KUR’AN’I ABDESTSİZ OKUMAK CAİZDİR


“Doğrusu bu Kitap, sadece arınmış olanların dokunabileceği, saklı bir Kitap'da (Levh-i Mahfûz’da) mevcutken Alemlerin Rabbi tarafından indirilmiş olan Kuranı Kerim'dir.” Vakia 56/77-80
Bu ayetleri 77. ayetten 80. ayete kadar bütünüyle okuyarak ve nüzul sebebine bakarak anlamak gerekmektedir.
   Vakia suresinin 79. ayetinde geçen bir cümleyi içinden çekerek ayetin öncesine ve sonrasına bakmadan abdestsiz okunamayacağına dair delil olarak getirmektedirler.
  لَّا يَمَسُّهُ إِلَّا الْمُطَهَّرُونَ
   Bunu delil olarak alıp, Kuran’ın abdestsiz okunamayacağını söylemişlerdir. Oysa temiz olanların dokunabileceği ifadesi Levh-i Mahfûz’daki ana kitap için kullanılmıştır. Çünkü bu ayetler indiğinde Kuran’ı kerim henüz toparlanmamıştı ve mushaf halinde bile değildi. Şayet ayetlere dokunulamaz denilirse onlara şöyle deriz; o halde neden peygamberimizin gayrı Müslimlere gönderdiği mektuplarda ayetler yazılıydı. Abdestsiz dokunulmayacağı ayeti Kuran ayetlerine abdestsiz el sürmemek olarak algılansaydı en başta peygamberimiz elçileriyle gönderdiği mektuplarına ayet yazmazdı.
   İbn Abbas radıyallahu anhuma dedi ki; Bana Ebu Sufyan haber verdi ki; Hirakl, Nebi (s.a.s.)’in mektubunu getirtti ve okuduğunda şunların yazılı olduğunu gördü: “Bismillahirrahmanirrahim. Ey ehl-i kitab! Ortak kelimeye geliniz…” Ayetin tamamını okudu. [1]

   DOKUNAMAMAKTAN KASIT, ŞEYTANLARIN LEVH-İ MAHFUZ’DAKİ ANA KİTABIN YANINA YAKLAŞIP BİLGİ HIRSIZLIĞI YAPAMAMALARIDIR.

   Bu ayet, kafirlerin, "Kur'an'ı Muhammed'e Allah vahyetmiyor. O'na cinler ve şeytanlar ilka ediyorlar" şeklindeki iddialarına bir reddiyedir. Nitekim bu iddialanın cevabı Kur'an'ın muhtelif yerlerinde verilmiştir. Örneğin, Şuara Suresi'nde (210-212) şöyle buyurulmuştur:
   "O Kur'an'ı şeytanlar indirmedi. Bu onlara yaraşmaz ve zaten yapamazlar da, çünkü onlar işitmekten uzaklaştırılmışlardır."
    Aynı konu bu ayette de ele alınmıştır. "İlla'l-Mutahharun" (Temiz olanlar hariç) Yani Kur'an'ın vahyolunmasına, nüzulüne, değil şeytanların müdahale etmesi, tahir (temiz) olan meleklerden başkası onun yanına dahi yaklaşamaz. Melekler için "mutahharûn" ifadesinin kullanılmasının nedeni, Allah'ın onları her türlü kötülükten arınmış varlık kılmış olmasıdır.
    Bu ayeti, Enes bin Malik, İbn Abbas, Said bin Cübeyr, İkrime, Mücahid, Katade, Ebu-l Aliye, Süddî, Dahhak ve İbn Zeyd yukarıda açıkladığımız şekilde yorumlamışlardır. Nitekim ayetin siyak ve sibakından da aynı anlam çıkmaktadır. Zira bu ayet, kafirlerin Tevhid ve Ahiret akidesi hakkında yanlış düşünceleri beyan edilirken onların bu yanlışlarının vurgulanması sadedinde zikredilmiştir.
    Kur'an yüce bir kitap olduğu ve hiç kimsenin ona müdahale edemeyeceği gerçeğinden hareketle yıldızlar üzerine yemin edilmiştir. Çünkü O, Allah indinde mahfuzdur ve ayrıca Hz. Peygamber'e (s.a.s.) nazil olurken pâk ve temiz (Mutahharûn) meleklerden başkası O'na yaklaşamaz. Bazı müfessirler ayette geçen (La) yı nehiy La'sı olarak kabul etmiş, ayeti "temiz olanlardan başkasının Ona dokunmaması gerekir" şeklinde yorumlamıştır. Bazıları ise nehiy "La"sı olarak kabul etmiş ve ayete "temiz olanlardan başkası Ona dokunamaz" şeklinde anlam vermiştir. Bu müfessirler, bu nehyin, Rasulullah'ın (Müslümanlar kardeştir. Biri diğerine zulm etmez." hadisindeki gibi kullanıldığı görüşündedirler. Yani, "Bir Müslüman diğerine zulmetmesin" denilmek istenmiştir. Dolayısı ile ayetin anlamı da "temiz olmayan bir kimse Kur'an'a dokunmasın" şeklinde anlaşılmalıdır.
   Ancak bu yorum ayetin siyak ve sibakı ile uygunluk arzetmemektedir. Çünkü ayette kafirlere seslenilmektedir. Yani şöyle buyurulmuştur: "Bu, Allah tarafından nazil edilen bir sözdür ve "Rasulullah'a cinler ve şeytanlar ilka ediyorlar" şeklindeki düşünceniz batıldır. Zira O'na temiz olandan başkası yaklaşamaz bile."
   Görüldüğü gibi bu ayetten, "Kur'an'a abdestsiz dokunmak yasaktır" şeklinde fıkhi bir hüküm çıkarmak doğru değildir ve açıkça ayetin nüzul sebebinin de bu olmadığını söyleyebiliriz. [2]
   Said Bin Cübeyr , İkrime, Said b. El-Museyyeb , Davud, İbn Hazm , Buhari , Taberi, İbnul Münzir ve başka âlimler cünübün Kur’an okumasında sakınca görmemişlerdir. [3]
   Ebu Miclez’den; “İbn Abbas radıyallahu anhuma’nın yanına girdim ve ona; “Cünüp Kur’an okuyabilir mi?” diye sordum. Dedi ki; “Sen girdiğinde ben cünüp olduğum halde Kur’an’ın yedide birini okumuştum.” İkrime de cünübün Kur’an okumasında sakınca görmezdi. Said b. El-Museyyeb’e: “Cünüp Kur’an okuyabilir mi?” diye soruldu. Dedi ki: “Evet, zaten ezberinde bulunmuyor mu?” [4]
   İbrâhîm en-Nahaî: Hayızlı kadının âyet okumasında be's yoktur, demiştir. [5]
   İbn Abbâs (r.a.)’da: Cünübün kıraat etmesinde bir be's görmemiştir. [6]

   MÜSLÜMAN NECİS DEĞİLDİR.
   Ebu Hureyre (r.a.)’den dedi ki; “Medine yollarından birinde, ben cünüp iken Rasulullah (s.a.s.) bana rastladı. Gizlendim, gidip yıkandım ve geldim.
   Rasulullah (s.a.s.):  “Nerede kaldın Ya Eba Hureyre?” dedi.
   Ben:  “Cünüp idim, temizlenmeden seninle beraber oturmayı doğru bulmadım.” dedim. Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:  “Subhanallah, Müslüman necis olmaz.” buyurdu [7]

   NAMAZ KILMAK İÇİN ABDEST EMRİ  VAR
Rabbimiz namaz kılmak için kasteden birine abdest alması gerektiğini açıkça belirtmektedir.
   “Ey iman edenler! Namaz kılmaya kalktığınız zaman yüzlerinizi, dirseklerinize kadar ellerinizi yıkayın; başlarınızı meshedip, topuklara kadar ayaklarınızı da (yıkayın).” Maide 5/6

   KURAN OKUMAK İÇİN İSE ŞEYTANDAN SIĞINMA EMRİ VAR
فَإِذَا قَرَأْتَ الْقُرْآنَ فَاسْتَعِذْ بِاللّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
Kur'an okuyacağın zaman; kovulmuş şeytandan Allah'a sığın.”  Nahl 16/98

   Şayet Kuran okumak için abdest almak gerekseydi, Rabbimiz “Ey iman edenler! Kuran okumak istediğiniz zaman yüzlerinizi, dirseklerinize kadar ellerinizi yıkayın.” Buyururdu.
   Netice olarak diyebiliriz ki; abdestsizin ve cünüp olanın mushafa dokunmayacağı hakkında Kur’an ve sünnetten açık bir delil bulunmamaktadır. Ancak alimlerimiz Kur’an’ı Kerim’in abdestsiz olarak her halde okunabileceğini ancak abdestli iken okumanın daha faziletli olacağını söylemişlerdir.

Musab Köylüoğlu


[1] (Buhari (1/78, 6/128, 8/186) Buhari Halku Ef’ali’l-İbad (496-500) İbn Hazm el-Muhalla’da (1/82)
[2] Tefhimu’l Kuran Tefsiri
[3] (İbn Ebi Şeybe (1/126) Abdurrazzak (1/261 no: 1310) İbn Hazm el-Muhalla (1/82) Buhari (Hayz 7) El-Evsat (1/313) El-Begavi Şethus Sünne (2/43) Elbani Temamul Minneh (s.118) İrvaul Galil (2/245) Fetaval Ezher (8/88, 419)
[4] İbn Munzir el-Evsat no: 604
[5] Buhari-Hayz-8
[6] Buhari-Hayz-8
[7] (Buhari, Gusl: 23(285) Müslim (371) Ebu Davud (231) Tirmizi (121) Ahmed b. Hanbel (2/235, 382, 471) Nesai (1/145) Beyhaki (1/189)

0 yorum:

Yorum Gönder

Lütfen Müslümana yakışmayan küfür içerikli yorumlar yapmayınız.

HIZIR (A.S.) KİMDİR?

HIZIR (A.S.) KİMDİR?
Kur'ân-ı Kerîm'de, Hızır (a.s.)'ın isminden açıkça bahsedilmez. Ancak sözü edilen şahsın Hızır (a.s.) olduğu Peygamber efendimizden gelen sahîh hadislerde bu şahsın Hızır olduğu belirtilmiştir
“Hani Mûsâ, beraberindeki gence şöyle demişti: “İki denizin birleştiği yere varıncaya kadar durmayacağım, ya da uzun zaman gideceğim. Onlar iki denizin birleştiği yere varınca, balıklarını unuttular. Balık denizde yolunu tutup kayıp gitti. Oradan uzaklaştıklarında Mûsâ beraberindeki gence, “Öğle yemeğimizi getir, bu yolculuğumuzdan dolayı çok yorgun düştük” dedi. Genç, “Gördün mü! Kayaya sığındığımız sırada balığı unutmuşum. –Doğrusu onu sana söylememi bana ancak şeytan unutturdu- Balık şaşılacak bir şekilde denizde yolunu tutup gitmişti” dedi. Mûsâ: “İşte aradığımız bu idi” dedi. Bunun üzerine tekrar izlerini takip ederek gerisingeri döndüler. Derken, katımızdan kendisine bir rahmet verdiğimiz ve tarafımızdan kendisine bir ilim öğrettiğimiz kullarımızdan bir kulu buldular. Kehf 18/60-65
Hızır (a.s.) hakkında ayette kullarımızdan bir kul ifadesi geçmektedir. Bu ifade insanlar için kullanılabildiği gibi melekler içinde kullanılmıştır. (Enbiya: 26, Zuhruf: 19. ayetlerine bakınız) Müfessirler bu hususta farklı görüşler öne sürmüşlerdir. Kimi insan yani peygamber olduğunu, kimi melek olduğunu, kimi de insanlar için belirlenen sınırlarla bağımlı olmayan başka bir yaratık olduğu da söylemiştir. Bu hususta kesin bir şey söylemek mümkün değildir.
 
 
HIZIR (A.S.) YAŞAMIYOR
“Biz senden önce hiçbir beşere/insana ebedilik/ölümsüzlük vermedik” (Enbiya-21/34)
İbn Kesir, “el-Bidaye ve’n-Nihaye” adlı eserine çokça alıntı yaptığı kitabından gerekli bilgileri verdikten sonra İbn Cevzî’den şu bilgiyi aktarıyor:
“Eğer Hızır (a.s.) bir melek değil de bir beşer ise, o da bu ayetin ifade ettiği genel hüküm içerisinde yer alır. Onun kıyamete kadar yaşayacağı gibi, ona özel bir durum veya statü söz konusu olamaz, meğer ki ortada sahih bir delil bulunabilsin.”
İbn Kesir daha sonra diyor ki: “Burada esas ölçü, konu sabit oluncaya kadar, onun hayatta olmadığıdır. Kaldı ki, herhangi bir masum kimseden, yani bir Peygamberden de, sadece Hızır için böyle bir ayrıcalık olduğunu ifade eden bir söz veya rivayet de gelmiş değil ki, onu kabul etmek farz olabilsin.”
Yine İbn Kesir diyor ki; “İbn Cevzî’nin söz konusu kitabında getirdiği delillerden biri de yüce Allah’ın şu ayetidir. Yüce Allah buyuruyor ki: “Hani Allah, Peygamberlerden: ‘Ben size Kitap ve hikmet verdikten sonra nezdinizdekileri tasdik eden bir peygamber geldiğinde ona mutlaka inanıp yardım edeceksiniz’ diye söz almış; ‘Kabul ettiniz ve ahdimi yüklendiniz mi?’ dediğinde, ‘kabul ettik’ cevabını vermişler, bunun üzerine Allah: ‘O halde şahit olun; ben de sizinle birlikte şahitlik edenlerdenim, buyurmuştu” (Ali İmran-3/81) ayetini Buharî zikrediyor.

Eğer Hızır (a.s.) gerçekten yaşıyor olsaydı Peygamber(s.a.s.) zamanında onun değerli ve şerefli anları ve halleri, Rasulullah (s.a.s.) ile beraber geçireceği vakitler ve durumlar bize rivayet edilirdi.

Abdullah ibni Ömer (R. Anhuma) şöyle dedi:
“Rasulullah (s.a.s.) ömrünün sonunda bize yatsı namazı kıldırdı. Selam verdikten sonra ayağa kalktı ve: ‘Bakın şu geceniz varya, işte bu geceden itibaren yüz yılın başında bugün yeryüzünde olanlardan hiçbir kimse kalmayacaktır!’ buyurdu.” Buhari 1/269, Müslim 2537/217, Ebu Davud
Cabir bin Abdullah (R. Anhuma) şöyle dedi: “Rasulullah (s.a.s.): ‘Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki, şayet Musa hayatta olsaydı, bana tâbî olmaktan başka bir şey yapamazdı!’ buyurdu.” Ahmed bin Hanbel Albani İrva 1589, Albani Sahiha 3207
 
İbni Kayyım el-Cevziyye (Rahmetullahi Aleyh) şöyle demiştir:
“Hızır’ın yaşadığına dair rivayet edilen bütün hadisler uydurma olup asılsızdır!!! Hızır’ın hayatta olduğuna dair tek bir sahih hadis mevcut değildir!!!”
Şeyhu’l İslam ibni Teymiye (Rahmetullahi Aleyh) şöyle demiştir:
“Sahabe arasında, kendisine Hızır’ın geldiğini iddia eden hiç kimse çıkmamıştır!!! Çünkü Musa (a.s.)’ın çağdaşı olan Hızır, vefat etmiştir. Birçok kimseye gelip görünen Hızır, ancak ve ancak ya insan suretine girmiş bir cin ya da yalancı bir insandır!!!” İbni Teymiye Külliyat 1/331
Dolayısıyla Hızır (a.s.)’ın sıkıntılarını giderdiğini, yardımına koştuğunu, sabah namazına kaldırdığını iddia etmek şirktir. “Her geceyi kadir, her gördüğünü Hızır bil” yada 'kul daralmazsa Hızır yetişmezmiş' gibi. şeklindeki ifadeler İslam dışı şirk olan ifadelerdir.
 
Musab Köylüoğlu

4 yorum:

Yorum Gönder

Lütfen Müslümana yakışmayan küfür içerikli yorumlar yapmayınız.

VAHHABİLİK NEDİR?


Vahhabilik nedir?

Muhammed b. Abdilvehhâb hicrî 1115 (m. 1703) yılında doğdu. Genel olarak 18. Asrın başlarında Arabistan'ın Necd bölgesi Teym kabilesine mensup Muhammed ibn Abdülvehhâb ismindeki zatın itikâdî düşüncelerini savunanlara bu isimlendirme yapılır. Vahhabilik diye biz mezheb kurulmuş değildir. Muhammed Bin Abdulvehhab Kuran ve sünnet ölçülerinde fikirleri olan ve bunu savunan biriydi.

Özellikle Türkiye de onun İngiliz ajanı olduğu hakkında iftiralar atılmaktadır. Oysa bu iddia iftiradan başka bir şey değildir.

Muhammed bin Abdulvehhab (r.h) "nevakizul İslam" adlı risalesinde şöyle der: "Müslüman’ın tekfir edildiği, İslam'ı bozan hallerden sekizincisi; Müslümanlara karşı müşriklere yardım etmek ve onlara destek olmaktır. Zira Allahu Tealâ şöyle buyurur: "Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirinin dostudurlar. İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır." (Maide 5/51)

O hep kuran ve sünnet ölçülerine göre yaşamaya çalışan biriydi. Ancak yaşadığı dönemde tarikatlerin etkisinde olan Osmanlı yönetimi zamanın şeyhu’l İslam’larının fetvalarıyla karşı çıkıldı. Ve ona bir çok iftiralar atılmıştır.

“Muhammed b. Abdulvehhab Hicri 1158 (m. 1745) yılından, 1206’da (m. 1791) vefat edene kadar cihad ve davetle meşgul oldu. Cihad ve çağrı yaklaşık 50 yıl boyunca hak için cenk, cidal, Allah ve Rasûlünün buyurduğunu izah, dine davet ve Allah Rasûlünün getirdiklerini aktarmakla devam etti.  Allah Teâlâ’nın emir buyurduğu gibi ma’rûfu emretti, munkerden nehyetti. Artık şehirlerde, köylerde, yollarda, badiyelerde emniyet hakim oldu. Badiyeliler hadlerini bildiler ve Allah’ın dinine girip hakkı kabul ettiler. Üstad bunların arasında daveti yaydı ve onlara rehberler, sahra ve badiyelere de davetçiler gönderdi. Beldelere ve köylere de hocalar, eğiticiler ve kadılar gönderdi. Bu büyük hayır ve apaçık hidayet tüm Necd bölgesini kapladı, hak yayıldı, Allah’ın dini hakim oldu.

Özetlersek, Üstad Muhammed b. AbdulVehhâb Allah’ın dinini ilan, insanları Allah’ı tevhîde irşad, dine katılan hurafe ve bidatları reddetmek için kıyam etti. Ve yine insanları hakka tabi olmaya mecbur etmek, batıldan men etmek, ma’rûfu emretmek, münkerden nehyetmek için kıyam etti. Onun davetinin özeti işte budur.

O akidede selef-i sâlihînin yolu üzeredir. Allah’a, isimlerine, sıfatlarına, meleklerine, peygamberlerine, kitaplarına, ahiret gününe, hayrı ve şerriyle kadere inanan birisidir. O tevhîd üzere Allah’a inanmada, ibadeti Allah’a has kılmada, zatına yakışır şekilde O’nun isimlerine ve sıfatlarına inanmada Islam imamlarının yolu üzeredir. Allah’ın sıfatlarını iptal etmez, O’nu mahlukatına benzetmez. Ölümden sonra dirilip kalkmaya, cezaya, hesaba, cennete-cehenneme ve diğer şeylere imanda da böyledir. Iman hususunda selefin düşündüğü gibi düşünür: Iman söz ve amelden müteşekkildir, artar ve eksilir, taatla artar, masiyetle azalır der. Bunların hepsi onun inandıkları şeylerdendir. O hem söz, hem de fiil olarak selefin yolu ve itikadı üzere idi. Onların yolundan kesinlikle ayrılmamıştır. Bu konularda bir mezhep veya bir ekole bağlı kalmamıştır. Sahabe ve onlara hakkıyla tabi olan selef-i sâlihînin yolundan gitmiştir.” (bknz. AbdulAziz bin Baz, Muhammed bin AbdulVehhab, daveti ve hayati)

Onun söyledikleri ve savundukları Kuran ve sünnetten başka bir şey değildi. Bu yüzden aynı şeyleri söyleyen herkese Vahhabi damgası vuruldu. Oysa Muhammed b. Abdulvehhab’da selefin yolu ve itikadı üzere idi. Yani Vahhabilik bir mezheb değildir. Aslolan mezheb selefin yolu ve itikadı üzere gitmektir.


Musab Köylüoğlu

1 yorum:

Yorum Gönder

Lütfen Müslümana yakışmayan küfür içerikli yorumlar yapmayınız.

Peygamberler haricinde hiçbir kimseye sırlar bildirilmez

Sırra ermek genelde tasavvufçuların ortaya attıkları bir iddiadır. Dinin bir zahiri ve bir de batını olduğunu ve batıni kısmının olduğunu ve bu sırra Allah dostu denilen kişilerin vakıf olduklarını iddia ederler. Kuran ayetlerine de bir takım batıni yani sırlar yüklemeye çalışırlar. Kendi istekleri doğrultusunda ayete mana verirken verdikleri mananın işte bu batıni mana olduğunu iddia ederler.
Bu yüzden Kur’an’ın zahirinin ve birde batınının olduğu fikrinin yaygınlaşmış ve insanları onu herkesin anlayamayacağı düşüncesine itmiştir. Bu düşüncedeki insanlar kur’an’ın her bir cümlesine peygamberin izah etmediği anlamlar yükleyerek ayetleri katletmişlerdir. Bu tahrifat dinin yanlış anlaşılması ve yaşanmasında telafisi çok zor zararlar vermiştir. Bu anlayış kur’an’ı hayatın dışına iterek onun yerine, kur’an’ın bâtıni tefsiri sayılan bir çok hurafe ve yanlış tevil dolu kitapların geçmesine sebep olmuştur.
Kur’an’ın batını ve zahiri meselesini bazı fikir akımları öyle bir konuma getirmişlerdir ki; onlara göre onun zahiri anlaşılabilir Ancak batınını yani sırlarını kendilerince  Allah katından bazı yetkiler verdikleri kimseler anlayabilir. Bu nedenle Kur’an’dan ayetlerin bâtını olarak kabul ettikleri mesnetsiz sonuçlar çıkarmışlardır.

Rabbimiz subhanehu ve Teala şöyle buyuruyor: “Ve işte onu böyle açık, açık âyetler olarak indirdik. Ve şüphe yok ki, Allah dilediğine hidayet eder.” Hac 22/16

Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Ben sizi, gecesi gündüzü gibi aydın olan (gayet açık) bir din üzerinde bıraktım. Benden sonra ancak helâk olanlar, ondan sapar” Tirmizî, Ebû Dâvûd, Hâkim.

O halde Rabbimizin apaçık beyan ettiğini buyurduğu ve peygamberin gecesi ve gündüzü apaçık yol üzere bırakıyorum dediği dini sırlar dünyasına gömmek Allah’ın dinine başka hastalıklar bulaştırmaya çalışmaktır. Hakkında hiçbir delil olmayan yorumlar yaparak bunun adını da sırra ermek olarak görenler ya cahil yada şeytanın oyuncağı olmuş kişilerdir.

Allah’ın sırlarını ancak peygamberlerine bildirir

“O, gaybı bilendir. Hiç kimseye gaybını bildirmez. Ancak peygamberlerden, bildirmek istediği bunun dışındadır. Rablerinin bildirilerini tebliğ etmelerini ortaya koymak için her peygamberin önünden ve ardından gözcüler salar; onların yaptıklarını ilmiyle kuşatır ve her şeyi bir bir sayar.” Cin 72/26-28
 O halde Allah’ın Gayb yani  görülmeyen ve sadece peygamberlere bildirdiği sırlara erdiğini iddia etmek hangi delile dayanmaktadır.

Azab’dan kimse emin olamaz
Ayrıca şu imtihan dünyasında bir takım insanların sırlara vakıf olması demek onun için imtihan sürecinin sona ermesi demektir. Çünkü sırlara vakıf olan azabdan da daha çok sakınır. Oysa Rabbimiz azabından emin olunmaması gerektiğini ifade ediyor:

“Yoksa Allah'ın azabından emin mi oldular? Ancak, kendilerine yazık eden topluluktan başkası Allah'ın azabından emin olmaz!” A’raf 7/99

Rasulullah (s.a.v.) buyuruyor ki;
“Kendisinden başka ilah olmayan Allah’a kasem ederim ki, içinizde öyle adam bulunur ki, cennet ehlinin ameli ile amel eder ve kendisi ile cennet arasında bir zira’dan (Yaklaşık 50 cm) ziyade mesafe kalmaz. Derken (hükm-i) kitap (yani o yazının hükmü) ona galebe eder, cehennem ehlinin ameli ile amel eder de cehenneme girer. Keza içinizde öyle adam bulunur ki, cehennem ehlinin ameli ile amel eder, kendisi ile cehennem arasında bir zira’dan ziyade mesafe kalmaz. Derken (hükm-i) kitap ona galebe eder, cennet ehlinin ameli ile amel eder ve cennete girer.” Buhari –Müslim’de geçen hadisin bir kısmı

Kullarla ilgili sırlara da kimse vakıf değildir

Tasavvufçular şeyhlerinin bir çok sırra vakıf olduğuna ve insanların gizli hallerine vakıf olduklarına inanıyorlar. Oysa bunun hiçbir delili bulunmadığı gibi bu iddia küfürdür.

Ebû Abdullah Târık İbni Eşyem (r.a.)’den rivayet edildiğine göre Resûlullah (s.a.s.)’in şöyle buyurduğunu işitmiştir:

“Kim Allah’tan başka ilâh yoktur der ve Allah’tan başka ibadet edilenleri inkâr ederse, o kimsenin malı ve kanı haram olur. Gizli hallerinin hesabı ise Allah’a âittir.” Müslim, Îmân 37

Abdullah İbni Utbe İbni Mes’ûd der ki: Ömer İbni Hattâb (r.a.)’ı şöyle derken işittim:
Resûlullah (s.a.s.) zamanında Allah katından gelen vahiy sayesinde insanlar gizli hallerinden de sorumlu tutuluyorlardı. Hiç kuşkusuz vahyin arkası kesilmiştir. Biz ise şu anda sizleri, bize apaçık belli olan davranışlarınız sebebiyle hesaba çekeriz. Dolayısıyla bize iyi davranışlar gösteren kimseyi, güvenilir kimse bilir ve ona yaklaşırız. Onun gizli hallerinden hiçbir şeyi araştırmak bize düşmez. O kişinin gizli halleriyle ilgili hesabını Allah görür. Bize karşı kötü davranışlar sergileyen bir kimseyi de güvenilir bulmayız. O kişi, gayesinin iyi olduğunu söylese bile ondan emin olmaz ve kendisini doğrulamayız. Buhârî, Şehâdât 5


Musab Köylüoğlu

0 yorum:

Yorum Gönder

Lütfen Müslümana yakışmayan küfür içerikli yorumlar yapmayınız.

TOPLUMUN DEĞİL ALİMLERİN İCMASI HÜCCETTİR

İSLAM’DA İCMA

İttifak etmek, görüş birliğine varmak, azmetmek, kasdetmek. Hz. Peygamber'den sonraki bir çağda amelî bir meselenin şer'î hükmü üzerinde İslâm müctehidlerinin birleşmesi. İslâm hukukunda, müctehidlerin üzerinde ittifak ettikleri dört tane aslî delil vardır: Kitap, Sünnet, İcma, Kıyas. Bilginler İcmâ'ın huccet sayılmasında ittifak etmişlerdir. Müslümanların büyük çoğunluğu da cumhur-u ulemânın icmâ’ını huccet saymışlardır.

l) Sarih İcma: Bu, her müctehidin, icma konusu oları fikri kabul ettiğini açıkça söylemiş olduğu icmadır. Bu tür icma, fakihlerin büyük çoğunluğunun ittifakı ile şer'î bir delildir. Böyle bir icma ister her asırda, isterse sadece Sahâbiler asrında vuku bulsun netice değişmez.

2) Sükûtî İcma: Herhangi bir asırda, ictihad yetkisi oları fakih belli bir görüşe varır ve bunu ilân ederse ve kendisini tenkit eden çıkmazsa buna "sükutî icma" denir.

3) Müctehidlerin belli bir ortak noktada ittifak etmeleri: Bir mesele üzerinde aynı asırdaki fakihler ihtilafa düşerler ve herhangi bir müctehid, diğerlerinin görüşüne her yönden zıt bir ictihad'da bulunmazsa, bu durumda aralarında görüş ayrılığı olmakla birlikte, bir noktada birlik (icma) bulunmuş olur.

Üzerinde icma bulunan bir meselenin Kitap veya Sünnete dayanması gerekir. Çünkü hüküm koyma hakkı Allah ve Resulune aittir. Müctehidler kendiliklerinden hüküm koyamazlar.

Fakîhler, Ashâb-ı kirâmın icmaından başka icma üzerinde ittifak edememişlerdir. Sahâbilerin Şer'î hükümler üzerindeki icmaları tevâtürle sâbit olmuştur. Sahâbe devrinden sonraki hiçbir icma ise tevâtür yoluyla sâbit olmamıştır.

İcmasına bakılan topluluk Müslümanların geneli değil alimlerdir.  Müslümanların geneli İslam’dan uzak bir hayat yaşamaktadır. Müslümanların icma ile yaptıkları haramlar var, şirk var, bidatler var. Bu durumda bu icma delil  olacak bir icma değildir.

Her ilim dalında o ilmin alimlerini icmasına bakılır. Örneğin hadis ilmin icma ararken hadis alimlerinin görüşlerine bakılır ve bunların görüşü esas alınır.

İnsanların çoğunluğu yanılgı içindedir.

Müslümanlar sayıca çok olmasına rağmen İslam’ı gerçek manada anlamış tevhid ehli insanların sayısı neredeyse yok denecek kadar azdır. Bu duruma göre azınlıkta kalan bu insanlar o kadar insan karşısında azınlıktasınız o halde siz yanlış yoldasınız demek doğru olmaz.

“Yeryüzünde bulunanların çoğuna uyacak olursan, seni Allah'ın yolundan saptırırlar. Onlar zandan başka bir şeye tâbi olmaz, yalandan başka söz de söylemezler.” Enam 6/116

“Onların çoğu zandan başka bir şeye uymaz. Şüphesiz zan, haktan (ilimden) hiçbir şeyin yerini tutmaz. Allah onların yapmakta olduklarını pek iyi bilendir.” Yunus 10/36

Hz. Sevban (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (a.s.) buyurdular ki: “Size çullanmak üzere, yabancı kavimlerin, tıpkı sofraya çağrışan yiyiciler gibi, birbirlerini çağıracakları zaman yakındır.” Orada bulunanlardan biri: “O gün sayıca azlığımızdan mı?” diye sordu. “Hayır!” buyurdular. “Bilakis o gün siz çoksunuz. Lakin sizler bir selin getirip yığdığı çer-çöpler gibi hiçbir ağırlığı olmayan çer-çöpler durumunda olacaksınız. Allah, düşmanlarınızın kalbinden size karşı korku duygusunu çıkaracak ve sizin kalplerinize zaafı atacak!” “Zaaf da nedir ey Allah’ın Rasûlü?” denildi. “Dünya sevgisi ve ölüm korkusu!” buyurdular. [1]

Hayra çağıran ve garipler olan bir topluluk kıyamete kadar var olacak

Rabbimiz hayra çağıran topluluğun kıyamete kadar var olacağını ifade ederken bir topluluk olduğunu bildirmektedir. Demek ki hayra çağıracak olan Müslümanların geneli değil sadece bir topluluktur.

“Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır.” A’li İmran 3/104

Nebî (s.a.s.) şöyle buyuruyor: "İslam garip olarak başladı ve tekrar başladığı gibi garip haline dönecektir. Gariplere müjdeler olsun.!" [2]

Sahabe onlar kimlerdir ya resulullah diye sorduklarında da: "Onlar insanların bozduklarını düzeltirler" buyurmuştur. Sahihtir. [3]

İşte bizde Allah’ın izniyle Kuran ve sünnetten deliller ışığında insanların sünnetten bozduklarını düzeltmeye çalışıyor ve hayra çağırıyoruz. Hayra çağıran garipler topluluğundan olmak istiyoruz.

Abdullah bin Mesud (rahimehullah) şöyle diyor: “Cemaat, tek bir kişi bile olsa hakka uyandır.” [4]

İbn-i Mesud (radıyallahu anh)’ın söylediği şu söz günümüz için ne kadar geçerli ve ne kadar da doğru bir sözdür. O şöyle demiştir: “Fitneler sizi kapladığı gün haliniz ne olur? O gün büyükleriniz küçük görülecek, küçükleriniz büyük görülecektir. Sünnetler terk edildiği zaman insanlar (umursamadan) «Sadece sünnet terk edildi» diyeceklerdir. Orada bulunanlar «Bu ne zaman olacak» dediler. Abdullah bin Mesud, «Alimlerinizin ölüp gittiği, cahillerinizin çoğaldığı, Kur’ân okuyucularınızın arttığı, fakihlerinizin azaldığı, idarecilerinizin çoğaldığı, güvenilir kişilerinizin azaldığı, ahiret ameli karşılığında dünyalık menfaatlerin peşine düşüldüğü ve Allah’ın dinini yüceltmek dışında başka amaçlarla fıkıh tahsil edildiği zaman» dedi.” [5]

Netice olarak İslam delil üzere bina edilmiştir. Delil ile hareket eden ve alimlerin icmasına bakarak hareket edenler sayıca azda olsalar çoğunluk onlardır. Biz Selefi salih’in denilen ilk üç neslin yolundan gidiyoruz. Bu topluluk nasıl garip idiyse bu gün bizlerinde garip olması çok normal.

Bize güvenmeniz için en önemli neden deliller ile hareket etmemizdir.

.

Musab Köylüoğlu




[1] Ebu Davud, Melahim 5, (4297).
[2] Müslim, İmân 232; Tirmizî, İmân 13
[3] İbni Ebi Şeybe (8/134) Tahavi Müşkil (689) Taberani (6/164)
[4] el-Lâlekâî, Şerhu Usuli İ'tikadi Ehl-i Sünneti Ve'l-Cemaa adlı eserinde rivayet etmiştir. Selefi Salihin Akidesi
[5] Darimi, Hadis No: 192.

0 yorum:

Yorum Gönder

Lütfen Müslümana yakışmayan küfür içerikli yorumlar yapmayınız.

GAYRI MÜSLİMLERİN CENNET GİRMESİ

Müslüman olmayan insanlar derken herhalde Müslüman olmayan çocuklar demek istediniz.
İman etmedikçe hiçbir kimse cennete giremez. Ne kadar iyilik yaparsa yapsın illa ki İslam’ı din olarak kabul edip iman etmedikçe cennete giremez.
“Kim, İslâm’dan başka bir din ararsa, o kimseden bu din asla kabul edilmez ve o, âhirette kaybedenlerden olur.” Âl-i İmran suresi 3/85
“Allah nezdinde hak din İslâm'dır….” Âl-i İmran suresi 3/19
Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyuruyor: “İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de (gerçek anlamda) iman etmiş olamazsınız...” Müslim, Îmân, 93; Tirmizî, Sıfâtu’l-Kıyâme, 56
 
HİÇ BİR KİMSE İSLAM'A TABİ OLMADIKÇA CENNETE GİREMEZ.
Daha önceki dönemlerde yaşayan ve kendi şeriatlerinden sorumlu olan cennete gidecek ama İslam’ın gelişiyle birlikte Kuran’a tabi olmadıkça asla cennete gidemeyecek.
“De ki: “Ey Kitap ehli! Tevrat’ı, İncil’i ve Rabbinizden size indirileni (Kur’an’ı) uygulamadıkça hiçbir şey üzere değilsiniz.” Andolsun ki sana Rabbinden indirilen bu Kur’an, onlardan çoğunun taşkınlık ve küfrünü artıracaktır. Öyle ise o kâfirler toplumu için üzülme.” Maide 5/68
Şüphesiz inananlar (Müslümanlar) ile Yahudiler, Sabiîler ve Hıristiyanlardan (her bir grubun kendi şeriatında) “Allah’a ve ahiret gününe inanan ve salih ameller işleyenler için hiçbir korku yoktur. Onlar mahzun da olmayacaklardır” (diye hükmedilmiştir.)” Maide 5/69
Onlar, yanlarındaki Tevrat’ta ve İncil’de yazılı buldukları Resûle, o ümmî peygambere uyan kimselerdir. O, onlara iyiliği emreder, onları kötülükten alıkoyar. Onlara iyi ve temiz şeyleri helâl, kötü ve pis şeyleri haram kılar. Üzerlerindeki ağır yükleri ve zincirleri kaldırır. Ona iman edenler, ona saygı gösterenler, ona yardım edenler ve ona indirilen nura (Kur’an’a) uyanlar var ya, işte onlar kurtuluşa erenlerdir. Araf 7/157

0 yorum:

Yorum Gönder

Lütfen Müslümana yakışmayan küfür içerikli yorumlar yapmayınız.

İSLAM ÇOK EŞLİLİĞİ EMRETMİYOR SADECE RUHSAT VERİYOR




Rabbimizin dörde kadar evlenin eğer adaletli olamazsanız tek olanla yetinin emri bir tavsiyedir ve ruhsattır. Eğer böyle olmasaydı yani farz olan bir emir olsaydı o takdirde bütün Müslüman erkeklerin dört evlilik yapmaları farz olurdu.
  “Eğer, yetim kızlara adil davranamamaktan korkarsanız, (onları değil) sizin için uygun olan başka kadınlardan iki, üç ve dörde kadar evlenin. Adil olamayacağınızdan korkarsanız bir tane ile veya sahip olduğunuz cariye ile evlenin. Bu, haksızlık etmemeniz için daha elverişlidir.” Nisa 4/3
   Evlilik için verilen bu ruhsat savaş dönemlerinde bütün erkekleri cephede ölen bir toplum için kullanılabilecek bir imkandır. Bu ruhsat verilmeseydi. Kadınlar kiminle evlenecekti. Evlenecek erkek bulmayan kadınların zina günahına bulaşabilme ihtimali çok yüksek değil midir? Bu ayetleri sadece günümüz şartları için anlamaya çalışmamalıdır.
    Günümüzde insanların bir çoğu gayrı resmi birliktelikler yaşamaktadır. Bunu resmiyete dökmedikçe yani nikah altına almadan gizli yaptıkça zinaya kimse sesini çıkarmamakta, abes karşılamamakta, bu durum hovardalık olarak görülmekte ve hatta gençtir olabilir şeklinde karşılanmaktadır.
    Oysa Bir Müslüman Allah’ın helal kıldığı bir ikinci evlilik yaptığında namussuzlukla, kötü gözlülükle, ahlaksızlıkla suçlanmakta ve toplum tarafından sanki zina etmiş gibi kötü karşılanmaktadır. Toplum tarafından eleştiri, psikolojik baskı ve dışlamalarla karşı karşıya gelmektedir.
    Rabbimiz kullarının zina etmemesini, gayrı meşru ilişkiler kurmamasını ve birbirlerinin ırz ve namuslarına ilişmemesini emretmektedir. Zinaya yaklaşmayın buyurarak bırakın zina etmeyi yanına dahi yaklaşılmasını yasaklamaktadır. Düşünebiliyor musunuz yaratıcımız ne kadar muhteşem ve kullarının üzülmemesi için ne kadar hassas. Çünkü insanlar bu yüzden birbirini üzmekte başkasının namusuna ilişmekten hiç çekinmemekte ve hatta öldürmektedir.
   Batı ülkelerinde evlilik diye bir şey dahi kalmamış ve hatta bitme noktasına gelmiştir. İnsanlar bir araya geliyorlar, bir süre evli gibi yaşıyorlar ve sıkılınca da ayrılıp, bir başkasını buluyorlar. Zahmetli olduğu için çocuk yapılmıyor ve genç nesil olmuyor. Bu yüzden Avrupa da nüfus gittikçe yaşlanıyor. Bu ilişkiler olsa daha mı iyi olacak.
   Böyle gayrı meşru ve toplumu ifsad edici ilişkiler kurmaktansa Rabbimizin birden fazla nikaha ruhsat vermesinin hikmetlerini doğru anlamaya çalışmalıdır. Kullarını en iyi tanıyan Allah Subhanehu ve Tealadır. O halde kullarının dünya ve ahirette mutlu olabilmesi için gereken emirleri içeren İslam mükemmel bir dindir. Rabbimizin razı oldum ve tamamladım buyurduğu İslam’ın emirlerini beğenmeyenler Allah’a isyan etmiş olurlar.
   Benim kafama yatmıyor diyenler, emirleri beğenmeyenler, sırf kocalarının bir başkasıyla evlenmesini istemediği için Allah’ın ruhsat verdiği bir şeyi küçümseyenler ve kabul etmeyenler Allah’ın tamamladım buyurduğu dine eksiklik isnad etmiş olurlar.
   Oysa yapılması gereken İslam’ı kendimize çekmek değil, İslam’ kendimizi teslim etmektir.
   Sonuç olarak şunu ifade edelim:
   Eşiniz şayet ikinci bir evlilik yapmak isterse sizden izin alması gerektiği hakkında Kuran ve sünnette bir delil yok.
  İslam’da çok eşlilik yoktur ve yapılmamalıdır gibi bir şeyi söylemek mümkün değildir. Ancak günümüz Türkiye artlarında çok eşlilik oldukça abes karşılanmakta ve kültürümüz bunu kaldıramamaktadır. Çok evlilik yapanlar hem maddi hem de manevi büyük sorunlarla karşı karşıya gelmekte ve eşler arasında adaleti sağlayamamaktadır. Bu durumda Rabbimizin tavsiyesine uyup, tek eşlilikle yetinmek gerekir.
 
Musab Köylüoğlu

0 yorum:

Yorum Gönder

Lütfen Müslümana yakışmayan küfür içerikli yorumlar yapmayınız.

ÖRTÜNME EMRİ ASLINDA HER İKİ CİNSE DE VAR


ÖRTÜNME EMRİ ASLINDA HER İKİ CİNSE DE VAR

Bütün canlılar çift yaratılmıştır. İnsan da bir erkek ve dişiden yaratılmıştır. Hayat içerisinde adeta birbirine muhtaç olarak yaratılmıştır. Rabbimizi bütün canlıların erkek ve dişileri arasında bir birini çeken ve birbirine arzu duyan duygular ve etkileşimler yaratmıştır. Bu arzu canlıların çiftleşmesi ve neslini devam ettirmesini sağlamaktadır. Eğer bu istek olmasaydı canlıların aklına çiftleşmek her zaman gelmeyecek ve doğada bazı varlıkların nesli tükenip gidecekti. İnsan haricindeki diğer canlılarda çiftleşme evlilik, haram, helal, imtihan ve ayıp gibi durumlar söz konusu değildir.

Ancak Rabbimiz bütün canlılarda olduğu gibi erkek ve kadın arasında da bir birini çeken ve arzu duyan duygular yaratmıştır. Hayvanlardan farklı olarak insanları imtihana tabi tutmuş ve cinsel ilişkilerinde bir takım düzenlemeler ve yasaklar getirmiştir. Bu arzular ve yasaklar ile Rabbimiz kullarını imtihan etmektedir.

Kadın erkek gibi değildir. Tepeden tırnağa mücehhez bir varlık olan kadın da erkeğin ilgisini çeken şeyler vardır.

Örneğin kadın kadının vücut hatlarının belli olması erkeği etkiler, saçlarını sallaması, gülmesi, konuşması ve bütün hareketleri etkileyicidir.

Oysa kadınlar erkeklerin seslerinden ve vücut hatlarının belli olmasından erkekler gibi etkilenmezler. Çünkü onlardaki duygular erkeklerdeki gibi değildir.

Erkekte ise aynı durum söz konusu değildir. Bunu anlayabilmek için erkek olmak gerekir. Yani kadınlar kendi pencerelerinden bakarak bu durumu anlayamazlar.

Günümüzde haber kaynaklarından çokça karşılaşıyor ve okuyoruz; erkeklerden öyle sapıklıklar ortaya çıkıyor ki akıl almaz şeyler bunlar.

Adam kadınları bırakın erkeklere, küçük çocuklara, erkek çocuklarına, eşeğe, köpeğe ve hatta tavuğa bile tecavüze ilişebilmektedir.

Bu akıl almaz işleri erkek yapabilecek kadar yoldan çıkabilmektedir.

Bu anlatılan sapıklıkları hep erkekler yapmaktadır. Kadınlardan bu tip sapıklıkları yapanlar yok denilecek kadar azdır.

İşte bu durum erkeklerle kadınların çok farklı yaratıldığını ortaya koyuyor. Çarşıda pazarda kadınlar açık saçık ve vücut hatlarını belli eden ve güzel kokular sürünerek çıktıklarında istisnasız gören bütün erkekleri tahrik etmektedir. İman edenler ve Allah'tan korkanlar yüz çevirmekte ancak Allah'ın emirlerinden habersiz olan insanlarda bunu seyretmekte ve günaha girmektedir. Günahkar ve kalpleri kararmış insanlar da yukarda bahsettiğim sapıklıklara başvurabilmektedir.

Allah'ın kullarını Allah (c.c.)'dan daha iyi kimse bilemez. Rabbimiz kullarını çok iyi bildiği için örtünme emrini vermektedir. Demek ki istisnasız bütün erkeklerin etkileşimi söz konusu olduğu için Rabbimizi bu yasakları koymuştur.

Zinayı bırakın yanına yaklaşmayı dahi yasaklamaktadır. Çünkü biliyor ki yaklaşanlar bu ateşe düşer.

"Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o, son derece çirkin bir iştir ve çok kötü bir yoldur." İsra 17/32

Ben etkilenmem diyen yalan söyler istisnasız bütün erkekler kadından etkilenir. Ve hatta peygamberler dahi aynıdır.

Allah'ın elçisi Hz. Yusuf (a.s.) dahi peygamber olmasına rağmen neredeyse kadından etkilenip zinaya düşebilecekken diğer erkeklerin kadından etkilenmemesi mümkün değildir.

"Evinde bulunduğu kadın (gönlünü ona kaptırıp) ondan arzuladığı şeyi elde etmek istedi ve kapıları kilitleyerek, “Haydi gelsene!” dedi. O ise, “Allah’a sığınırım, çünkü o (kocan) benim efendimdir, bana iyi baktı. Şüphesiz zalimler kurtuluşa eremezler” dedi."

"Andolsun ki, kadın ona meyletti. Eğer Rabbinin işaret ve ikazını görmeseydi o da kadına meyletmişti. İşte böylece biz, kötülük ve fuhşu ondan uzaklaştırmak için (delilimizi gösterdik). Şüphesiz o ihlâslı kullarımızdandı." Yusuf 12/23-24

Erkek ve kadın aynı özelliklerde yaratılmamıştır. Bunu Allah (c.c.)'dan daha iyi kim bilebilir. Kullarını en iyi bilen Rabbimiz kadına haramda yüz çevirmesini ve örtünmesini emrederken, erkeklere de haramdan yüz çevirmesini emretmektedir.

"Mü’min erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Bu davranış onlar için daha nezihtir. Şüphe yok ki, Allah onların yaptıklarından hakkıyla haberdardır." Nur 24/30

"Mü’min kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. (Yüz ve el gibi) görünen kısımlar müstesna, zînet (yer)lerini göstermesinler. Başörtülerini ta yakalarının üzerine kadar salsınlar..." Nur 24/31

Kadınların örtünmesi gibi erkeklerinde vücut hatlarını belli edecek derecede dar elbiseler giymesi de caiz değildir.

Netice olarak;

Rabbimiz erkeklerin gözüne ve kadınların da hem gözüne hem de bedenine örtünme emrini vermektedir.
 
Musab Köylüoğlu

0 yorum:

Yorum Gönder

Lütfen Müslümana yakışmayan küfür içerikli yorumlar yapmayınız.

Zikir Belgeseli

Birisi çıkar derki; Ben öyle bir zikir şekli buldum ki çok faydalı. Birisi der ki; Allah'ı raks ederek, dönerek zikretmek öyle bir zikirdir ki Allah aşkını en güzel böyle ifade edebilirsin. Birisi derki; rabıta diye bir şey buldum ki ibadetler için tam bir motivasyon sağlıyor. Birisi çıkar bir zikir meclisi oluşturalım birkaç bin Allah birkaç yüz ihlâs okuyalım geçmiş büyüklere bunları hediye edelim onlar bizi tanısın ki ruhaniyetleri bize yardım etsin. Ve bunun arkası kesilmeyerek dinin içerisine birçok yenilik girer. Ve sonunda din peygamberin bıraktığı halinden uzaklaşarak hurafelerle dolar.
 

0 yorum:

Yorum Gönder

Lütfen Müslümana yakışmayan küfür içerikli yorumlar yapmayınız.

Tevbe Belgeseli

Tevbe için evvela yapılan günahı terk etmek, bu günah nedeniyle pişmanlık duymak, bir daha işlememeye ihlâslı bir şekilde kesin karar vermek ve varsa hak sahibiyle helalleşmek gerekmektedir. Yoksa samimiyetten ve olayın bilincinden uzak tevbeler bir şey ifade etmez. O halde samimi bir tevbe ile Allah'a yönelmelidir.

0 yorum:

Yorum Gönder

Lütfen Müslümana yakışmayan küfür içerikli yorumlar yapmayınız.

Kabir ve Türbe Belgeseli

İslam dini hayatın her alanında yapılması gerekenleri ayrıntılı bir şekilde ortaya koymuştur. Hayatın sona ermesiyle başlayan cenaze, defin kabir ve kabir ziyareti esnasında yapılması gerekenler de yine ayrıntılı bir şekilde Allah ve resulü tarafından ortaya konulmuştur. Ölen birisinin kabrinin nasıl olması gerektiği de yine ayrıntılı olarak bildirilmiştir. Ancak insanlar tevhidden zamanla uzaklaşarak çeşitli taşkınlıklar yapmışlardır. En çok sapıklığın yaşandığı yerlerin başında da kabirler gelmektedir.

0 yorum:

Yorum Gönder

Lütfen Müslümana yakışmayan küfür içerikli yorumlar yapmayınız.