CEVŞEN-İ KEBİR


 
CEVŞEN: Farsça bir kelimedir. Sözlükte manası “zırh, savaş elbisesi” olarak geçer. [1]
   Cevşen olarak bilinen dua Allah’ın isim ve sıfatlarından on tanesini ihtiva eden 100 bölümden oluşan bir duadır. Allah’a ait 250 isim ile 750 sıfat ve münacatı kapsamaktadır.
   Musa el Kazım, Cafer es Sadık, Muhammed el Bakır, Zeynel Abidin, Hz.Hüseyin ve Hz. Ali tarikiyle Hz. Peygambere isnat edilen uydurma bir hadiste şöyle geçer;
   “Asrı saadet döneminde cereyan eden savaşların birinde, muharebenin kızıştığı ve üzerindeki zırhın kendisini fazlasıyla sıktığı bir sırada Hz. Peygamber ellerini açarak Allah’a dua etmiş, bunun üzerine gök kapıları açılarak Cebrail gelmiş ve “Ey Muhammed Rabbin sana selam ediyor ve üzerindeki zırhı çıkarıp bu duayı okumanı istiyor. Bu dua hem sana hem de ümmetine zırhtan daha sağlam bir emniyet sağlayacaktır.” Bununla birlikte Cebrail’in Hz. Peygambere daha geniş bilgi verdiği rivayet edilir. Buna göre “Allah (c.c.) cevşen’i, Dünyayı yaratmadan 50.000 yıl önce arşın direkleri üzerine yazmıştır. Bu duayı okuyan ve yazılı olarak üzerinde bulunduran kimse dünya da her türlü beladan, afet, hastalık, yangın ve soygundan korunduğu gibi Allah ile arasında perde kalmaz ve bütün istekleri yerine getirilir. Cevşen’i Kebir ile Allah’a münacatta bulunan kimseye Bedir şehitleri derecesinde 900.000 şehit sevabı verilir. Bu duayı üzerine yazan mümin ise azap görmez ve onu okuyan 4 semavi kitabı okumuş gibi olur. Her harfi için cennette iki ev ile iki zevce verilir. Ayrıca insanlardan ve cinlerden olan bütün müminlerinki kadar sevap kazanır. Asla cehenneme girmez. Ayrıca Cebrail (a.s.) Hz. Peygamberden (s.a.v.) bu duayı kafirlere öğretmemesini, sadece mü’min ve takva sahibi kişilere talim etmesini istemiştir.” [2]
   
Cevşen’i kebir diye adlandırılan, kısmen nas’larda mana ve muhteviyatı yer alan, münacaat ve niyazlardan oluşan bir duadır.
    Cevşen hakkındaki uydurma rivayetlerde Cevşen’i okuyan veya üzerinde taşıyan kimseye yangın, sel, deprem gibi afetlerin zarar veremeyeceği ve bu insanların tüm isteklerinin yerine getirileceğini ifade eden inançlara rastlanılmaktadır. Ayrıca bir takım uydurma rivayetlerde Cevşen okuyan kimseye “Bedir şehitleri” kadar sevap verileceği, Cevşen’i kefeninin üzerine yazan kimseye kabir azabının verilmeyeceği ve Cevşen’i okuyan kimsenin 4 semavi kitabı okumuş kadar sevap alacağı, Cevşen okuyana Kur’ân okumak kadar sevap verileceği, göklerdeki büyük melaikelerin duâ sahibini gördükçe kürsülerinden inip, ona pek büyük bir tevazu ile hürmet edeceği ifade edilmektedir. Ancak bu rivayetlerin uydurma olduğu bir tarafa bunları destekleyecek en küçük bir sahih delil bulunmamaktadır.
   Cevşen özellikle Said’i Nursi tarafından çokça ön plana çıkarılmıştır. Risâle-i Nur’un önemli parçalarından birisi olan “Münacaat Risâlesi” şu sözlerle bitirilmektedir: “Kur’ân’dan ve Cevşenü’l-Kebir’den aldığım bu dersimi, bir ibadet-i tefekküriye olarak Rabb-i Rahimimin dergahına arz etmekte kusur etmişsem, kusurumun affı için Kur’ân’ı ve Cevşenü’l-Kebir’i şefaatçi ederek rahmetinden affımı niyaz ediyorum.”
    DEĞERLENDİRME
  1- Cevşen’in kutsi bir peygamber münacatı olduğu söyleniyor ama Ehl-i Sünnet alimler tarafından kabul görmüş hadis kaynaklarında rivayet edilmemekte ve bu hadis kaynaklarında yukarda geçtiği üzere bir rivayet bulunmamaktadır. Dinin bütün usullerini bir tarafa bırakarak evliyanın keşfi diye iddia ettikleri rüyaları ve onların tevillerini din diye almak ve bunlarla amel etmek ilim sahiplerinin yapacağı bir şey değildir. Dinin emir ve nehiyleri Allah ve rasulü tarafından ortaya konmuştur. Ve bunların ötesine geçip tamamlanmış olan şeriatı bırakıp evliyanın keşif ve rüyalarını din diye izah etmek, hadisçi olmayan bazı alimler uygun görüyor diye onlara sahip çıkmak adına, hadis alimleri tarafından uydurma olduğu tespit edilmiş rivayetlere sarılmak ancak bidatçilerin işi olabilir.
   2- Peygamberimiz ve sahabesinden rivayet edilen, böyle ümit bağlanılan, güvenilen ve onunla korunulacağı düşünülen hiçbir şey olmamıştır. Daha sonraki dönemlerde yapılan birçok savaşta büyük ordularla karşı karşıya gelen sahabeden “Peygamberimizin Cevşen duası var onu okuyalım” diye bir rivayet bulunmamaktadır. Onlar karşılaştıkları zor durumlar karşısında ancak “Allah bize yeter o ne güzel vekildir.”demişlerdir.
وَعَلَى اللّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ
    “İnanlar ancak Allah’a güvensinler” Al-i İmran 3/160
   3- Bu şekildeki iman tevhid’in özüne terstir. Bu duayı taşıyanın onunla korunacağına, belaların def olacağına inanması ve ondan medet umması o kişiyi şirke sokar.
    4- Bir takım insanlar bu duanın olduğu metni dürüp büküp bir bez içerisine sararak muska şeklinde yanlarında taşımaktadır. Bu davranış peygamberimiz ve sahabesi tarafından yapılmamıştır.
    5- Risale-i Nur’da geçtiğine göre Kuran’la birlikte cevşen de şefaatçi olarak kabul edilmektedir. Bunun delili bulunmamaktadır. Peygamberimiz (s.a.v.) ümmetine bu şekilde şefaatçi olacağı belirtilen böyle bir dua öğretmemiştir.
    6- Peygamberimize nispet edilen bu dua madem onu koruyacaksa, Peygambere yapılan onca işkenceler, başına gelen sıkıntılar ve gazalarda aldığı yaralar nasıl meydana gelmiştir. Peygamberimiz İslam davasını ortaya koymasıyla birlikte müşriklerin bitmez tükenmez eziyetleriyle hep mücadele etti. Başından müşriklerin eziyeti hiç eksik olmadı.
    Peygamberimiz bir gün kabe’de namaz kılarken müşrikler devenin işkembesini onun üzerine attılar.
   Taif’e tebliğ için gitmiş ve müşriklerin alay etmeleri ve çocuklarının ellerine tutuşturdukları taşlarla Resulullah’ı taşlatmışlardı. İki saf arasında ilerleyen efendimizi öylesine taşladılar ki, mübarek ayak ve bacakları kanlar içerisinde kaldı.
   Yine bir gün Kabe’de namaz kılarken müşriklerden Ukbe b. Ebi Muayt ridasını toparlayıp Resulullah’ın (s.a.v.) boynunu şiddetle sıkarak boğmak istemişti ki, Ebu Bekr (r.a.) çıkageldi ve “Faziletli bir adamı, Rabbim Allah! Diyor diye öldürecek mi siniz?” ayetini okuyarak onu kurtardı.  Buhari (Tecrid-i Sarih 10.c. s 44)
   Hz. Aişe (r.a.) anlatıyor: “Hz. Peygamber’den, acaba senin başına uhud gününden daha şiddetlisi geldi mi?” diye sordum. Hz. Peygamber “Ben Abdiyaleyl b. Abdi-Külal’e sığınmak için başvurduğumda beni kovdu. O kadar üzüldüm ki, adeta kendimden geçmiş olarak geri döndüm. Karnü’s Sealib’e nasıl geldiğimi hatırlamıyorum. Ancak orada kendime geldim, başımı havaya kaldırdım. Baktım ki, bir bulut beni gölgeliyor. Cebrail’de onun içinde duruyordu. Cebrail bana ‘Allah, kavminin sana söylediklerine ve sana yaptıklarına şahit oldu. Bunun için istediğini kendisine emredesin diye benimle birlikte dağlar meleğini gönderdi.’dedi. Cebrail’in sözünden sonra dağların meleği bana seslendi. Bana selam verdi ve ‘ Ey Muhammed! Dilediğini yaparım. İstersen onların üzerine Ebu Kubeys ve el-Ahmer dağlarını kapatırım.’dedi. Ben de ‘Hayır! umarım ki, Allah onların sülbünden Allah’a kulluk eden, Allah’ı birleyen ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayan kimseler yaratır.’dedim.” Buhari 1/ 458, Müslim
   Uhud savaşı sırasında dişi kırılmış ve hem de başı yarılmıştı akan kanlar yüzüne doğru inmişti. Başında bulunan miğferdeki iki halka yanağına saplanmıştı. (Buhari ve Müslim)
   Yukarda Cevşen hadisinde geçtiği gibi bir zırh olsaydı elbette Resulullah bu kadar eza ve cefa çekmezdi. Başında miğfer olduğu halde yaralandığına göre böyle bir zırhı yoktu.
    7- Bir Mü’min elini açıp elbette bu isimlerle Rabbine dua edebilir zaten bu ayetle sabit olan bir dua şeklidir. Cenab-ı Hak (c.c.) kuranda kendisine nasıl dua edilmesi gerektiğini bildiriyor.
وَلِلَّهِ الْأَسْمَاءُ الْحُسْنَى فَادْعُوهُ بِهَا
   “En güzel isimler Allah’ındır.O’na o isimlerle dua edin…” Araf 7/180
   Bu açıdan bakıldığında bunda ne yanlışlık var ki denebilir. Ancak eleştirilen Allah’ın isimleri ile yapılan dua değil, naas’larda örneği olmayan bir şekilde amel edildiğidir. Ancak her ne kadar muhteva olarak Allah’a niyaz ve münacattan oluşsa da bu dua yukarda Rasulullah’a nispet edildiği şekliyle, sığınılan, onunla korunulacağına, belaların def edileceğine inanılan bir muska haline getirilmiştir ve bidattir. zaman olayın şekli değişir ve sakınılması gereken bir bidat haline gelir.
    8- Hiç bir kimsenin Kuran ayetlerini ya da Allah’ın isimlerini peygamberin hayatında bir örneği olmayan bir şekilde kullanması ve amel etmesi caiz değildir. Büyük küçük demeden, bunda ne var gibi yaklaşımları bir tarafa bırakıp, Peygamber nerde durduysa orda durmak, nerede yürüdüyse orada yürümek lazımdır. Kuran ve sünnete uymak kurtuluş kapısının anahtarı ise bu anahtarın şifrelerinde meydana gelebilecek en küçük bir bozulma kapıyı açmayacaktır. Yani ne bir eksik, ne de bir fazla.
   Kuran ve sünnetten cımbızla alınan delillerin batıl ile yan yana getirmek Hak olanı batıl ile karıştırmak olmaktadır.
وَلاَ تَلْبِسُواْ الْحَقَّ بِالْبَاطِلِ وَتَكْتُمُواْ الْحَقَّ وَأَنتُمْ تَعْلَمُونَ
   “Hakkı batıla karıştırmayın ve bile bile hakkı gizlemeyin.” Bakara 2/42
 
 .

   Ebu Muhammed Musab KÖYLÜOĞLU

.

[1] İslam Ansiklopedisi – Cevşen bölümü
[2] A.g.e.
Bu yazı daha önce counter kişi tarafından okundu.

0 yorum:

Yorum Gönder

Lütfen Müslümana yakışmayan küfür içerikli yorumlar yapmayınız.