarında şöyle diyor;
Devletimiz için iki şey mühimdir.
1- Elimize geçmiş yerleri elimizde tutmaya çalışmak.
2- Elimize geçmemiş yerleri ele geçirmeye çalışmak [6]
İngiliz sömürge nazırlığı bu iki vazifeyi ifa etmek üzere bir çok ajan ve misyoner görevlendirerek Müslümanlar içerisine göndermiştir. Görevlendirilen bu ajanların şu doğrultuda çalışmaları istenmiştir;
“Derinlere kök salmış büyük bir ağacı kurutup söküp atmak zordur. Fakat biz zorlukları kolaylaştırıp, yenmeliyiz. Hıristiyanlık yayılmak için gelmiştir. Bunu Mesih efendimiz bize vaat etmiştir. Muhammed’e doğu ve batı aleminin içinde bulunduğu kötü şartlar yardımcı olmuştur. O kötü şartlar gidince beraberindeki belaları da (yani İslam’ı) götürdü. Bu gün memnuniyet ile durumun tamamen değiştiğini müşahede ediyoruz. Nezaretimizin ve biz Hıristiyan hükümetlerin büyük gayret ve çalışmaları neticesinde Müslümanlar gerilemeye başladı”
İngiliz sömürge nazırı sekreterinin casus Hempher’e verdiği kitapta belirttiği Müslümanların zayıf noktaları şöyle anlatılıyor;
1-Sünni, Şii ihtilafı,Padişah ve halk ihtilafı,Türk İran ihtilafı,aşiretler ihtilafı,alimler ile devlet arasındaki ihtilaf.
2- Çok az bir istisna ile Müslümanlar cahildir.
3- Maneviyatsızlık, bilgisizlik ve şuursuzluğun artması.
4- Dünyayı tamamen bırakıp, sadece ahiret ile meşgul olmaları.
5- Hükümdarların diktatör ve zalim olmaları.
6- İdarenin asilere, bağilere karşı aciz oluşu, ölçüsüzlük ve o kadar övündükleri Kur’an’ın kanunlarını yok denecek kadar az tatbik etmeleri.
Aynı kitapta zayıf noktaları yaymak için şunlar anlatılıyor;
1-Cemaatler arasına adavet sokup,su-i zan’ı aşılayarak ihtilafı teşvik eden kitaplar neşretmek suretiyle ihtilafı yerleştirmek.
2-Mekteplerin açılmasını, kitapların neşredilmesini men etmek, yakılması ve yok edilmesi mümkün olan din kitaplarını yok etmek. Din adamları hakkında muhtelif iftiralar uydurmakla Müslümanları, çocuklarını dini mekteplere vermekten vazgeçirmek.
3-Onların yanında cenneti övüp, dünya hayatını temin etmekle mükellef olmadıklarını söylemek, tasavvuf halkalarını genişletmek (züht)’ü tavsiye eden Gazalinin, Mevlana’nın, Muhyiddin-i Arabi’nin kitaplarını teşvik etmekle şuursuz kalmalarını temin etmek.
4-İslam ibadet dinidir onun devlet işleriyle hiçbir alakası yoktur inancını onların içine sokmak. (Yani laikliği yerleştirmek)
5- Faizin her şeklini yaymak lazımdır. Zira faiz milli ekonomiyi harap ettiği gibi Müslümanları Kur’an’ın ahkamına karşı gelmeye alıştırır.[7]
6-Müslümanlar arasında ırkçılık, milliyetçilik taassubunu körükleyerek onların dikkatlerini İslamiyet ten önceki kahramanlıklarına çekerek milliyetçilik ve kavmiyetçilik fikirlerini kuvvetlendirmemiz lazımdır.
Ayrıca birbirine komşu bütün Müslüman kabile ve milletlerin arasına fitne ve düşmanlık sokmak lazımdır.Kaybolmuş bütün bozuk mezhepleri ihya edip,canlı tutmak ve birbirlerine düşürmek lazımdır. İslam’ın bünyesinde tahrip edilmiş din ve mezhepler ihdas etmek lazımdır. Sünni’lerinde mevcut dört mezheplerini birbirinden ayrı dört bağımsız din haline getirmeliyiz.[8]
7-İçki, kumar, zina, domuz eti gibi şeyleri yayacaksınız. (spor kulüplerinin birbirleri ile kavgaları gibi şeyleri yayacaksınız.) Bunun için siyasi fırkaların ve spor kulüplerinin çoğalmasını sağlayacaksınız. Partileri ve kulüpleri birbirlerine düşman yapacaksınız. Birbirleri ile uğraşıp, din kitabı okumaya, dinlerini öğrenmeye vakit bulamayacaklar. (Gerçekten de Türkiye de spor kulüpleri ve partiler Müslümanların birbirlerine husumet duydukları bir faktör ve bölünme nedenlerinden biridir.)
8-Müslümanların akidelerine bidatler sokup İslam’ı gericilik ve terör dini olmakla itham edeceğiz.[9]
9-Kadını tahrik edip, örtüsünü açmasına sebep olacak ve onları açtıktan sonra gençleri onlara karşı tahrik edip,her ikisinin arasında fesat hasıl olması için çalışacaksınız. Müslümanlığı yok etmek için bu iş çok tesirlidir. Evvela bu işi gayri Müslim kadınlara yaptıracaksınız sonra Müslüman kadın kendiliğinden bozulup bunların yaptığını yapacaktır.
Bu gayretler neticesinde kadınlar öyle bir hale geldi ki; Hıristiyan ve Yahudi kadınlarını bile geride bıraktılar. Şayet kafirlerin kadınları ile sözüm ona Müslüman kadınları yan yana koyulduğunda, görüntü, edep, adap ve yaşayış biçimi itibariyle aralarında çok az bir fark olduğu görülecektir. Ayrıca kadınları bu kadar serbest bırakan, onları kıskanmayan erkeklerinde ruh halinin Müslüman da olması gereken bir ruh hali olduğunu söylemek mümkün değildir.
10-İslam memleketlerinde fasit liderler, zalim kumandanlar yetiştirmeye, bunları hükümetin başına geçirerek İslamiyet’e uymayı yasaklayan kanunlar çıkarmaya azami ehemmiyet vermek lazımdır. [10] Onların vasıtası ile Müslümanlara ve İslam memleketlerine isteklerimizi kanun zoru ile cebrederek yaptırmalıyız. İslamiyet’e uymayı suç İbadet yapmayı gericilik haline getirmeliyiz. [11]
11-Mümkün mertebe Arapça’nın öğretilmesine mani olacaksınız. Kur’an ve sünnet’in lisanı olan fasih Arapça’yı yok etmek için mahalli lehçeleri neşredeceksiniz. Mektep, kitap, mecmua (Yani spor kulüpleri, sinema filmleri, gazeteler, dergiler, televizyon) ve bu iş için yetiştirilmiş elemanlarımızın vasıtası ile onların ahlaklarını sıfıra indirmeliyiz.
12-Hadislerde yapıldığı gibi ilave ve noksanlıklarla tahrif edilmiş bir Kur’an neşretmeye çalışmalıyız.
Amerikan gizli servisi CIA ’nın Türkiye’deki İslam yapısı ile ilgili 88 sayfalık raporunda şöyle geçiyor;
“Önce “Ilımlı İslamcılar” desteklenecek: Çalışmaları ve görüşlerinin yayınlanması ve dağıtılmasına maddi katkı yapılacak, daha geniş kitlelere ve özellikle gençlere ulaşmaları teşvik edilecek, sivil toplum kuruluşları kurmalarına, eğitim için yer bulmalarına ve politik süreç içinde gelişmelerine destek olunacak, görüşlerini yaymak için web sitesi, okul, enstitüler kurmalarının önü açılacak ve Ilımlı İslam’ın kitlelerin alternatifi olması sağlanacak. Kökten dincilere karşı tutucular desteklenecek: Bu amaçla, her iki grubun ittifak kurmalarının önüne geçilecek, tutucularla Ilımlı İslamcıların ittifak kurmaları sağlanacak ve tutucu eğitim kurumlarında ılımlı İslamcıların görüşlerinin yayılmasına çalışılacak, tutucu İslamcılar arasında özellikle Sufizm’in taban bulması için uğraşılacak. Laikler duruma göre desteklenecek, laiklerin kökten dinci tehlike karşısında ABD ile aynı görüşte olmaları için uğraşılacak ve bu durum, laiklerin milliyetçilik ve sol akımlara yanaşması önlenerek gerçekleştirilecek.
Kökten dincilerle etkili mücadele edilecek: bu konuda da kökten dincilerin terör eylemleri sürekli gündemde tutulacak, gazetecilerin kökten dinci akımlar içindeki yolsuzlukları, baskıları, moralsizliği sürekli gündemde tutmaları sağlanacak, aralarındaki bölünmeler hızlandırılacak.” [12]
Almanya’da yayımlanan Welt Am Sonntag gazetesinin “milyonlar Muhammed’e karşı” manşeti ile yayınladığı rapora göre Vatikan’ın Katolik kilisesine bağlı, dünyanın dört bir yanında şubeleri bulunmaktadır.
Dünyanın değişik ülkelerinin, 85 bin papaz ve 450 bin misyonerin desteğini gören cemaatin dünyanın farklı bölgelerinde yürütülen 280 ayrı proje kapsamında 65 bin papazı görevlendirdiği 30 dolar maaş ile 1 milyon insanın çalıştığı ve bu insanların yaz-kış, uzak-yakın, güvenli-tehlikeli ayrımı yapmadan bütün bölgelere giderek maddi sıkıntı içerisindeki insanlara Hıristiyanlığı aşılamaya çalıştıkları belirtiliyor.
Bu cemaate bağlı 42 bin okul,1600 hastane, 6000 ilk yardım kliniği,780 AIDS yardım ve tedavi merkezi ile 12000 ofis bulunduğu ve sadece bu cemaatin yıllık bütçesinin 500 milyon dolar olduğu belirtiliyor.Bu maddi imkan ihtiyaç sahipleri ile fakirlere hizmet adı altında ve okul ,hastane açılması,milyonlarca kitap,broşür ve İncil dağıtımı için kullanılmaktadır.[13] Osmanlı İmparatorluğunun yıkılışında bu misyoner okullarının yetiştirdiği, Hıristiyanlaştırılmış bir zihniyete sahip şahsiyetlerin büyük etkisi bulunmaktadır.
Rahip Samuel Zwemer’in misyonerler için yaptığı şu uyarı çok anlamlıdır: “Müslümanları vaftiz etmek için boş yere çabalayıp durmayalım. Başka yollar, başka çareler deneyelim. İslam memleketlerinde girişeceğimiz faaliyetlerde onlara Hıristiyan adetlerini, Hıristiyan bayramlarını, kültürünü ve ahlakını aşılayalım” [14]
Yine rahip Zwemer’in şu sörleri ibret vericidir:
“İslam memleketlerindeki misyoner teşkilatı faaliyetlerinin iki cephesi vardır; yapıcı, yıkıcı veya başka bir tabirle eritici ve yeniden şekil verici. Mesela; Türkiye’deki muazzam değişiklerin müsebbibi batı medeniyetinden ziyade misyonerlerde aranmalıdır. Mısırda ve bütün İslam aleminde de durum aynen böyledir. Bu memleketlerde Hıristiyanlaşan Müslümanların sayısını öğrenmek için vaftiz istatistiklerine bakılmalıdır. zira biz şuna eminiz ki, günümüzde yüzlerce Müslüman kalplerinden İslam inancını çıkarmışlar ve Hıristiyan dinine gizlice inanmaya başlamışlardır. Onların Müslümanlığı sözdedir.” [15]
Bütün bu faaliyetler karşısında insan “Müslümanlar neden böyle teşkilatlar oluşturmuyor, ekonomik gücünü İslam’ı tebliğ uğrunda kullanmıyor” diye düşünmekten kendini alamıyor. Sözde bu dünya bizim için sadece ahiretin tarlası deyip önemsemeyiz, güya dünya malına önem vermeyecek kadar dini bütün insanlarız. Hatta dindarlığı da kimseye bırakmayız. Ama gayri Müslimlerdeki azim,inancı uğrunda maddi ve manevi fedakarlık tebliğ aşkı maalesef İslam toplumlarında yok denecek kadar azalmıştır. Müslümanlar birbirlerinin hatalarını gördükleri halde uyarmamaktadır. Bu durum helak olan geçmiş ümmetlerin hasletidir.
Hayret verici hususlardan bir tanesi de, misyonerlerin faaliyetlerinin gün yüzüne çıkmasıyla birlikte bir bakıyorsunuz ki; televizyonlar, gazeteler ve çeşitli kurumların yetkilileri çıkıp, bu durumun endişe verici olduğunu dile getirerek engel olmaya yönelik gayret içerisine girmektedirler. Ancak Müslümanların İslam’i tebliğ çalışmaları da rahatsızlık verdiğinden engellenmektedir. Ortam o hale gelmiştir ki; milletin kendi dinini öğrenmesi için yapılan çalışmalar irticâi faaliyetler olarak görülmekte ve engellenmektedir. Adeta misyonerlerin istediği ortam hazırlanmaktadır. O halde misyonerlerin çalışmalarından ve İslam’i tebliğ çalışmalarından rahatsız olan olan zihniyet mensuplarının amacı nedir? Yoksa dinsiz bir toplum yetiştirmek mi?
Müslümanlar yaşadıkları toplumlarda mazlum durumda ve dışlanmaktadır. Potansiyel bir tehlike ve gerici olarak görülmekte, inancının gereğini yerine getirmekten başka bir düşüncesi olmayan insanlar suçlu kabul edilmektedir. İslam’ı bu derece düşman edinmiş devlet ve örgütlerin Müslümanlara karşı aldıkları tavır onların ekonomik olarak gelir kapılarını kapatmak ve toplumdan dışlamaktır.
İşte burada adına İslam’i sermaye denilen ekonomik güç sahibi Müslümanlar en büyük caydırma sebebi olan rızk endişesini Müslümanların kafalarından atmaları için onların kapıya koyduğuna iş vermeli, Tesettürlü bacılarımıza kapılarını açmalı, haksız yere hapse giren kardeşlerinin ailelerine maddi yardımda bulunmalı ve İnancı nedeniyle mağdur olanların yardımına koşmalıdır. Bu da Allah(c.c.) yolunda büyük bir hizmet ve cihad olacaktır.
Ancak maalesef bu ekonomik güce ulaşan Müslümanlar inançlarının gereğini yerine getirmeyi bırakın insanların temiz duygularını istismar ederek paralarını alıp, onları zor durumlara sokmuşlardır.
G) YAHUDİLERİN PLANLARI
Yahudilerin Peygamberimizin risalet görevini ilk ilan ettiği günden günümüze kadar Müslümanlara olan kini ve düşmanlığı süre gelmiştir. Yüz yıllardır Müslümanları yok etmek ve İslam’a zarar vermek için yapmadıkları hile ve desise kalmamıştır. Müslümanlara zulümde her türlü akıl almaz planları gerçekleştirmişlerdir. Bu planlar arasında en zarar vereni mü’minler arasına giren münafık Yahudilerdir. Çünkü onların uydurduğu sahte hadisler dine büyük zararlar vermiştir. Öyle ki bu münafık Yahudilerden şeyh’ül İslam bile olmuştur.
Yahudilerin gizli servislerinin cirit atmadığı İslam ülkesi neredeyse yok gibidir. Yahudilerin dünya hakimiyeti ve menfaatlerine engel olan ne kadar İslam ülkesi varsa mutlaka bilinmelidir ki, orada mutlaka kargaşa var demektir. Direkt yada endirekt olarak mutlaka planlarını uygulamaktadırlar. Dünyanın süper gücü olarak kabul edilen Amerika bile Yahudilerin hakimiyeti altında bulunmaktadır. Amerikanın en zengin şirketleri, silah tüccarları Yahudilerin elinde bulunmakta ve hatta Amerikan parasını Yahudi bir aile şirketi basmaktadır.
İsrail gizli servisinin planlı komploları ile bu gücü istedikleri gibi yönlendiren Yahudiler büyük İsrail devletini kurmak istemektedirler. Son dönemde gerçekleşen 11 Eylül ikiz kule ve pentagon saldırılarının bir Yahudi planı olduğunu bilmeyen kalmamıştır. Ancak bu yalan anlaşılıncaya kadar Ortadoğu da olan olmuştur.
Yahudiler Allah tarafından sözde kendilerine vaat edilen toprakları ele geçirerek büyük İsrail devletini kurmak ve Süleyman tapınağını yeniden inşa etmek için bir çok teşkilatlar kurmuşlardır. Bu teşkilatların siyasi, ekonomik ve basın yayın alanında bir çok faaliyetleri bulunmaktadır. Bu teşkilatlardan bir tanesi de Mason teşkilatıdır. Bu Mason teşkilatlarının ne planlar yaptıklarını gözler önüne sermek bakımından son dönemde gerçekleşen ve basına sızan bir olayda şöyle geçiyor:
“T.C. Meclis tutanaklarında bir milletvekili Dünya Mason teşkilatlarının, Fransa Yüce Konseyi vasıtasıyla Türkiye Büyük Mason Locası üstadı Necip Arıduru’ya gönderdiği mektubu okumuştur. Bu mektubun gönderiliş sebepleri bir tarafa bu mektuptan mason localarının ne kadar etkili olduğunu anlıyoruz. Bakınız mektupta ne deniyor: “ Üstadı bulunduğunuz Türkiye Büyük Mason Locasında meydana gelen skandallar endişe verici ve talihsiz olaylardır. Büyük locanızda irşat edilmiş bazı masonlar, masonluğun vakarına ve yeminlerine ihanet etmişlerdir. Bu kişiler en gizli toplantılara kadar bütün faaliyetlerinizi mikro kameralar aracılığı ile kaydetmiş bulunmaktadırlar. Bu affedilmez dikkatsizlik, çok ciddi neticeler doğurmuştur. Mason olmayan milyonlarca kişi, eski ve kabul edilmiş İskoç ritinin törenlerine ve sırlarına şahit olmuş durumdadır. Ayrıca tapınaklarınızda başıboş dolaşan bu örnek masonlar 33. derecedeki bütün kutsal ayin ve törenleri kaydetmişlerdir. Bu filmlerin gerici ve İslamcı bir televizyon kanalı aracılığıyla yayımlanması sonucunda milyonlarca Türk seyircisi aşağı derecedeki biraderlerimiz tarafından bile bilinmemesi gereken kutsal ayini ne yazık ki izlemiştir. İsrail Yüce Konseyi bu skandalla ilgili tahkikata başlamıştır. Nizamnamemiz mucibince konu hakkında tahkikat yapmaya yetkili tek otorite olan İsrail Yüce Konseyi olayın müsebbiplerini açıklama, gerekli önlemleri alma ve 27 Mart 1997’ye kadar geniş bir tutanak fezlekesi hazırlama görevini bize tevdi etmiştir. Hükümet localarımıza baskı uygulayarak adli tahkikat açarak ve polisi, arşivlerinizi aramakla görevlendirerek düşmanca tavrını belli etmiştir. Bu baskıyı derhal kaldırmak kaçınılmaz görünmektedir. Fransa Yüce konseyi ılımlı bir hükümetin teşkil edilmesinin elzem olduğuna hükmetmektedir. Buna binaen Fransa yüce konseyi kardeşçe şunları tavsiye eder:
1-Türk basınındaki ve ilgili kuruluşlardaki biraderleri örgütleyiniz ve mevcut hükümeti iktidarı bırakmaya mecbur etmek için gerekli diğer bütün tedbirleri alınız.
2-Mevcut hükümetin itibarının tamamen yok olması ve seçmenlerinin ümidini kaybetmesiyle neticelenecek siyesi bir konjonktür oluşturunuz.
3-Her çeşit belgeyi, tutanağı, sirküleri ve riskli mektupları büyük sekreterlikten uzak tutunuz.
4-Locaların toplantılarını belli bir zamana kadar alışılmış merkezlerde yapmaktan kaçınınız.
5-Size ikinci bir talimat ulaştırılıncaya kadar müracaat edenler konusunda son derece dikkatli incelemeler yapınız; aynı yanlışlıklara düşmeyiniz.
6-Mason olmayanların ve mason cemiyetinden çıkarılmış eski masonların tapınaklara girişine kesin bir şekilde mani olunuz.
7-Masonluğa ihanet etme suçunu işlemiş masonlara karşı tahkikatlara devam ediniz. Dönekleri İskoç ritinin prensiplerine, adetlerine ve geleneklerine uygun bir şekilde cezalandırınız.
8-Masonluk aleyhindeki radyo, gazete, televizyon, kitap, dergi gibi yayınları izleyip, bunlara mani olunuz. İslamcı basını ekonomik, siyasi ve adli baskı yoluyla görevini yapamaz hale getiriniz.
9-Bağımsız büyük komitenizi, bu skandala yol açan tedbirsizlikle ilgili ayrıntılı bir tutanak fezlekesi hazırlamakla görevlendiriniz ve neticeleri Fransa Yüce Konseyine bildiriniz.” [16]
.
.
Mus’ab KÖYLÜOĞLU
.

[1] (Kadınlar ahlaktan,iffetten uzak, namus değerlerini unutmuş ve tamamen cinsel tahrik unsuru olmuşlardır.Kadınların iffetini kaybetmesi onlardan yetişecek temiz neslinde yok olmasına neden olacaktır.)
[2] Bu tip insanlar terör estirip insanların her türlü hakkını gasbetmektedirler. Bu insanların korkacakları ve hesap verecekleri bir Allah inancı ve bir gün hesap verme korkusu olmadığı için insanları öldürmekte, onların vücutlarındaki organları dahi çalmakta, çocukları dahi katletmekte, insanların malına ve ırzına göz dikmekte bir sakınca görmeyen cani insanlar ortaya çıkmıştır. Buna rağmen insanlara güzel ahlakı öğretmeye çalışan, İslam’i eğitim veren insanlar bu canilerden bile daha tehlikeli görülmektedir.
[3] (Öyle insanlar var ki görüş ayrılığı nedeniyle bir diğerine kin duymakta alakayı kesmekte ve hatta namazda aynı safta yan yana gelmeyi dahi istememektedir. Bağların bu derece kopması ifrat, tefrit ve fanatikliktir.)
[4] Al-i İmran 3/187
[5] Araf 7/162
[6] İngiliz casusun itirafları
[7] Müslümanlar içine değişik isimlerle sokulan faiz alışkanlık haline gelmiştir. Faiz Müslümanların fakirleşmesine sebep olarak maddi ve manevi bütün değerlerini yok etmiştir.Bu faiz politikasıyla bütün Müslüman devletler borçlandırılmış Gayri Müslimlere bağımlı ve boynu bükük hale getirilmiştir. Borçlar o kadar yüksek boyutlara ulaşmıştır ki; doğacak çocuklar bile borçlandırılmıştır. Çok yüksek miktardaki vergilere rağmen bu borçlar kapatılamamaktadır. Borçlanmanın getirdiği ekonomik bunalımlar ve fakirlik Müslümanlar içinde düşmanlık, cinayet, zina, ümitsizlik, bunalım vs. hastalıkların çığ gibi büyümesine neden olarak günahlara alıştırmış ve Kur’an ahkamına karşı gelmelerine neden olmuştur.
[8] Bunu düşünen misyonerlerin İslâm’i eserlere ve İslam alimlerinin sözlerine bidat ve hurafe sokmak için uydurma hadis yerleştirmeleri gayet kolay olacaktır.
[9] İslam’a dinin yapısı içerisinde olmadığı halde sonradan sokularak dindenmiş gibi yerleşmiş bid’at ve hurafeler İslam’ın yanlış anlaşılması ve tanınmasına neden olmuştur. Bu bid’at ve hurafelere dalan Müslümanlar İslam düşmanlarının İslam’ı karalamaları için fırsat olmuştur.
[10] Şöyle bir baktığımızda bu konuda ne kadar başarılı olduklarını görüyoruz. Irak’ta Saddam Hüseyin, Suriye de Hafız Esad, Mısır’da Hüsnü Mübarek, Özbekistan’da İslam Kerimov ve bunlar gibi niceleri. İsimlerine bir bakar mısınız ? Ne kadar ilginç değil mi? Bir tarafta İslam, bir tarafta hafız, bir tarafta da mübarek bir zat yorum sizin.
[11] Tabi amaç direk olmasa da dolaylı olarak İslam’ı önlemek. Laiklik bu düşüncelerle İslam toplumlarına yutturulmuş bir tuzaktır. Asıl gaye Müslümanların siyasi gücünü kırıp dünya ve devlet işlerinden elini çektirmek, bir lider etrafında birlik ve beraberlik sağlamalarını engellemektir. Dinimiz zaten farklı dinlere mensup insanlara hiçbir zaman zorlama yapmadığı halde,kiliselerine, sinagoglarına dokunmadığı halde her dine eşit uzaklıkta olmayı savunduğunu söyleyerek laikliği empoze etmenin arkasındaki gerçek Müslümanların devletle bütün bağını koparıp etkisiz hale getirmektir. Avrupa da laiklik ile yönetildiği bilinen devletler aslında kağıt üzerinde laiklikle, geri planda ise Hıristiyanlık temeli üzerine kurulmuş devlet yapısı ile yönetilmektedir. Çünkü bu devletler şayet bütün dinlere eşit uzaklıkta olsalardı sadece kiliseler için ödenek ayırmazlardı. çocuklarına Hıristiyanlık eğitimi vermezlerdi. Bizim birliğimizi istemeyen Avrupa manevi liderleri olan tek bir papa etrafında toplanmazlardı. Ekonomik birliği sağlamak için kurdukları Avrupa topluluğu binasının mimari yapısı bile haç şeklindedir. Laikliği bize empoze edip saltanatı kaldırtan Avrupa hala krallıklarını devam ettirmektedir. Yoksa bu saltanat değil midir?Asıl amaç saltanat değil birliği sağlayan halifeliğin kaldırılarak Müslümanların parçalanmasıdır.
[12] www. Rand.Org İnternet sitesinden alınan bilgilerdir.
[13] 02.06.2004 tarihli vakit gazetesi
[14] Misyonerlik Faaliyetleri ve Türkiye Prof. Dr. Mustafa Erdem s.30
[15] Günay Tümer “XIX. Yüzyılda Sömürgecilerin Destek Kuvveti ve Yehova Şahitleri Gerçeği” Türkiye de Misyonerlik Faaliyetleri
[16] Meclis Tutanaklarında Masonluk- Taceddin URAL

0 yorum:

Yorum Gönder

Lütfen Müslümana yakışmayan küfür içerikli yorumlar yapmayınız.